13 Kasım 2021 Cumartesi

İnsan Geldiği Yeri Unutmamalı (2) *

Sendika üyeliğimin olmaması içeriğine girmeyeceğim dedim ama son zamanlarda yapılan bazı söylem ve eylemlere değinmeden geçemeyeceğim. 2021 toplu sözleşmesinde yüzde bir üyeye sahip sendika üyelerinin, sendikasız memurlara ve sendikalı olup da sendikası yüzde biri yakalayamayan memurların faydalanamayacağı 400 liralık sendika ikramiyesi, bazılarına göre tam bir fecaat ise de toplu sözleşmeye imza atanlar ve yüzde bir üyeye sahip bir sendikanın mensubu olanlar, bunu büyük bir kazanım olarak görmektedir. Bu ikramiye kazanım olmaya bir kazanım.  Bu kazanım çerçevesinde bir sendikanın üye sayısını artırmak ve mevcut üyesini tutmak istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Yalnız toplu sözleşmede tüm memurların faydalanabileceği şekilde bu ikramiyenin memur maaşlarına yüzde olarak dahil edilmesini isterdim. Çünkü bu enflasyonlu hayatta memurlara verilen zam yüzdesi, enflasyona ezdirmeyeceğiz denilen memurun beklentilerinin çok altında kalmıştır. Şayet bu mümkün değilse, en azından yüzde birin altında üyeye sahip sendika üyelerinin de bu haktan yararlandırılması talep edilebilirdi. Diyelim ki yüzde bir ve daha fazlasına sahip sendikaların hayatiyetine devam etmesi, diğerlerin yok olup gitmesi istenmiş ve bu talep de kabul gördü. Sonrasında küçük sendikaların merdiven altı şeklinde tanımlanması, sendikalı ile sendikasızların aldıkları ücret farklılığını savunmaları, makasın daha da açılması gerektiği şeklinde açıklama yapmaları beni ister istemez düşündürdü.

Beni düşündüren ne derseniz, bugün başkalarını merdiven altı diye değerlendirenlerin söylemlerine bir kıyas yapmak gerekirse kendileri de bir zamanlar Türkiye çapında esemesi okunmayan, tanınmayan, ağırlığı olmayan küçük bir sendika idi. Yani kendilerinin tabiriyle merdiven altıydılar. Özellikle "makasın daha da açılmasının" istenmesi ve küçük sendikaları merdiven altı olarak tasvirleri kanaatimce hoş olmadı. Zaten bu sözler kamuoyunda epey tepki çekti. Bu sözle görüyorum ki geldikleri yeri ve küçüklüklerini yani dünü unutmuşlar. Keşke merdiven altı tabirini kullanmamış olsalardı. Niyetlerini bilemem ama söylemleri bana güç zehirlenmesi yaşadıklarını, büyüklük kibrine kapıldıklarını hatırlattı. Bu hatırlamam bana şu hikayeyi de hatırlattı. İster istemez Ayaz kadar olamadılar dedim. İnsan ne olursa olsun dününü unutmamalı. Çünkü dününü unutanların elinden verdiği nimeti Allah er veya geç alır. Sizi hikayeyle baş başa bırakıyorum: 

"Ayaz isminde bir köle, gel zaman git zaman sonra Gazneli Mahmut’un kölesi olur. Köle kendisini kısa zamanda Sultan Mahmut’a sevdirir. Sultan da onu, sultanlığın haznedarı olarak tayin eder. Her türlü mücevherat Ayaz’a emanet edilir. Bir kölenin bu şekil yükselmesi saray eşrafı tarafından pek hoş karşılanmaz. Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini, oradan mücevherleri çaldığını, sultana şikayet ederler. İşin aslını öğrenmek için Sultan Mahmut, yaptırdığı bir delikten hazineye giren Ayaz’ı takip eder. Ayaz’ın önce sandığı açtığını, sandıktan bir bohça çıkardığını, bohçayı öptüğünü sonra açtığını izler. Bohçanın içinden çıkardığı ise köleyken giydiği yırtık elbise. Kendi kendine, “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zaman kim olduğunu hatırlıyor musun?” diye sorar. Ardından “Bir hiç idin. Satılacak bir köleydin sadece. Allah, Sultan’ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. Asla nereden geldiğini unutma. Çünkü mal-mülk, insanın geçmiş hafızasını uçurur, insana kendini unutturur. Geçmişini unutmamak için nimetçe senden aşağı olanlara hor bakma ve geldiğin yeri daima hatırla.” şeklinde mırıldanır. Sonra bohçayı yerine koyup sandığı kapatır ve dışarı çıkınca sultanla karşılaşır. Sultan ona, “Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, şimdi ise kalbimin hazinedarısın.” der.

Sanırım bu hikaye, kıssadan hisse almak isteyenler için birebir. Allah kimseyi şaşırtmasın ve geldiği/çıktığı yeri yani dününü unutturmasın. Kimseyi de ne oldum delisi yapmasın.

*20/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Okul Yöneticilerinin Ek Dersle İmtihanı *

Kim yapacaksa okul yöneticileri için bir hayır yapsın. Okullarda müdür, müdür başyardımcısı ve müdür yardımcı olarak görev yapan okul yöneticilerinin özlük haklarını masaya bir yatırsın ve onları içinde bulundukları durumdan kurtarsın. Çünkü bunlar kadar okuluna devamlı kimse yoktur. Okulların gediklisidir bunlar. Ne öğrenci ne öğretmen ne de hizmetli bunlar kadar okula gelir. Okullarında destekleme ve yetiştirme kursu açılmışsa hafta sonu da bunlar okuldalar. Okullarında merkezi sınav olursa bunlar yine okuldalar. Çünkü istisnalar hariç bu mübarekler ne hakları olan yıllık bir ay izinlerini kullanır ne kolay kolay hasta olur ne sevk alır ne hafta sonu tatilini kullanır. Hastalanan da ayakta tedavisini olur, oradan okuluna geçer.

 

Okulla evli olmalarının yanında okul müdürü, müdür başyardımcısı 2, müdür yardımcıları haftada 6 ders saati derse gitmekle yükümlü iken bazıları bu girdiği dersle yetinmeyip kimi girdiği ders saatini hafta içinde 12 saate çıkarıyor, ders bitiminde veya hafta sonu açılan DYK kurslarında da derse giriyor. 

 

Bunların izne ihtiyaçları yok mu? Yorulmak nedir bilmezler mi? Eğitim sevdalısı mı bunlar? Bilinmez ama her insan gibi mutlaka bunlar da izin, tatil ve istirahata ihtiyaç duyarlar. İnsan olup da yorulmamak olur mu? Durum bu iken niçin izin kullanmıyor ve tatil yapmıyorlar o zaman? 

Bunları tatil, izin, istirahat gibi dünya meşgalesinden uzak tutan sebep, yönetim görevi olarak günlük aldıkları ek ders ücreti olsa gerek. Yani para. Bu görevlerinden dolayı izin kullanmıyor ya da kullanamıyorlar. Çünkü kullansalar ücretleri kesilecek. O yüzden 365 gün okuldalar dense yeridir. İzin almamalarında ve fazladan derse girmelerinde, sorumluluğun daha fazlası yöneticilerde olmasına rağmen girdikleri ders yükü, DYK, eksersiz vb derslerden dolayı öğretmenler yöneticilerinden daha fazla ek ders ücreti alabiliyorlar. Bu da okul yöneticilerinin zoruna gidiyor olsa gerek. Ki bunda da haklılar. Her ne kadar öğretmenler de girdiklerinin karşılığını alıyor olsalar da sorumluluğun büyüğünün yüklendiği okul yöneticilerini öğretmenlerinden düşük ücrete mahkum etmek hakkaniyete pek sığmasa gerek.

 

O yüzden ne yapıp ne edip okul yöneticilerinin ek ders meselesini yani parayla imtihanını çözmek gerek. Çünkü onların da insani olarak gezip dolaşmaya, tatil ve istirahata ihtiyaçları var. Bu konuda ne yapılabilir?

-Okul yöneticilerinin hakları olup kullanamadıkları yıllık izinlerini kullanabilmeleri için halen almış oldukları ek ders ücretinin maaşlarına ilave edilip ek ders ücreti adı altında ücret almalarının önüne geçilebilir. Bu, idarecileri doya doya tatil yapmaya sevk edecektir. Bu da onları madden ve manen rahatlatacak, öğretmenlerinin altında bir ücret almayacakları için zorunlu ders yükünün üzerinde de derse girmek zorunda kalmayacaklardır.

 

Hasılı, başka kurumları, yönetici ve personelinin maaş ve özlük hakları nedir bilmiyorum ama Milli Eğitimde görev yapan hizmetli, memur, öğretmen, idareci, şube müdürü, milli eğitim müdürü vs. olarak görev yapan kimselerin maaş ve özlük hakları konusunda maaş yönünden bir düzenleme yapılmalıdır ve aralarında maaş farkı olmalıdır. Mesela müdür yardımcısı öğretmeninden, okul müdürü yardımcısından, milli eğitim müdürü şube müdüründen bir kuruş da olsa fazla ücret/maaş almalıdır. Böyle bir düzenleme zor değil. Üstelik geçmişte bunun örnekleri de var. Eskiden Anadolu Liselerinde yabancı dil öğretmenleri girdikleri her iki saate bir saat ders dışı planlama alıyorlardı. Bunun sınırı yok muydu? Vardı. Yönetmelikte okul müdürünün aldığı ücreti geçemez maddesi vardı. Bugün de benzeri düzenlemeler yapılabilir. Makamların itibarı korunmak isteniyorsa bunun yapılması elzemdir.


*09/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

12 Kasım 2021 Cuma

İnsan Geldiği Yeri Unutmamalı (1) *

2000 öncesi Adıyaman’da çalışırken düşüncelerime uygun küçük bir sendikaya üye oldum. Birkaç yıl sonra Adana’ya tayinim çıktı. Adana’da göreve başladım. Sendika üyeliğim de sona erdi. Çünkü o zamanlar il dışına tayin olunca sendika üyeliği de biter, yeni göreve başladığın yerde yeniden üye olman gerekiyordu.

Yeni yerimde niyetim ne eski sendikama ne de yeni bir sendikaya üye olmaktı. Kendi halimde hür general olacaktım. Zira hangisi olursa olsun sendika adına yaptıkları sarı sendikacılıktan başka bir şey değildi. Sendika dediğin, personelin özlük haklarını iyileştirme adına çalışma yapması ve bunun mücadelesini vermesi gerektiğine inanırım. İsterim ki kendilerine özgü profesyonel sendikacılık yapsınlar. Gördüğüm kadarıyla ön plana çıkmış her bir sendika, bir siyasi parti ile dirsek temasında. Partisi iktidara gelirse nasılsa dirsek teması halinde oldukları sendika da yetkili sendika oluyor.

Ben bu düşünceler içerisinde görevimi yaparken o günün yetkili ve ikinci büyük sendikası zaman zaman işyerime uğrar, bizi ziyaret eder. Topladıkları personele kendilerini anlatmaya çalışırlar. Gözleri de herhangi bir sendikaya bağlı olmayanlarda olurdu. Genel konuşmadan sonra benimle de özel ilgilenirlerdi. Düşünmüyorum diyerek teşekkür edip yanlarından ayrıldım hep. Bu arada eski sendikamın temsilcisi ile işyerimde olmasa da bir başka ortamda tanışma imkanım oldu. Telefonlarımızı aldık. Sonra birkaç defa daha bir araya geldik. Bir defasında “Müstakil temsilci olabilmemiz için il barajını aşmamız gerekiyor. Halihazırda 40 üyeye ihtiyacımız var” dedi. Ben de üye olmayı düşünmüyordum ama madem bu durumdasınız, yazın beni üye dedim. Böylece eski sendikama 2002 Şubatında yeniden üye oldum. Başta mutemet olmak üzere kurum çalışanlarından “Bu sendikanın ismini ilk defa duyuyoruz. Nereden buldun?” diyenler oldu. Çünkü benim için eski ve bildiğim bir sendika olsa da kurumumda kimse tarafından tanınmıyordu. 2005 yılında ayrıldığım zaman dahil benden başka üyesi de olmadı.

2002 yılında Adana’da müstakil temsilcilik açamayan sendikam, ne zaman 40 üyeyi buldu bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla hükümet değişikliği ile birlikte sendikanın üyelerinde artış oldu. Üye artışı olunca seçim de kaçınılmaz oldu. Haliyle temsilci olmak için rakip de çıktı.

Oy vermeye gideyim mi gitmeyeyim mi derken oy kullanmam için telefonla aradılar. Bindim dolmuşa, seçimin yapıldığı yere gittim. Baktım yüzler eğri ve gergin bir bekleyiş var. Ne oldu dedim. İçeride tartışma olmuş. Birbirlerine hakarete varan sözler söylemişler. Bu durumu öğrenince bu sendikanın fazilette yarışmasını beklerken siz daha şimdiden birbirinize girmiş, başka şeylerin mücadelesini vermeye ve ikbal kavgasına başlamışsınız. Kusura bakmayın, oy kullanmayacağım deyip geldiğim gibi geri döndüm.

Bu nahoş olayı aklımın bir köşesine yazmış olsam da 2002’de girdiğim sendika ile üyelik bağım -sonradan birçok yanlışlara imza atsa da- 2020 Eylülüne kadar devam etti. 2002’de hür general olma düşüncemi geç de olsa hayatıma geçirdim. Şimdi herhangi bir sendika ile ne organik ne de inorganik bağım var. 2022-2023 yıllarında üye sayısı yönünden yüzde bir üyeye sahip sendika üyelerinin hesaplarına, sendika ikramiyesi adı altında her üç ayda bir 400 lira yatacak olmasına rağmen herhangi bir sendikaya girme düşüncem yok. Aidat kesintisinden sonra elde kalacak para benim için önemli olsa da sendikaların düşüncelerimi tam temsil etmemesi, etse de savrulması, değişmesi, bana yabancılaşması veya benim onlara yabancılaşmam, söylemleri, geldiği yeri unutmaları, siyasetle aralarına mesafe koyamamaları vb. durumlar beni üyelikten soğuttu. (Bu konuya devam edelim.)

*19/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.