Ana içeriğe atla

İnsan Geldiği Yeri Unutmamalı (1) *

2000 öncesi Adıyaman’da çalışırken düşüncelerime uygun küçük bir sendikaya üye oldum. Birkaç yıl sonra Adana’ya tayinim çıktı. Adana’da göreve başladım. Sendika üyeliğim de sona erdi. Çünkü o zamanlar il dışına tayin olunca sendika üyeliği de biter, yeni göreve başladığın yerde yeniden üye olman gerekiyordu.

Yeni yerimde niyetim ne eski sendikama ne de yeni bir sendikaya üye olmaktı. Kendi halimde hür general olacaktım. Zira hangisi olursa olsun sendika adına yaptıkları sarı sendikacılıktan başka bir şey değildi. Sendika dediğin, personelin özlük haklarını iyileştirme adına çalışma yapması ve bunun mücadelesini vermesi gerektiğine inanırım. İsterim ki kendilerine özgü profesyonel sendikacılık yapsınlar. Gördüğüm kadarıyla ön plana çıkmış her bir sendika, bir siyasi parti ile dirsek temasında. Partisi iktidara gelirse nasılsa dirsek teması halinde oldukları sendika da yetkili sendika oluyor.

Ben bu düşünceler içerisinde görevimi yaparken o günün yetkili ve ikinci büyük sendikası zaman zaman işyerime uğrar, bizi ziyaret eder. Topladıkları personele kendilerini anlatmaya çalışırlar. Gözleri de herhangi bir sendikaya bağlı olmayanlarda olurdu. Genel konuşmadan sonra benimle de özel ilgilenirlerdi. Düşünmüyorum diyerek teşekkür edip yanlarından ayrıldım hep. Bu arada eski sendikamın temsilcisi ile işyerimde olmasa da bir başka ortamda tanışma imkanım oldu. Telefonlarımızı aldık. Sonra birkaç defa daha bir araya geldik. Bir defasında “Müstakil temsilci olabilmemiz için il barajını aşmamız gerekiyor. Halihazırda 40 üyeye ihtiyacımız var” dedi. Ben de üye olmayı düşünmüyordum ama madem bu durumdasınız, yazın beni üye dedim. Böylece eski sendikama 2002 Şubatında yeniden üye oldum. Başta mutemet olmak üzere kurum çalışanlarından “Bu sendikanın ismini ilk defa duyuyoruz. Nereden buldun?” diyenler oldu. Çünkü benim için eski ve bildiğim bir sendika olsa da kurumumda kimse tarafından tanınmıyordu. 2005 yılında ayrıldığım zaman dahil benden başka üyesi de olmadı.

2002 yılında Adana’da müstakil temsilcilik açamayan sendikam, ne zaman 40 üyeyi buldu bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla hükümet değişikliği ile birlikte sendikanın üyelerinde artış oldu. Üye artışı olunca seçim de kaçınılmaz oldu. Haliyle temsilci olmak için rakip de çıktı.

Oy vermeye gideyim mi gitmeyeyim mi derken oy kullanmam için telefonla aradılar. Bindim dolmuşa, seçimin yapıldığı yere gittim. Baktım yüzler eğri ve gergin bir bekleyiş var. Ne oldu dedim. İçeride tartışma olmuş. Birbirlerine hakarete varan sözler söylemişler. Bu durumu öğrenince bu sendikanın fazilette yarışmasını beklerken siz daha şimdiden birbirinize girmiş, başka şeylerin mücadelesini vermeye ve ikbal kavgasına başlamışsınız. Kusura bakmayın, oy kullanmayacağım deyip geldiğim gibi geri döndüm.

Bu nahoş olayı aklımın bir köşesine yazmış olsam da 2002’de girdiğim sendika ile üyelik bağım -sonradan birçok yanlışlara imza atsa da- 2020 Eylülüne kadar devam etti. 2002’de hür general olma düşüncemi geç de olsa hayatıma geçirdim. Şimdi herhangi bir sendika ile ne organik ne de inorganik bağım var. 2022-2023 yıllarında üye sayısı yönünden yüzde bir üyeye sahip sendika üyelerinin hesaplarına, sendika ikramiyesi adı altında her üç ayda bir 400 lira yatacak olmasına rağmen herhangi bir sendikaya girme düşüncem yok. Aidat kesintisinden sonra elde kalacak para benim için önemli olsa da sendikaların düşüncelerimi tam temsil etmemesi, etse de savrulması, değişmesi, bana yabancılaşması veya benim onlara yabancılaşmam, söylemleri, geldiği yeri unutmaları, siyasetle aralarına mesafe koyamamaları vb. durumlar beni üyelikten soğuttu. (Bu konuya devam edelim.)

*19/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde