Ana içeriğe atla

Değişmez İki Yasa *

Kur’an-ı Kerim’in her ayetinin bizlere vermek istediği mesajları vardır. Bu yüzden her bir ayet bizler için önemlidir. Özellikle toplumsal yasalar benim dikkatimi daha bir çeker. Burada bizim için bir formül olan birbiriyle bağlantılı iki ayete yer vereceğim:

İlki, “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” (Rad 11)

Diğeri, “Bu, bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe Allah'ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah'ın işiten, bilen olmasındandır.” (Enfal 53)

Her iki ayet de sünnetullah dediğimiz Allah’ın değişmez toplumsal yasalarındandır. Bu yasaları yerine getirenin veya getirmeyenin inancı burada önemli değildir. Kim yasaların gereklerini yerine getirirse değişim ve nimet kaçınılmazdır.

İlk ayete gelirsek; bir toplum, bir devlet veya kişiler mevcut durumlarından memnun değil iseler öncelikle mevcut durumlarından vazgeçecek. İyi, düzgün ve güzel olmak için ne yapılması gerekiyorsa ona çaba gösterecek. Vazgeçmezlerse, mevcut kötü hal üzere hayatiyetlerine devam ederler. Yerlerinde saydıkları için gerisin geri de giderler. Yani tüm iş ve işlemler kuralına göre yapılacak ki semere alınabilsin. Bunu yapmadan oturdukları yerden diledikleri kadar veryansın etsinler. Allah hiçbirinin ve hiç kimsenin durumunu değiştirmez. Fark etti iseniz burada topyekun bir düzelme yani mevcut durumdan vazgeçme söz konusu. Herkes taşın altına elini koyacak. Burada az sayıda kişilerin çabası yeterli olmaz. Kurtarıcıya da yer yoktur. Yani herkes düzelmek isteyecek, bunun için çaba gösterecek. Allah da bu istek ve çabanın gereğini yerine getirecek. Bu da nimet olarak döner toplumlara.

İkinci ayette ise değişimin sonunda gelen nimetlerin devamına işaret edilmektedir. Söz ve fiilleriyle değişime imza atan toplumlar, kendilerine bahşedilen nimetlerin ellerinden alınmasını istemiyorlarsa, gidişatlarını değiştirmeyecekler ve üzerine koymaya devam edecekler. Allah bunlara nimetlerini verdikçe verir. Yeter bunlara verdiğim bu kadar nimet demez. Kur’an Yolu Tefsirinde bu ayet için şu açıklamaya yer verilir: “…Allah verdiği bir nimeti durup dururken, nimete mazhar olan kulda bir değişiklik meydana gelmeden geri almaz, zıddı ile değiştirmez. Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lütfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar... İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir.”

Demek ki ikinci ayette bahsedilen yani kişi ve toplumlara verilen nimetin geri alınmasında;

-İnsanların hoşa gitmeyecek şekilde değişmesi,

-Değerlerine yabancılaşması,

-Verilen nimetin ne için verildiğinin unutulması,

-Nimetin gerektiği yerde, gerektiği gibi değil de zulüm yolunda kullanılması,

-Şımarıklık gösterilmesi,

-Nimetin kendilerine mal edilmesi vs.

Bu iki ayet Allah’ın değişmez yasası olduğuna göre toplumsal olayları bu ayetler çerçevesinde ele almak lazım. Bu ayetleri sadece toplumsal olaylarda değil, siyasi olaylarda da göz önünde bulundurmak gerek. Bu durumu bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki bir siyasi parti, kendini güzel anlatmış ve yapacaklarına da halkı ikna etmişse halk o partiyi iktidara getirir. O parti iyi çalışır, ülkeye hizmet ederse halk o siyasi partiye tekrar tekrar iktidar nimetini bahşeder. Eğer o iktidar, sorunları çözmeye yanaşmadığı gibi her şeyi ağzına yüzüne bulaştırmaya başlar, yozlaşır, halkı okuyamaz noktaya gelir ise halk yavaş yavaş desteğini çeker ve bir bakarsınız ki bir seçimde o partiye yol verir. Türkiye’nin geçmiş iktidarları hep böyle geldi, böyle gitti. Eğer birileri, iktidar nimetine devam etmek istiyorsa ne yapması gerektiğini bu ayete bakarak karar vermeli. Böyle yapmayıp desteğini çekmeye başlayan halka kızmak, onları nankör gibi görmek ucuz siyasettir ve intihardır. Bunun da siyasette yeri yoktur.

*26/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde