31 Ekim 2021 Pazar

Bu Fiyata Bu Limon

Bu devirde, bu günlerde evinde limonu olsa daha ne ister insan. Limon dediğin her şeye maydanoz olur. Çay, çorba, salata, balık, etli ekmek, lahmacun, turp, zeytin vs ne varsa hepsinin içine sıkabilirsin. Tavsiye etmem ama şapır şapır yiyenler bile var. Miden götürür, dişlerini de kamaşmıyorsa ye yiyebildiğin kadar. Karşındakinin yüzü buruşurmuş, dişleri gıcırdarmış, umurunda mı sanki. Üstelik her derde deva. Bazıları, gribe birebir. Kışın hastalanıp poşet poşet ilaç kullanacağına bir çuval limon ye. Hiç hastalanmazsın, der. 

Neyse, siz yiyin yiyebildiğiniz kadar ve yiyecek adına ne bulmuşsanız üzerine limon sıkın. Benim limonla hiç aram yok. O yüzden hiç aramam. Bir yemek ve çorbanın içine limon sıkacaksam da limon tadı gelmeyecek. Sadece sıkmış olmak için sıkıyorum. Bazılarının yediği gibi yiyemem. Sadece limonu değil, ekşi ve mayhoş olan hiçbir şeyi yiyemem. Kazara yemiş isem, dişlerim kamaştığı için uzun süre bir şey yiyemem. Ondan sonra dişleri normal işlevine döndürünceye kadar ne işkence çektiğimi bir ben bilirim bir Allah. 

Benim limonla aram olmasa da ama evimde limon eksik olmaz. Zira evde sadece ben yaşamıyorum.

Bir akşam eve geldim. Sofraya oturdum. Önüme yemek servis yapılmasını bekliyorum. İçeceğim de bir kase çorba. Ama tabak önüme gelinceye kadar burnumdan geldi. Neymiş de çorbaya sıkılacak limon kalmamış. Alaydınız pazardan dedim. Unutulmuş. Uzatmayayım. Çorbayı içtik ama ah bir limon olsaydı, limonsuz içilir miymiş sözleri tekrar edildi durdu.

Sabahı gücün ettim. İşe attım kendimi. Yolda gelirken aman oğlum, limonu unutma diye sıkı sıkıya tembih ettim kendi kendime. beşli market zincirinden olmayan bir marketin karşısına arabamı park ettim. Hemen manav reyonuna yöneldim. Pahalı ucu demeden limon alacaktım. Yoksa limon da limon teranesi dinleyecektim yeniden. Çekemezdim akşam akşam ikinci defa.

Market benim geleceğimi ve limon alacağımı bilmiş olmalı ki koca tereği limonla doldurmuş. Baktım altın sarısı gibi al beni diyor. Bir de fiyatına baktım. Sonra tekrar baktım. Şaşırdım doğrusu. Olamaz dedim. Bu pahalılıkta bu kadar ucuz bir meyve. Bir de hayat pahalı, her şey ateş pahası olmuş derler. Aha size ucuzluk. Hem de sudan ucuz. Bundan iyisi zaten can sağlığı. Kim verir bu devirde 1,99 kuruşa limonu. Dalından koparıp bile vermezler bu paraya. Üstelik 2 lira bile değil. Hem taze hem kelepir hem de sulu. Kesip suyunu sıkınca limon banyosu bile yapılabilir, şeklinde içten içe konuşuyorum. Bir taraftan da şaşkınlığım geçtikten sonra manav reyonundaki ücretsiz poşetlerden bir tanesini açarak limonları doldurmaya başladım. Koydum da koydum. Bu içimden geçenleri dışa vursaydım, hükümet karşıtları amma da yağcılık yapıyorsun diyecekler. Pahalı diyeceğim, hükümet taraftarları nankörlük yapma, eskiden limon da yoktu. Sen bir de Almanya’da limon kaç EURO? Ona bak diyecekler. En iyisi limonu ucuz da demeyeyim, pahalı da. İçimde kalsın hepsi. Üstelik kimseyi bu saatten sonra ikna etme gibi bir niyetim yok. Ben evime karşı sorumluyum, limon yüzünden evimin saadetinin ve ağzımın olmayan tadının bozulmasını da istemem.

Laf aramızda varsın muhalifler kızsın, limon ucuz. Burada bu fiyata olan limon kim bilir, Tarım Kredi Kooperatiflerinde ne kadardır? Ah oraya bir gidebilsem. Gidebilseydim belki de bir kilo alana bir kilo bedava yazmışlardı. Belki de 1,98 kuruştan satışa sunmuş olabilirlerdi. Ama TKK bana uzak maalesef efendim. Bahtıma yanayım.

Yahu bu limonun bu kadar ucuz olmasının sebebi, beşli marketler zincirine verilen kallavi cezalar olmasın. Cezayı gören esnaf, bu ceza oğlum sana söylüyorum, gelinim sen dinle sadedinde deyip fiyatları indirmiş olabilir mi? 

Neyse diğer ürünler için bir şey diyemiyorum ama limon ucuz. İhtiyacınız varsa alın. Alırken başkasına tedarik sıkıntısı vermeyecek şekilde ihtiyacınızı giderin. Yoksa... Benden söylemesi.

Burada bir söz de TÜİK'e söyleyeyim. Kasım ve Aralık ayı enflasyon rakamlarını açıklamadan önce alışveriş sepetine limonu eklemeyi unutma. Hatta diğer gıdayı çıkar sadece limonu koy. Ondan sonra rakamları açıkla. Bak bakalım ÜFE ve TÜFE ne çıkacak? Bu aylarda enflasyon eksi çıkmazsa gel yanıma. Bu önerim ciddiye alın. Merkez Bankasının yıl sonu enflasyon tahminine sizin de biraz katkınız olsun. Unutmayın bu ülke hepimizin. Haydi göreyim sizi.

28 Ekim 2021 Perşembe

Çocuklarımıza Bırakacağımız Miras

Kız çocuğu da aynı, erkek çocuğu da aynı dense de toplumumuzun bir kesiminde kız çocuklarına karşı aşırı bir korumacılık var. Onlar, kızımın başına bir şey gelir düşüncesiyle tedbir üzerine tedbir alırlar. Diğer bir kesim daha var ki saldım çayıra, Mevla’m kayıra dercesine kendi haline bırakır.

Toplum olarak orta yolu bulmak zorundayız. Zira aşırı korumacılık da yanlış, çocuğu kendi haline bırakmak da.  Şu var ki toplum olarak çocuklara ne şekilde davranacağımız, onları hayata nasıl ve ne şekil hazırlayacağımız konusunda kafamız net değil. Bu konuda ne yapılabilir diye çok kafa yorduğumuz da yok. Yaptığımız tek şey, ya kendi doğrularımızla hareket etmek ya büyüklerden gördüğümüzü uygulamak ya büyüklerin bize uyguladığını taklit etmek ya bildik polisiye tedbirlere başvurmak ya da baskı uygulamak. Bu durum sadece anne baba ve diğer aile bireyleri için geçerli değil, eğitim camiası için de aynı durum söz konusu. Hangi yolları denersek deneyelim, çoğu anne-baba ya da eğitimci, yıllar sonra "Çocuk yetiştirmede ve eğitmede istediğimiz başarıyı elde edemedik. Bir yerlerde hata yapıyoruz ama nerede" şeklinde serzenişte bulunur. Matematik formülü değil ki formülü girince istenilen sonucu bulalım. Çocuk da olsa, karşımızdaki insandır. 

Nasıl yaparsak yapalım, hangi yolları denersek deneyelim, çocuğumuz ister kız ister erkek olsun, hayatın her safhasında onları, her türlü zorluğa karşı hayatın içinden yetiştirmek zorundayız. Aşırı korumacılığın, tedbir üzerine tedbir almanın, baskı üzerine baskı kurmanın, yaşına uygun sorumluluk vermemenin, ben çektim, çocuğum çekmesin deyip her şeyine kol-kanat germenin, saçı süpürge etmenin çocuklardaki öz güveni yok ettiğini düşünüyorum. Kendisine güvenilmediğini hissettirdiğimiz, sen yapamazsın dediğimiz çocuklarımızın, bir türlü kendileri olamadıklarını, yaşları büyüse bile kendi işini ve sorumluluğunu yeterince üstlenemediğini görüyoruz. Haliyle sırtımızdan inmiyor. Maalesef çocuğumuzu bu noktaya getiren de bizleriz. Çünkü yaptıklarımızla ya da yapmamız gerekenleri yapmamakla öz güven aşılayamadığımız çocuğumuzun, büyüdüğü zaman bile öz güveni eksik kalıyor. Nicelerini bilirim ki bir işi tek başına yapamazlar, yalnız başına kalamazlar.

Öz güven ne zaman kazanılır? Ağaç yaşken eğilir misali, öz güven küçükken kazanılır, maalesef sonradan kazanılmıyor. O yüzden diyorum ki bir anne-babanın ve eğitimcinin, bilgi ve terbiyeden önce ilk yapmaları gereken çocuklara öz güven aşılamaktır. Küçük yaşta öz güven elde edenlerden korkmayacaksın. Çünkü onlar her işi yaparlar. Ne aç kalırlar ne de dertlerini anlatmaktan aciz. Ekmeğini taştan çıkarırlar, sorunlarını da çözerler. O yüzden çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras mal-mülk değil, öz güven olmalı.

Hangi Partiyi Tutuyorum?

Bir okuyucum, bir yazımın altına “Merhabalar, yazılarınızı uzun zamandır takip ediyorum ama siyasi görüşünüzü merak ediyorum. Hangi partilisiniz?” şeklinde bir yorum yazmış. Zaman zaman başka platformlarda böyle sorularla muhatap olduğum için bu konuda bir yazı yazmak vacip oldu artık. Okuyucum haklı. Çünkü bizde hangi partili olduğumuz merak edilir. Bu yazımda bu merakı gidermeye çalışacağım inşallah.

Sadece hangi partili olduğumuz mu merak edilir? Bunun dışında aynı zamanda hangi takımı tuttuğumuz, din ve dünya görüşümüz, sünni-alevi olup olmadığımız, dindar-mütedeyyin-İslamcılığımız veya laik sekulerliğimiz, Türk-Kürk-Afgan-Suriyeli olup olmadığımız, Atatürk’ü sevip sevmediğimiz merak edilir. Niye merak ederiz? Bir kişinin görüşünü öğreneceğiz ki aynı görüşte isek konuşurken muhabbetin dibine vuracağız. Farklı görüşte isek tartışma için kolları sıvayacağız. Bazen de kişiyi mimlemek, kara listeye almak ve mesafe koymak için tanımadığımız muhatabımıza yem bile atarız. Daha olmadı, kişi sosyal medya kullanıyorsa sayfasına girip paylaşımlarına bakarız ki kim olduğunu bilelim.

Neyse gelelim konumuza. Partili değilim, partici ise hiç. Bu demek değildir ki parti, siyasetle hiç işim yok. Türk milletinden olup da siyasete ilgi duymayan ve siyaset konuşmayan olmaz. Yediden yetmişe her birimiz siyasetin tam göbeğindeyiz. Çünkü bizde siyaset her şeydir. Seçmen, ülkenin kurtuluşunu siyasetten bekler. O yüzden bu ülkede sadece seçim zamanı değil, her gün her saat her yıl siyaset konuşulur. Toplum olarak çok politize olduk vesselam. Doğru mu bu yaptığımız? Profesyonel politika yapanlar her gün siyaset konuşabilir ama vatandaşın Allah’ın günü siyaset konuşmasını doğru bulmuyorum. İşimize ve gücümüze bakmamız lazım. Hoş, siyaset yoluyla bu ülke meselelerinin çözüleceği inancımı da her geçen yıl kaybediyorum.

İlk oyumu Özal zamanında “Eski siyasi yasaklıların yasaklılığı kalksın mı, kalkmasın mı” referandumunda kullandım. O günden 2019 mahalli seçimlerine gelinceye kadar dindar, mütedeyyin ve İslamcıların ağırlıklı olarak oy verdiği partilere oyumu verdim. 2011 yılından itibaren mütemadiyen oy verdiğim partimin yaptığı yanlışları içeriden biri olarak eleştirmekle beraber kötünün iyisi ve başka alternatifi yok diye oy vermeye devam ettim. 2019 mahalli seçimlerine gelince, kimsenin yanlışını düzelteceği yok, bunların emellerine alet olmayayım diyerek sandık görevlisi olmama rağmen sandık görevimi de iptal ettirerek görev almadım, oy vermeye de gitmedim. Sandığa gitmemekle pişmanlık duydum mu? Hayır. Aslında oy vermeme işini 3-5 yıl öncesinden başlatmam daha iyiydi ama bir umut devam ettim. Bundan sonra da şu anki halimle sandığa gitmeyi düşünmüyorum. Çünkü mevcut, umutları tüketiyor ve yok ediyor, iktidar adayları da umut vermiyor. Maalesef bu durumumuz 2000 öncesi siyasi tükenmişliği andırıyor. Bu umutsuzluk ve hayal kırıklığı sadece ben de değil, toplumun belli bir kesiminde var ve her geçen gün artıyor. Yapılan saha araştırmalarında, kararsızların oy oranının yüksekliği de bunu gösteriyor. Çünkü seçmenin kafası karışık. Bu kafası karışık olanların belli bir yüzdesi belki de sandığa gitmeyecek. Çünkü her gelenin bize hizmet diye sunduğu ve övündüğü, yalancı bahardan ve pansuman tedbirlerle günü kurtarmaktan, belli bir kesimi ihya ederken diğer kesimleri mağdur etmekten başka bir şey değil.

Özetle, halihazırda bir partim yok, partisizim. Türkiye’nin dertlerine çözüm bulacak bir siyasi parti göremiyorum. Sandığa gitmemek çözüm mü? Değil elbet. Çünkü oy versek de vermesek de bu ülkeyi birileri yönetecek ve biz bundan şu ya da bu şekilde etkileneceğiz. Ama birilerinin değirmenine de su taşımak istemiyorum. Şayet içime, şu siyasi parti sorunlara çözüm getirir şeklinde bir umut doğarsa gidip ona oyumu verebilirim. Oy vereceğim partinin de dinine, imanına, Allah-din-peygamber dediğine, namazına, niyazına ve dini söylemine bakmayacağım. Oy vereceğim parti, toplumsal barışı sağlayacak, kutuplaştırmayı en aza indirgeyecek, milleti mali yönden rahatlatacak, hizmetten başka ajandasında gizli planı olmayacak, cebini doldurmaya gelmeyecek, ideolojik davranmayacak, kadrolaşmayacak, adalet ve ehliyeti merkezine alacak, ülkeyi kendi emellerine alet etmeyecek, ülkeyi namerde muhtaç etmeyecek, ülkenin kaynaklarını ve geleceğini yok etmeyeceği gibi üzerine koyacak, çevresiyle kavgalı olmayacak, partide lider değil, ekibi ön planda olacak vs. şeklinde olmalıdır.