Ana içeriğe atla

Çocuklarımıza Bırakacağımız Miras

Kız çocuğu da aynı, erkek çocuğu da aynı dense de toplumumuzun bir kesiminde kız çocuklarına karşı aşırı bir korumacılık var. Onlar, kızımın başına bir şey gelir düşüncesiyle tedbir üzerine tedbir alırlar. Diğer bir kesim daha var ki saldım çayıra, Mevla’m kayıra dercesine kendi haline bırakır.

Toplum olarak orta yolu bulmak zorundayız. Zira aşırı korumacılık da yanlış, çocuğu kendi haline bırakmak da.  Şu var ki toplum olarak çocuklara ne şekilde davranacağımız, onları hayata nasıl ve ne şekil hazırlayacağımız konusunda kafamız net değil. Bu konuda ne yapılabilir diye çok kafa yorduğumuz da yok. Yaptığımız tek şey, ya kendi doğrularımızla hareket etmek ya büyüklerden gördüğümüzü uygulamak ya büyüklerin bize uyguladığını taklit etmek ya bildik polisiye tedbirlere başvurmak ya da baskı uygulamak. Bu durum sadece anne baba ve diğer aile bireyleri için geçerli değil, eğitim camiası için de aynı durum söz konusu. Hangi yolları denersek deneyelim, çoğu anne-baba ya da eğitimci, yıllar sonra "Çocuk yetiştirmede ve eğitmede istediğimiz başarıyı elde edemedik. Bir yerlerde hata yapıyoruz ama nerede" şeklinde serzenişte bulunur. Matematik formülü değil ki formülü girince istenilen sonucu bulalım. Çocuk da olsa, karşımızdaki insandır. 

Nasıl yaparsak yapalım, hangi yolları denersek deneyelim, çocuğumuz ister kız ister erkek olsun, hayatın her safhasında onları, her türlü zorluğa karşı hayatın içinden yetiştirmek zorundayız. Aşırı korumacılığın, tedbir üzerine tedbir almanın, baskı üzerine baskı kurmanın, yaşına uygun sorumluluk vermemenin, ben çektim, çocuğum çekmesin deyip her şeyine kol-kanat germenin, saçı süpürge etmenin çocuklardaki öz güveni yok ettiğini düşünüyorum. Kendisine güvenilmediğini hissettirdiğimiz, sen yapamazsın dediğimiz çocuklarımızın, bir türlü kendileri olamadıklarını, yaşları büyüse bile kendi işini ve sorumluluğunu yeterince üstlenemediğini görüyoruz. Haliyle sırtımızdan inmiyor. Maalesef çocuğumuzu bu noktaya getiren de bizleriz. Çünkü yaptıklarımızla ya da yapmamız gerekenleri yapmamakla öz güven aşılayamadığımız çocuğumuzun, büyüdüğü zaman bile öz güveni eksik kalıyor. Nicelerini bilirim ki bir işi tek başına yapamazlar, yalnız başına kalamazlar.

Öz güven ne zaman kazanılır? Ağaç yaşken eğilir misali, öz güven küçükken kazanılır, maalesef sonradan kazanılmıyor. O yüzden diyorum ki bir anne-babanın ve eğitimcinin, bilgi ve terbiyeden önce ilk yapmaları gereken çocuklara öz güven aşılamaktır. Küçük yaşta öz güven elde edenlerden korkmayacaksın. Çünkü onlar her işi yaparlar. Ne aç kalırlar ne de dertlerini anlatmaktan aciz. Ekmeğini taştan çıkarırlar, sorunlarını da çözerler. O yüzden çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras mal-mülk değil, öz güven olmalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde