28 Ekim 2021 Perşembe

Yöneticilerimiz Nezaket Kurallarının Neresinde? *

Protokol ve nezaket kuralları, resmi kurum ve kuruluşlarda olmazsa olmazdır. Riayet edilmediği takdirde affı yoktur. Çoğu zaman krizlere sebebiyet verir. En hafifiyle ayıp edilmiş ve pot kırılmış olur. Bu yüzden başta amir ve yöneticiler olmak üzere kurum çalışanları, bu konuda kurs ve seminerlerden geçirilir. Burada niyetim bu kurallardan bahsetmek değil. Sadece bir tanesinin üzerinde duracağım: "Olağanüstü durumlar hariç, sabah saat 9.00'dan önce akşam saat 21.00'dan sonra telefon edilmez" . Bu kuralı bilmeyen yönetici, amir ve memur yoktur. Ama ne kadar riayet ettiğimiz tartışılır. Çünkü bizde tüm kurallar çiğnenmek ya da bizim dışımızdakilerin uyması için vardır.


Telefonla ilintili olarak son yıllarda bir de WhatsApp, Bip gibi mesajlaşma hayatımıza girdi. Bugün telefonla konuşma yerine genellikle bu mesajlaşma yolları kullanılıyor. Her türlü bilgi, belge, video, resim, yönetmelik, talimat, duyuru, resmi yazı vs bu yol ile hızlı bir şekilde ulaştırılabiliyor. Mesajın birden fazla kişiye ulaşması istendiğinde, kişiler seçilerek veya grup kurularak tek tuşla grubumuza dahil ettiğimiz kişilere saniyeler içerisinde gönderebiliyoruz. Aynı zamanda gönderdiğimiz mesajın muhataplarımız tarafından okunup okumadığını da takip edebiliyoruz. Bu mesaj sistemini, telefonu olan herkes kullandığı gibi resmi kurumlar da kullanıyor. Hatta mesajlaşma resmi kurumlarda çok yaygın. Çalışanların eli, ayağı dense yeridir.


Bugün her kurum ve  her birim yöneticisinin alt birimleriyle iletişim kurmak, bilgi ve belge paylaşmak ve gereğinin yapılmasını istemek amacıyla ayrı ayrı Whatsapp/Bip grupları var. Grup kurma işi Ankara'dan illere, illerden ilçelere, belde ve köylere kadar uzanıyor. Olsun olmaya. Ki ihtiyaç. Bu teknoloji ve iletişim çağında bu imkandan faydalanmak lazım. 


Peki, WhatsApp ve Bip kuran ve bu grupları yöneten üst yöneticiler, yazımın başında değindiğim protokol ve nezaket kurallarına yani sabah 9.00'dan önce ve akşam 21.00'den sonra telefon edip başkasını rahatsız etmeme kuralına, Whatsapp ve Bip mesajlaşmalarında ne derece riayet ediyorlar? Gördüğüm kadarıyla riayet eden yok. Çünkü ne mesai biliyorlar ne tatil ne akşam biliyorlar ne sabah. Neredeyse 24 saat yağmur gibi mesaj gönderiyorlar. Ankara'daki illere, illerdekiler ilçelere, ilçelerdekiler köy ve beldelere gönderiyor durmadan. Kişilerin bir tane grubu olsa yine gam yemeyeceğim. Çünkü her bir çalışan ve yöneticinin dahil olduğu onlarca grubu var. Bu mesajları görünce gece 10-11 saatlerinde telefon açmak bana daha masum geldi. Telefonla en azından bir kişi rahatsız oluyor. Mesajla ise o kurumu ilgilendiren herkes rahatsız oluyor.


Mübarekler, mesainin suyu mu çıktı? Sizin ev hayatınız yok mu? Ailenize zaman ayırmaz mısınız? Uyku sorunu mu yaşıyorsunuz da ben uyuyamıyorum, bunları da uyutmayayım mı diyorsunuz ya da iş yapar gibi mi görüneceksiniz? Geceleri bu mesajların gereğini yapın diye gönderdikten sonra sahi gündüz ne iş yapacaksınız siz? Sonra gece gece bu mesajın gereğini kim, nasıl yerine getirecek? Çalışan mecbur mu telefonu yanında tutmaya ve bu mesajlara bakmaya?


Ah gönderilenler de çok önemli bir şey olsa… Çünkü aynı bilgi ve istek sabahında kurumun yazışma adresinden de geliyor. Tüm bu mesajlaşmalar hem bilgi kirliliğinden hem özel hayatı yok saymaktan hem de mesai mefhumunu yok etmekten başka bir şey değildir. Bunu yapan yani haberleşmenin, mesajlaşmanın cılkını çıkaran yöneticilerimiz, bu aşamadan sonra hiç protokol ve nezaket kurallarından ve mesai mefhumundan bahsetmesinler. Unutmayın ki gece çalışan, ha bire mesaj gönderen yönetici plansız bir yöneticidir. İş bitirmezler. Bal yapmaz arı gibidirler. Bunlar çalışanlarına sadece külfet verirler. Böyle plansızların altında çalışanlara da Allah ecir ve sabır versin. Yatıp zıbarın be! Tek kelimeyle insaf insaf insaf... 


*08/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Ekim 2021 Salı

Ben Kimi mi Tutuyorum? *

Babamlar, 5 erkek 2 kız olmak üzere 7 kardeşler. Dedemin vefatından nice sonra dedemden kalan miras paylaşıldı. Yanlış hatırlamıyorsam kız-erkek ayırmadan her birine yedişer dönüm tarla düştü. Hangisine hangi dönümler düşeceği de kura ile belirlendi. Farklı mevkilerde iki de bağ vardı paylaşılacak. Yine kura ile bağın biri üç amcama, diğeri de amcamla babama düştü.

Kendilerine bağdan pay verilmeyen halalarım, amcama “Ağa, bize bağdan niye pay vermediniz yoksa kız diye bizi hesaba katmadınız mı” derler. Amcam bu durumu babamla paylaşır, ne yapalım diye sorar. Amcam ile babam, bizim de kardeşlerimize bir hayrımız olsun. Kendi hissemize düşen bağı iki kıza verelim derler.

Amcamla bu kararı birlikte alan babam, bu durumu bize anlattı. “Bağı kızlara verdik” dedi.

Bize düştükten sonra bu bağın üzümünü yemek bize nasip oldu mu, bu bağ bizde ne kadar kaldı hatırlamıyorum. 

Bildiğim, öğrenci idim o zamanlar. Gurbette okurdum. Ya yaz dönemi ya da hafta sonu tatili idi. Ziyaret için ailemin yanına geldim. 

Eve girdiğimde odanın ortasında babamı oturur gördüm. Sağ ayağını sıyırmış, baldırındaki çıban* adını verdiği yaraya merhem sürüyordu. Nasılsın diyerek eğilip elini öptüm. Bana hoş geldin dedi ama morali bozuktu. Ne oldu, hayırdır dedim. Halangille bozuştuk dedi. Ne hayır dedim. Şu bizim bağ vardı ya dedi. Evet dedim, halamgile vermiştiniz. İşte o bağın kenarında kayısı ağaçları vardı. Amcanla beraber o ağaçların kuruyan dallarını odun** yapalım, kışın sobada yakarız diye kesip geldik. Amcanla paylaştık. Halangil de bağın ağaçlarını niye kestiğimizi sorguladı. Buna kızdım dedi. Ben de bağı vermeden ve ağaçları kesmeden önce halamgile, biz bağın ağaçlarını keseceğiz dediniz mi dedim. Demedik dedi. Niye demediniz dedim. İyi de bağ bizimdi zaten. Tamam, bizimdi ama siz halamgile verdiniz. Artık o bağda hakkınız kalmadı. Bu durumda iyi yapmamışsınız, keşke böyle olmasaydı dedim. Benim bu konuşmam üzerine babamın morali iyice bozuldu. Sinirlenince kafasını sağa sola sallardı. İşte o sallamalardan bir tanesinden de ben nasiplendim ve bana şunu söyledi: “Sen kimi tutuyorsun?” Elbette seni tutacağım ama doğruya doğru diyeceksek, siz haksızsınız dedim ve baltayı taşa vurdum. 

Sahi, ben kimi tutuyorum***? Baba varken hala tutulur mu? İyi valla. Üstelik o bağ hala babam ve amcamın üzerinde olsaydı, o bağın üzümünü yer, bağını sormazdım. Bırakana rahmet derdim. Belki de paylaşınca bana da düşebilirdi. Bugün o bağın olduğu yerler parsel oldu ve değerlendi. Oraya bir güzel ev de yapılabilirdi. Aman, dünya malı değil mi? Hiç gözüm olmadı. Geldim gidiyorum. Babama böyle dediğim için de pişman değilim. Bugün olsa yine derim. 

*Avuç içi büyüklüğündeki yara, egzamaya benzeyen, kabuk bağlayan, durmadan kaşındıran, kaşıdıkça kanayan bir yara idi. Bildim bileli babamın baldırında yumru gibi duran bu yaraya, Meram Tıp Fakültesi o günün imkanlarıyla teşhis koyamamıştı. İbni Sina Hastanesine gitmiştik birlikte iki defa. İlkinde muayene oldu ve biyopsi yapıldı. Sonucu almak için ikinci gidişimizde hastalığının bir kanser çeşidi olan Bowen olduğunu öğrenmiştik. Muayene eden doktor, yatış verdi. Arkadaşlarla konuşup ameliyat kararı vereceğiz dedi. Doktorun, bu hastalığın şakası yok demesine rağmen hastalığı duyan bir akrabadan, aman bıçak vurdurma telefonunu alan babam, ameliyat olmaktan vazgeçti. Başka da tedavisi olmadığı için hastaneden çıkardık. İkna edelim, bu ameliyatı Konya'da yaptırırız dedik. Bir yıl sonra biraderim, Meram Tıp Fakültesine ameliyat için götürdüğünde, kalbinin ameliyata uygun olmadığı söylendi. Hasılı ameliyat olmadı. Rahmetlinin başka da bir hastalığı yoktu. Yalnız ayağındaki bu hastalığından çok çekti. Sonraları bu yara büyüdüğü gibi ayağı da kütük gibi şişti. 07.02.2007 tarihinde vefat ettiğinde defin raporu veren doktor, çoklu organ yetmezliği dese de vefatı Bowen'den oldu. Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Ayağından dolayı çektiği sıkıntılar inşallah günahlarına kefaret olur.

**Rahmetli babam, gariban, fakir ve sosyal güvencesi olmayan biri idi. Sobada odun yapmak için kuruyan dalları kesmesi de bunu gösteriyor. Amcam, maaşlı biriydi. Babamın durumunu halalarım iyi biliyorlardı. Kurumuş dallar için ağalarını üzmeseler iyiymiş. Ağalarım, haklarından feragat ederek bize bağı verdi, varsın dallarını da kessinler deyip seslerini çıkarmasalar iyiymiş. Ama oluyor işte. 

*** Rahmetli babamla aramda geçen bu anekdot bana özeldi. Olayın üzerinden belki de otuz yıldan fazla zaman geçti. Zaman zaman amma muhalifsin diyen eşe dosta, kısaca bu anekdotu anlattım ama bugüne kadar yazı konusu edinmedim. Tarafgirliğin iyice arttığı, muhalif değilim, benim ki dostane bir eleştiri desem de küçücük bir eleştirinin dahi muhaliflik kabul edildiği günümüzde, bunu yazı konusu edinerek bilinsin istedim ki benim felsefem, dünya görüşüm doğruya doğru, yanlışa yanlıştır. Gördüğünüz gibi bu konuda babamı bile karşıma almışım. Beni bilen, bilmek isteyen böyle tanısın. Yeter bu kadar değil mi? Zira sözün fazlası ahmağa söylenir. Anlamak istemeyene davul zurna az zira. 

*12/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

İlçelerin İlleriyle İmtihanı *

Uzak veya yakın, bir ilçede mi görev yapıyorsun. Baştan söyleyeyim, yandın demektir. Çünkü ayağındaki çarık seni sıktıkça sıkacaktır. Bağlı bulunduğun ve sorumlu olduğun il müdürlüğünün istekleri bitmez.  Yazı, çizi, bilgi ve doküman istese öp başına koy. Bunları oturduğun yerden, masa başında hazırlar gönderirsin DYS üzerinden. 

Ama ilin senden, ilçeniz için hazırlanmış;

*Şu kadar kitap var; şu saatle şu saat arası falan depodan alınması,

*Bu kadar tabletiniz var; bu saate kadar müdürlüğümüzden falan kimseden alınması,

*Şu evrakı ıslak imzalı 12.00'a kadar istiyorum; hemen getirilmesi,

*Eksik kitaplarınızın falan ilçeni şu deposundan şu gün şu saate kadar giderilmesi,

*Fazla kitapların şu saate kadar getirilip falan depodaki falan kimseye teslim edilmesi,

*Sınav evrakının falan depodan şu gün şu saatte alınması, almaya gelinirken araçla gelinmesi ve beraberinde iki eleman getirilmesi,

*Sınav yapıldıktan sonra optiklerin istiflenerek falan yerdeki falana imza karşılığı teslim edilmesi,

*Şu şu elemanlarınız ödül törenine katılmamıştır. Ödüllerin falan yerden falan tarihe kadar alınması, ilgililere tebliğ-tebellüğ edildikten sonra ıslak imzaların şu tarihe kadar gönderilmesi,

*İmza eksiğiniz var, şu gün şu saatte gelerek imzalanması,

*Şu şu sınıf öğrencilerine yönelik tatil kitabı gelmiştir; şu saate kadar alınması ya da aldırılması...

Başka bir emriniz var mıydı efendim?

Gördüğünüz gibi istek bitmiyor. İlçedesin. Nasıl gider, nasıl aldırırsın. Aracın yok ki gidip alıp gelesin. Olan araca da araç demeye bin şahit lazım. O mu seni götürür yoksa sen mi onu götürürsün, tartışılır. Haydi, eldeki araçla alıp geleyim dedin.  Yazık değil mi birkaç parça evrak için yakıt yakmaya. Bu durumda ne yapacaksın? İlçeye ilden gidiş-geliş yapanları araştırıp bulacaksın. Aman kardeşim, ne olur, şunu bir alıver diyeceksin. Alttan girip üstten çıkıp onları ikna edip aldıracaksın. Ama bu durum bir değil, iki değil, beş değil. Aşağı yukarı her hafta böyle angarya çıkar. Bir insana kaç defa rica da bulunabilirsin. Bu durumda iş başa düşüyor: Ya erken çıkıp alacaksın ya geç gelip alacaksın ya ilden birine aldırıp bir yere koydurup akşam varınca alacaksın ya birine görev yazacaksın, gidip o alacak ya hastaneye giden birine muayeneden sonra şunları ile veriver ya da ilden alıver diyeceksin. Diyeceksin oğlu diyeceksin. Kime yük yüklersen yükle, her bir işi yapmak için kuruma veya belirtilen yere gitmek için özel aracınla gideceksin, park yeri bulacaksın, mesai bitmeden gidip poşeti, koliyi alacaksın, aracına kadar taşıyacaksın, aracına koyup ertesi günü işyerine getireceksin. Sonra da planlama yapıp dağıtacaksın.

İşin garibi il, ilçelerin imkanlarının olmadığını, imkansızlıkların içinde boğuştuğunu, eleman sıkıntısı çektiğini bilir. İlçelere göndereceği evrak, kitap, tablet ne ise bunları kargo vasıtasıyla gönderse fena mı olur? Bakanlık ile, senin ilin için şu kadar kitap vb   hazırladım. Kamyon getir, bunları götür mü diyor. Ankara sana nasıl gönderdiyse sen de ilçelerine öyle göndersen kıyamet mi kopar? Maalesef il bunu yapmıyor. Bunu yapmadığı gibi empati de yapmıyor. İl kusura bakmasın ama esas kıyamet; al, şunu götür dendiğinde kopuyor.

Aslında ili yola getirmenin yolu, ilde görev yapanları bir müddet ilçelerde görevlendireceksin. İlçelerdekini de ilde. İlçeden ile geçen; ilçedekine alın, götürün, şu saatte alın diyecek. O zaman anlarlar yaptıkları ayıbı.

*12/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.