Babamlar,
5 erkek 2 kız olmak üzere 7 kardeşler. Dedemin vefatından nice sonra dedemden
kalan miras paylaşıldı. Yanlış hatırlamıyorsam kız-erkek ayırmadan her birine
yedişer dönüm tarla düştü. Hangisine hangi dönümler düşeceği de kura ile
belirlendi. Farklı mevkilerde iki de bağ vardı paylaşılacak. Yine kura ile
bağın biri üç amcama, diğeri de amcamla babama düştü.
Kendilerine
bağdan pay verilmeyen halalarım, amcama “Ağa, bize bağdan niye pay vermediniz
yoksa kız diye bizi hesaba katmadınız mı” derler. Amcam bu durumu babamla
paylaşır, ne yapalım diye sorar. Amcam ile babam, bizim de kardeşlerimize bir
hayrımız olsun. Kendi hissemize düşen bağı iki kıza verelim derler.
Amcamla
bu kararı birlikte alan babam, bu durumu bize anlattı. “Bağı kızlara verdik”
dedi.
Bize
düştükten sonra bu bağın üzümünü yemek bize nasip oldu mu, bu bağ bizde ne
kadar kaldı hatırlamıyorum.
Bildiğim,
öğrenci idim o zamanlar. Gurbette okurdum. Ya yaz dönemi ya da hafta sonu
tatili idi. Ziyaret için ailemin yanına geldim.
Eve
girdiğimde odanın ortasında babamı oturur gördüm. Sağ ayağını sıyırmış,
baldırındaki çıban* adını verdiği yaraya merhem sürüyordu. Nasılsın diyerek
eğilip elini öptüm. Bana hoş geldin dedi ama morali bozuktu. Ne oldu, hayırdır
dedim. Halangille bozuştuk dedi. Ne hayır dedim. Şu bizim bağ vardı ya dedi.
Evet dedim, halamgile vermiştiniz. İşte o bağın kenarında kayısı ağaçları
vardı. Amcanla beraber o ağaçların kuruyan dallarını odun** yapalım, kışın
sobada yakarız diye kesip geldik. Amcanla paylaştık. Halangil de bağın ağaçlarını
niye kestiğimizi sorguladı. Buna kızdım dedi. Ben de bağı vermeden ve ağaçları
kesmeden önce halamgile, biz bağın ağaçlarını keseceğiz dediniz mi dedim.
Demedik dedi. Niye demediniz dedim. İyi de bağ bizimdi zaten. Tamam, bizimdi
ama siz halamgile verdiniz. Artık o bağda hakkınız kalmadı. Bu durumda iyi
yapmamışsınız, keşke böyle olmasaydı dedim. Benim bu konuşmam üzerine babamın
morali iyice bozuldu. Sinirlenince kafasını sağa sola sallardı. İşte o
sallamalardan bir tanesinden de ben nasiplendim ve bana şunu söyledi: “Sen kimi
tutuyorsun?” Elbette seni tutacağım ama doğruya doğru diyeceksek, siz
haksızsınız dedim ve baltayı taşa vurdum.
Sahi,
ben kimi tutuyorum***? Baba varken hala tutulur mu? İyi valla. Üstelik o bağ
hala babam ve amcamın üzerinde olsaydı, o bağın üzümünü yer, bağını sormazdım.
Bırakana rahmet derdim. Belki de paylaşınca bana da düşebilirdi. Bugün o bağın
olduğu yerler parsel oldu ve değerlendi. Oraya bir güzel ev de yapılabilirdi.
Aman, dünya malı değil mi? Hiç gözüm olmadı. Geldim gidiyorum. Babama böyle
dediğim için de pişman değilim. Bugün olsa yine derim.
*Avuç
içi büyüklüğündeki yara, egzamaya benzeyen, kabuk bağlayan, durmadan
kaşındıran, kaşıdıkça kanayan bir yara idi. Bildim bileli babamın baldırında
yumru gibi duran bu yaraya, Meram Tıp Fakültesi o günün imkanlarıyla teşhis
koyamamıştı. İbni Sina Hastanesine gitmiştik birlikte iki defa. İlkinde muayene
oldu ve biyopsi yapıldı. Sonucu almak için ikinci gidişimizde hastalığının bir
kanser çeşidi olan Bowen olduğunu öğrenmiştik. Muayene eden doktor, yatış
verdi. Arkadaşlarla konuşup ameliyat kararı vereceğiz dedi. Doktorun, bu
hastalığın şakası yok demesine rağmen hastalığı duyan bir akrabadan, aman bıçak
vurdurma telefonunu alan babam, ameliyat olmaktan vazgeçti. Başka da tedavisi
olmadığı için hastaneden çıkardık. İkna edelim, bu ameliyatı Konya'da
yaptırırız dedik. Bir yıl sonra biraderim, Meram Tıp Fakültesine ameliyat için
götürdüğünde, kalbinin ameliyata uygun olmadığı söylendi. Hasılı ameliyat
olmadı. Rahmetlinin başka da bir hastalığı yoktu. Yalnız ayağındaki bu
hastalığından çok çekti. Sonraları bu yara büyüdüğü gibi ayağı da kütük gibi
şişti. 07.02.2007 tarihinde vefat ettiğinde defin raporu veren doktor, çoklu
organ yetmezliği dese de vefatı Bowen'den oldu. Allah gani gani rahmet eylesin,
mekanı cennet olsun. Ayağından dolayı çektiği sıkıntılar inşallah günahlarına
kefaret olur.
**Rahmetli
babam, gariban, fakir ve sosyal güvencesi olmayan biri idi. Sobada odun yapmak
için kuruyan dalları kesmesi de bunu gösteriyor. Amcam, maaşlı biriydi. Babamın
durumunu halalarım iyi biliyorlardı. Kurumuş dallar için ağalarını üzmeseler
iyiymiş. Ağalarım, haklarından feragat ederek bize bağı verdi, varsın dallarını
da kessinler deyip seslerini çıkarmasalar iyiymiş. Ama oluyor işte.
***
Rahmetli babamla aramda geçen bu anekdot bana özeldi. Olayın üzerinden belki de
otuz yıldan fazla zaman geçti. Zaman zaman amma muhalifsin diyen eşe dosta,
kısaca bu anekdotu anlattım ama bugüne kadar yazı konusu edinmedim.
Tarafgirliğin iyice arttığı, muhalif değilim, benim ki dostane bir eleştiri
desem de küçücük bir eleştirinin dahi muhaliflik kabul edildiği günümüzde, bunu
yazı konusu edinerek bilinsin istedim ki benim felsefem, dünya görüşüm doğruya
doğru, yanlışa yanlıştır. Gördüğünüz gibi bu konuda babamı bile karşıma almışım.
Beni bilen, bilmek isteyen böyle tanısın. Yeter bu kadar değil mi? Zira sözün
fazlası ahmağa söylenir. Anlamak istemeyene davul zurna az zira.
*12/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder