26 Ekim 2021 Salı

Dağın Evliyası ve Şehrin Evliyası

Asgari ücretle çalışan, evinin geçimini güç sağlayan bir tanıdığım vardı. Bir kızı lisede okuyordu. Bir gün kendisine, okula nasıl gidiyor dedim. Servisle dedi. Durumun belli. Al kendisine bir abonman. Toplu taşıma ile gidip gelsin dedim. “Kız çocuğu. Onu otobüsle göndermem. Ortamı biliyorsun” dedi. Kendin bilirsin ama otobüsle gidip gelirken insanları tanır, hayatı öğrenir dedimse de ikna edemedim.

Bir yıl sonra kızımız liseyi bitirdi. Bir duydum ki kızımız internette tanıştığı başka şehirden birine kaçmış. Birkaç ay sonra da kızı, gece vakti şehirlerarası yola bırakıvermişler. Gece vakti bir başına yol kenarında bekleyen bu kızı, yoldan geçmekte olan bir kamyon ya da tır şoförü, babasının ikamet ettiği şehre kadar getirivermiş.

*

Son sınıf bir kız öğrenci, lavaboda düşüp bayılmış. Ambulans çağrılarak hastaneye götürülür. Kızımız bir kutu hap içmiş. Midesini yıkarlar. Kızımız kendisine geldikten sonra nedir derdin, seni intihara götüren sebep ne dendiğinde, bir sevgilisi varmış. Araları bozulmuş. Çareyi intihara kalkışmada bulmuş. Kimmiş bu uğruna intiharı göze alacak şanslı eniştemiz, tanır mıyım dendiğinde; yok, tanımazsın. Kendisi şehirde kepçe operatörlüğü yapıyor denir. Nasıl tanıştınız sorusuna, bir arkadaş vasıtasıyla der ilçede oturan kızımız.

Okul bittikten sonra diplomaları hazırlamak için mezunların kimlik bilgilerini sorguladığımda, kızımızın soyadının değişmiş olduğunu gördüm. Evlerini aradım. Yeni soyadı doğru idi. Ablam evlendi dedi erkek kardeşi. Ne zaman evlendi? Baban okula bir gelsin dedim. Baba, “Okulun son günü karne almaya gidiyorum diye evden çıkan kızımız, karne almaya gitmemiş. Eve gelmeyince aradık taradık. Kızımız daha önce uğruna intihara kalkıştığı kişiye kaçmış. Şu anda falan şehirde. Rızamız ve bilgimiz dışında gelişen bu olayın ardından gidip kızımızı getirdik ve hemen düğünlerini yaptık” dedi.

Bildiğim kadarıyla kızımız bu evliliğin ardından baba ocağına döndü. Uzun süre ayrı kaldılar. Çocuğunu da baba evinde doğurdu ve büyüttü. Sonra yeniden bir araya geldiler. Şimdi evlilikleri nasıl gidiyor bilmiyorum. 

Bu iki örnek çocuklarımızın ya İnternet ya da arkadaş aracılığıyla tanıştıkları kişilerle kaçarak evlendiklerine ve evliliklerinin devam etmediğine bir örnektir. Bu demek değildir ki bu yollarla evlenenlerin evlilikleri yürümüyor. Bu yolla evlenip de huzurlu bir şekilde evlilikleri devam edenler de olabilir. Birbirini tanıyarak evlenenler arasında bile geçim olmayabiliyor. Çünkü evlilik kapalı bir kutudur. Bazen iki iyi insan bile doku uyuşmazlığından evliliklerini sonlandırabiliyor.

Burada değinmek istediğim husus, kız olsun, erkek olsun, çocuklarımızın hayatın her türlü zorluğuna göğüs gererek yetiştirilmesi. Onları korumak amacıyla uçan kuştan korumak, kendi yapabilecekleri şeyleri yapmak, onları hiçbir yerle temas ettirmeden okula bırakmak, okuldan almak, okula servisle göndermek, toplum kötü diye onları çarşı-pazardan uzak tutmak ve sorumluluk vermemek tüm iyi niyete rağmen doğru değildir. Çocuklar, toplumun içinde kötülükleri görerek büyümezlerse kendilerine kötülüğün nereden, kimden, ne şekilde geleceğini bilemezler. Bir iki tatlı söze çabuk kandırılırlar. Anlatmak istediğim, dağda ayakları yere basmayan evliya yetiştirmekten ziyade şehirde iki ayağı yere basan, bastığı yeri ve ne yaptığını bilen normal insan yetiştirmek gerek. Yani dağda evliya olacağına şehirde evliya olmak en güzeli. Çünkü toplumu tanımadan dağda evliya olmak en kolayıdır. Bu evliyalık şehre kadardır. Çünkü dağın evliyalığı şehirde biter. Şehrin evliyalığı ise dağ, bayır, şehir, ülke devam eder. (İlgili hikayeyi okumak için bakınız: https://www.yenibursa.com/dagdaki-evliyayla-sehirdeki-evliya-makale,153303.html)

25 Ekim 2021 Pazartesi

Çocukları Hayatın İçinden Yetiştirmek

Çocuk yetiştirmede oturmuş bir kıstasımız yok. Ki olmaması da lazım. Çünkü bir insan yönetimi diyebileceğimiz çocuk yetiştiriciliği de başlı başına bir alandır. Küçük olsun, büyük olsun, insanın olduğu yerde formüller bir işe yaramaz. Çünkü her çocuk veya insan keşfedilmeyi bekleyen kapalı bir kutudur.  

Çocuk yetiştirmede izlediğimiz yolların bir kısmını kısaca ifade etmek isterim:

1. Aşırı korumacılık: Her istediğini yapmak, her imkanı sağlamak, onu el-bebek gül bebek büyütmek, sorumluluğunu üstlenmesi için yaşına uygun iş vermemek, uğruna saçımızı süpürge etmek; ben çektim, çocuğum çekmesin demek, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek…Bu çocuğumuzdan tek istediğimiz okumasıdır. Okuyup kendini kurtarması. Bunun için en iyi okul en iyi öğretmen en iyi etüt merkezini seçeriz ve en iyi yardımcı kaynakları alırız. Bir veya birkaç dersten eksiklikleri varsa gerekirse özel dersler aldırırız. Çocuğumuz okuyacak ve emsallerine fark atacak, derece yapacak ve okul bittikten sonra yüksek maaşlı, iş garantisi olan ve kendini yormayacağı bir işte çalışacak. Bir de çalışan eşi oldu mu, tamam. Daha ne isteriz. Çoğu anne ve babanın uyguladığı bu tür çocuk yetiştiriciliğinde murat edilen, çocuğun bir bordro mahkumu olmasını sağlamak. Sınav odaklı çocuk yetiştirmedir bunu adı. Bunlara test çocuğu da diyebiliriz. Çocuk ne kadar çok soru çözer ve ne kadar fazla net bırakırsa o çocuk gelecek vadeden iyi bir çocuktur. Hayattan kopuk bu çocuk yetiştiriciliğinde çocuğun meskeni ev, okul ve etüt üçgenidir.

2.Saldım çayıra, Mevla’m kayıra mentalitesiyle çocuğu kendi haline bırakmak. Çocuk okumuştur, okumamıştır, kırmıştır, dökmüştür. Problem değil. İçeride, dışarıda, her yerdedir bu çocuk. Bu ilgisiz aile çocuğu, kendi kurallarını kendi koyar. Okulda dersleri iyi değildir ve sınıfın düzenini bozma potansiyeli vardır. Çocuğun kırdığı yumurta kırkı geçerse, çocuğu terbiye etmek için ailenin başvurduğu tek terbiye yöntemi dayaktır. Önceleri dayaktan korkan bu çocuk tipi, bir müddet sonra “Nasılsa yiyeceğim iki tokat. O da yemediğim bir şey mi” diyerek gününü gün etmeye çalışır. Baskıcı aile diyebiliriz buna.

3.Çoğu parçalanmış aile çocukları. Bunlar iki arada bir derede kalmış kesimdir. Çocuk duygularını ya içine atar, içine kapanır ya da dışa vurur. Bu tip çocukların iç dünyası farklıdır. Hayata küsebilir, isyanlara da oynayabilirler.

Çocuk yetiştirme bu yazdıklarımdan ibaret değil. Zira her ev ayrı bir okul ayrı bir dünyadır. Niyetim kısaca değinmekti. Gördüğünüz gibi üç madde ile sayfamı doldurdum. Yazımın bundan sonraki kısmında çocuk yetiştirmede ne yapabiliriz, bunun üzerine kafa yoracağım. Hangi aile tipi olursak olalım, çocukları hayata hazırlamayı esas almamız lazım diye düşünüyorum. Bildiğiniz gibi zorunlu öğretimin 12 yıla çıkarılması ile birlikte çocuklarımız ilköğretimi örgün, liseyi de örgün, çıraklık veya açıktan okumak zorunda. Hayata hazırlamak derken kastım, çocuğumuzu ister örgün ister yaygın şekilde okutalım, onları eğitim ve öğretimin her safhasında hayata hazırlamak lazım. Çünkü hayat okuldan ibaret değil. Dışarıdaki hayat okuldan çok farklıdır. Çocuklarımızı tek yönlü yetiştirmekten ziyade birden fazla seçenekli yetiştirelim. Ne demek istiyorum? Çocuğumuz okurken aynı zamanda hafta sonları ve yaz tatillerinde onlara sorumluluk verelim. Bir esnafın yanında getir-götür işi yapabilir; mendil, simit, mısır vb satabilir, önüne koyduğu baskül ile gelip geçeni tartabilir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Çocuğumuza bu tür işleri yaptırırken çocuk para kazansın, aile bütçesine katkıda bulunsun niyetinde değilim. Gerekirse aile bütçesine katkıda da bulunabilir, kendi el harçlığını da çıkarabilir. Böyle yapmakla çocuklarımız hayatı öğrensin, hayatın okuldan ibaret olmadığını, hayatın zorluğunu yaşayarak öğrensin istiyorum. Okul bittikten sonra herhangi bir yere atanamazsa veya atandı, atandığı yerde tutunamadı ya da bu işini yapmak istemiyor diyelim. Çocuk işsizim, bu yaşta ben ne yapacağım diye düşünmez. Küçükken ufak tefek şeyleri satarak toplum içine çıkan ve öz güveni olan çocuk her nerede olursa olsun, ekmeğini taştan çıkartır. Yeter ki okurken onların hayata dönük yetişmesine imkan verelim.

Benim Dünyam

Dünyada iki kesim vardı: Ben ve başkaları. Başkaları çoktu ve çok güçlüydüler. Onların tek özelliği bana karşı birleşmeleriydi. Çünkü beni çekemiyorlardı. 

Kendimi dünyanın merkezine koyma geçmişim küçüklüğümden beri böyleydi. 

Küçüklüğümde, korkusuz gibi görünürdüm ama bir başıma bir yere gitmek istemezdim. Akşam karanlığında bir yerden bir yere bir başıma gitmek zorunda kalırsam, gözüm hep sağda soldaydı. Çünkü bilirim ki beni çekemeyenler beni alt etmek için pusuya yatmışlardı. Ama elim mahkum. Gitmem lazımdı. Pusuda kimler ve neler yoktu ki... Ağaç hışırtıları, rüzgar, kedi, köpek, çatıdaki saclar, ağaç gölgesi vs. Hepsi sinmiş bir insandı nazarımda. Ben yaklaşırken üzerime çullanacaklardı. Tüm bunlarla mücadele etmem mümkün müydü? Elimdeki tek gücüm başta ayetel kürsi olmak üzere bildiğim duaları tekrar tekrar okumaktı. Dönüp dönüp okumam, menzilime varıncaya kadar devam ederdi. Sağda solda sinmiş insanları geçtikçe oh be, dünya varmış derdim.

Bunlara çocukluk dedim, büyüdüm aynı psikolojim devam ediyor: Espri yapıyorum, buna gülünmeyince anlamıyor bunlar diyorum.

Herkese laf yetiştirmeyi marifet bildim. Hiç ağırlığımı bilmedim, tüm bunların ağırlığımı düşürdüğünü bile bile konuşmaya devam ettim. Çok konuşuyor diyenlere bunlar beni kıskanıyor diyorum.

Biri benden başarılı olunca inek gibi çalıştı, ben o kadar çalışsaydım, allameyi cihan olurdum diyorum.

Biri bir makama gelir, torpille ve hak etmeden geldi buraya diyorum.

Herkesten iyi yapardım ama takdir eden olmadı diyorum.

Bir şeyi ağzıma yüzüme bulaştırmış isem -ki çoktur- hiç üzerime almadım. Yapamadın diyenlere falan gelsin de görün gününüzü dedim. İnsanları hep başkasıyla korkuttum. Hiçbir şey yapamasam bile şundan dolayı oldu deyip bahane uydurdum. Buna da insanların inanmasını bekledim. İnanmayanları nankör bildim.

Ben olmazsam sonrası tufan dedim. Olmadığım ve ayrıldığım yerler benden sonra da hayatiyetine devam etmişse dertleri benmişim ya da içleri berbat ama belli etmiyorlar diyorum.

Başkasına iyilik yaptığım pek vaki değil ama istedim ki insanlar hep beni övsün, senin sayende oldu tüm bunlar desin.

Kavgacı bir yönüm var. Kim görüşümü kabul etmezse sesimi yükseltir, ağzıma geleni söyler, kırar geçiririm. Aramız bozulursa veya aramıza mesafe girerse suçu da hep karşı tarafa atarım.

Kafamda korkular oluştururum, oluşturduğum kişileri düşman bellerim.

Aslında kendimle kavgalıyım. Bu kavgamı insanlara bir güzel yansıtır, sonrasında da tereyağı gibi üste çıkarım.

Kinci değilim diyorum ama sanırım kinciyim. Yapılanları unutmam…