28 Eylül 2021 Salı

İşte Size Ayakta Durmanın Yolu

Hayat pahalılığından dem vururuz da bunu gidermek için taşın altına elimizi koymayı bir türlü düşünmeyiz. İşte bunu bir nebze de olsa gidermenin yolu. Bunun için yapacağınız;

1. Gidip un almak. Üzümünü ye, bağını sorma misali, fiyattan haberinizin olmaması için un çuvalının fiyatını sormamak, nakit vermemek ve karta çektirmek. Karta çektirirken mümkünse temassız post makinesi olan yerleri tercih etmek daha iyi olur. Çünkü şifre girerken gözünüz, ödenecek miktara kayabilir. Bu da olmayan moralinizin bozulmasına sebebiyet verebilir. Halbuki temassız olunca fiyattan haberiniz olmaz. Tutuyorsun, dıt sesiyle birlikte çekiyorsun. Hem bu yol ile ödemeyi bir ay geç yaparsınız.

2. Bir ay geç ödemeli bu undan, eşiniz hafta içini es geçerek tatil gününde bazlama yapmaya kalkarsa, benim işim var deyip kenara çekilmeyeceksin. Hemen geçeceksin fırının başına. Tavada ekmek pişireceksin. Bu yol ile fırına ekmek almaya gitmiyorsun. Para cebinde kalıyor. Kullandığın doğal gazı firma hemen tahsil etmiyor. Bir ay dolunca gelip okuyor ve sana bir fatura çıkarıyor. Doğalgaz firması burada seni de düşünüyor. Moralin bozulmasın diye gaz miktarını belirten bir ihbarname bırakmıyor. Bunun yerine e-posta ile ihbarname gönderiyor. Burada yapacağın, firmadan gelen e-postayı açmayacaksın. Böylece gelen faturadan haberin olmuyor. Ödemeyi de otomatik ödemeye vereceksin. Hesabından bir ay sonra otomatik kesiliyor. Gördüğünüz gibi unu bir ay gecikmeli, kullandığın doğalgazı da bir ay sonra ödüyorsun ve nakit ödeme yapmadığın gibi otomatik ödeme ile de ödediğin miktardan haberin olmuyor. Tüm bunlar için yapacağın tek şey, hesabında biraz para bırakmak. Yok, ben ekmek pişiremem diyorsan, sabah kalkınca kahvaltı hazır değil mi deyince, hazır ama ekmek alınacak fermanına muhatap olacaksın. Bunu Allah'ın günü yapacaksın. Aldığın ekmek de sımsıcak olmayacak. Akşam eve gelirken de ekmek var mı telefonu açacaksın. Olursa şaşarsın zaten ve her gün fırına cebinden para çıkacak. Halbuki evde mutfağa yardım ederek pişireceğin ekmeği afiyetle ve sımsıcak yiyeceksin. Fırına gitme derdin olmayacağı gibi evde pişirilen ekmek de bereketli olacak.

3. Öyle zannediyorum, evde ekmek yapma işi kafana yattı. Huzur, mutluluğun, aile saadetin ve cebin için tavada ekmek yapmaya razı oldun. Burada yapacağın, yakmamak için ekmeği kıvamında ve sık sık çevireceksin yoksa fırına gitmediğine pişman ederler seni. Yakmayacaksın efendim. Bunun için bir taraftan ekmek çevireyim, bir taraftan da telefona bakayım dersen; söz dinle, o ekmek yanar. Burada tecrübe konuşuyor.

4. Evde ekmek pişirmenin hayat pahalılığına ne katkısı olacak, ben bir şey anlamadım dediniz. Bu durumda yapacağınız, yazıyı yukarıdan aşağıya bir daha okumak olacak. Yine mi anlamadınız? Yazıyı tekrar okuyacaksınız. Ta ki anlayıncaya kadar. Hala anlamadıysan, bir anlayana sor. Ondan da mı bir şey anlamadın? Sen en iyisi fırından ekmek almaya devam et.

Dini Yaşamak mı, Dinle Yaşamak mı? *

İman tariflerinden bir tanesi de "Dil ile ikrar, kalp ile tasdik, uzuvlarla amel" şeklindedir. Tanıma baktığımız zaman burada imanın üç yönü ortaya çıkmaktadır. Dil ile ikrar, kişinin inandığını dili ile söylemesidir. İmanın bu kısmı, kişinin insanlar nezdinde Müslüman muamelesi görmesi içindir. Kalp ile iman ise kişinin Allah katında Müslüman kabul edilmesi için gereklidir. Uzuvlarla amel bazı mezheplerce imanın özünden kabul edilmese de imanın bu kısmı, dil ile ikrar ve kalp ile tasdikin dışa vurumudur.

İnanan insanlar için inandığını dil ile ifade etmesi, kalbini bilmesek de kişinin kalben inanıyorum demesi en kolayıdır. Esas zor olanı ise uzuvlarla amel edilmesidir. Ne demek uzuvlarla amel? Dil ve kalp ile ifade edilen inancın pratiğe dönüştürülmesidir. İnanan bir insanın samimiyeti de burada ortaya çıkar. Bu, bir küpün içindekinin dışına sızması gibidir.

Kişi inancında yani inanıp inanmama da özgür olduğu gibi dininin gereklerini yerine getirip getirmeme de özgürdür. Dileyen yerine getirir, dileyen yerine getirmez. Fakat kelimeyi şehadet veya kelimeyi tevhit ile ifade edilen imanın makbul bir iman olması için dil, kalp ve eylem birliğinin olması gerekir. Çünkü samimiyet ve içtenliğin göstergesi ameldir. Amel yoksa o kişinin imanının zayıf olduğuna hamledilir. Bu konuda Müslümanların durumu nedir diye baktığımızda, çoğunluğun sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü söz var fakat eylem yok. Böyle imanı Akif, sinede yük olarak kabul eder. Müslümanların en büyük sınavı bugün budur. Çoğunluk böyle olmakla beraber bunlara inancın gereklerini niye yerine getirmiyorsun dendiğinde, genelde “Dini vecibelerimi, dünya meşgalesi ve tembellikten yerine getiremiyorum. Maalesef en büyük eksikliğim bu” şeklinde cevap verildiğine şahit oluyoruz. Böyle diyene de bir şey diyemiyorsun. Çünkü eksikliğini biliyor.

Bunların dışında yani tembellikten dolayı dini vecibelerini yerine getirmeyenlerin dışında bir başka kesim daha var ki bunların sınavı daha büyüktür. Kim bunlar derseniz? Dilinden ayet ve hadisi düşürmeyen, referansını hep dinden alan, örneklerini hep İslam tarihinden veren, hep dinle yaşayan ve dini de kimseye vermeyen tiplerdir. Bunların imtihanı da söz ve eylem çelişkisi şeklinde kendini gösterir. Bu kesim için Saf süresi 2. ve 3. ayetinde geçen “Ey iman edenler, niçin yapmadığınızı söylersiniz. Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” ayetlerini örnek olarak verebiliriz. İslam’a en büyük zararı verenler de bunlardır. Dine biraz ilgi duyanlar bu tiplerin söylem ve eylem çelişkisini görünce “Böyle Müslüman olacağıma olmayayım, daha iyi” diyebiliyor. Bu tipleri nasıl tanırız? Bunlar dinin ne kadar değeri varsa hoyratça kullanırlar. Öyle güzel konuşurlar ki sanırsın, dünyanın en iyi ve en dürüst insanıdır bunlar: Adaletten bahsederler ama adil değildirler. Ehliyet ve liyakatten dem vururlar ama sadakati liyakatin önüne geçirirler. Doğruluktan bahsederler ama doğru değildirler. Söz verirler, sözlerinde durmazlar. Şefkat ve merhamet derler ama acımasızlıkta nice zalimlere taş çıkartırlar. Yapıp ettiklerini, olduğundan farklı göstermeyi çok iyi bilirler. Başkasıyla mücadele ederken din hep yanlarındadır. Önce dini öne sürerler. Her kim yaptıklarını eleştirmeye kalkarsa; “Bakın, dinin bir emrine karşı çıkıyorlar. Bunlar din düşmanı. Aman ha…Fırsat bunların eline bir geçerse, ne yapacaklarını varın siz düşünün” diyerek aba altından sopa gösterirler. Hedef göstererek ayakta kalmayı becerirler…

Bana tembellik ve birtakım zaafları yüzünden dinin gereklerini yerine getiremeyen insanlar mı yoksa söylemleri hep din olan ama eylemleri söylemleriyle çelişen insanlar mı daha tehlikeli deseniz; hiç tereddütsüz, dini hoyratça emellerine alet edenler daha tehlikeli derim. Birinci kesimin zaafları kendisini bağlar. Zararı da kendilerinedir. Sorumluluklarını yerine getirememenin cezasını çekeceklerdir. Ama söz ve eylem çelişkisi içinde olanların vebali daha büyüktür. Çünkü burada dini kullanma vardır, insanları kandırma vardır. Böylelerinin çelişkilerini gördüğü halde eleştirmekten imtina eden ve görmezden gelen hatta bu tipleri ölümüne savunmaya kalkan insanların da vebali büyüktür.

Hasılı, söz ve eylem çelişkisi yönünden toplum olarak çok temiz değiliz. Toplumun her kesiminde böylelerine rastlamak mümkün. Ama toplumun affetmediği ve beyninin bir kenarına not ettiği kesim, dininin gereklerini yerine getirenden ziyade dinle yaşayan kesimdir. Çünkü bu tiplerin dini emellerine alet ettiği düşünülüyor.

* 01/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Eylül 2021 Perşembe

Mesai ve Ders Saatleri *

Küresel ısınmanın kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı son yıllarda, her ne kadar yaz ve kış şeklinde iki mevsimi yaşasak da ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış şeklinde sıraladığımız dört mevsimimiz var. Genelde ilkbahar hoşumuza gitse de her mevsim sırayla gelir ve mevsimlerin bu şekilde dönmesinin sayısız faydaları vardır. Bu faydaları sayacak değilim. Yalnız şu kadarını söyleyeyim: Çoğu zaman planlamamızı havanın soğuk ve sıcak oluşuna ve giyim kuşamımızı da mevsim ve hava şartlarına göre yaparız. Aynı zamanda işlerimizi yaparken havanın aydınlanmasını ve kararmasını da dikkate alırız. Çünkü kış mevsiminde geceler uzun, gündüzler de bir o kadar kısa. Bundan dolayıdır ki enerjiden tasarruf sağlamak amacıyla, diğer ülkelerde olduğu gibi bu ülkede de uzun yıllar, saatler kışın geriye, ilkbaharla birlikte ileriye alınmıştır. Ülkemiz birkaç yıldır saatleri ileri ve geri alma işini bırakarak saati ileri saate sabitledi. Bu sabitleme ile birlikte yeni saate alışma, eski saati terk etme zorluğu da sona ermiş oldu.

Burada ileri ve geri saatin fayda ve zararını, ileri saate sabitlenmenin gerekliliği veya gereksizliği üzerinde durmayacağım. Değinmek istediğim iki husus var. Bunlardan biri, mesai saatleri, diğeri de ortaokul ve liselerin haftalık ders saatleri. Her ne hikmetse gündüzün uzun günlerinde de kısa günlerinde de 8 saat mesai var. Aynı şekilde haftalık ders saatleri de gündüzü kısa ve uzun günlerde de aynı. Burada ya ne olacaktı, elbette aynı olacak. Şayet aynı olmasa kargaşa meydana gelebilir, diyebilirsiniz. Burada az mesai yapılsın ve dersler daha az görülsün demek istemiyorum. İstediğim, nasıl ki birçok planlamamızı havanın kararmasına ve aydınlanmasına göre yapıyorsak, hem mesaileri hem de öğrencilerin haftalık gördüğü ders saatlerini, gündüzlerin kısa ve uzunluğuna göre ayarlayabiliriz. Bu ayarlama özellikle ikili öğretim yapan ortaokul ve liseler için çok elzemdir. Çünkü ortaokulların 35-36, liselerin 40 saat ders yükleri var haftalık. Ortaokullar günde en az 7, liseler ise 8 saat ders görmek zorundalar. Bu durumdaki okulların öğretmen ve öğrencileri, daha güneş doğmadan, zifiri karanlıkta okulun yolunu tutmak zorundalar. Öğle derse başlayan okulların öğretmen ve öğrencileri de yatsı ezanlarında hala okulda ders görmek zorunda kalıyorlar.

Ortaokul ve lise ders yüklerinin gerekli ve gereksiz derslerle artırıldığı, bu ders yükünün çocuklara ağır geldiği, hala normal öğretime geçememiş Türkiye şartlarına uygun olmadığı ve haftalık ders saatlerinin mutlaka azaltılması gerektiği düşüncemi şimdilik bir tarafa bırakıyorum. Mevcut ağır ders yükü ve mesailer için günlerin kısa olduğu kış günlerinde ne yapılabilir? Günlük işlenen 7-8 dersleri, 6-7 saat işleyecek şekilde planlama yapılabilir. İşlenmeyen bu dersler ise gündüzlerin uzamaya başladığı günlere ilave edilebilir. Yani okullar bu uzun günlerde 7-8 saat işlemeleri gereken dersleri 8-9 saat olarak işleyerek kışın işlenmeyen dersleri bu şekilde telafi edebilirler. Aynı şekilde 8 saat olan mesai, kış şartlarında 7, uzun günlerde ise 9 saat olacak şekilde planlanabilir.

Yetkililerimiz bu önerilerimi dikkate alır mı, almaz mı bilmiyorum ama üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü öğretmeni, öğrencisi ve diğer kamu çalışanları okul ve işyerlerine yakın yerlerde oturmuyor. Birçok öğrenci, servisle şehrin öbür ucundan okula geliyor. Bu öğrenciler servise binmek için karanlıkta yola düşmek zorunda kalıyorlar. Bu durum ise çok pedagojik olmasa gerek. Öğrenci ve diğer çalışanların psikolojisine uygun olan, güneşin doğmasından sonra okul ve işe gitmeleri, akşam ise güneş batmadan evlerinin yolunu tutmalarıdır. İnşallah ülkemiz böyle günleri de görür.

* 24/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.