28 Haziran 2021 Pazartesi

Piknik Keyfimiz *

Piknik yapmak, pikniğe gitmek, buralara gidince mangal yakmak milletimizin vazgeçilmezlerindendir. Bunun için hafta içi, hafta sonu, tatil veya mesai sonrası fark etmiyor. Yeter ki hava piknik yapmaya müsait olsun.

Konya için söylüyorum. Eskiden şehir içinde ve şehre yakın piknik yerleri pek yoktu. Arabasına atlayan şehrin havasından ve gürültüsünden uzak yerlere giderek kafa dinlendirmeye çalışır, felekten bir gün çalardı. Gölge yapacak bir ağaç ve bir çeşme varsa, işte orası piknik yeriydi. Arabası olanlar bu şekil uzak yerlere giderlerken arabası olmayanlar ise otobüs ve dolmuşa binerek  Meram Bağlarına çıkarak orada piknik yaparlardı.

Toplumun bu piknik yeri ihtiyacını gidermek için belediyeler, son yıllarda şehir içinde park ve bahçe adı altında birçok piknik yerleri üretti: Hadimi, Olimpiyat, Adalet, Birlik, Dutlukırı, Kozağaç, Akyokuş, Meram Bağları, Rahmet Ormanları şehrin içinde yer alan belli başlı piknik yerlerinden bazılarıdır. Buralar tuvaletinden mescidine, kamelyasından çocukların oynayacağı oyun alanına ve mangal yerine varıncaya kadar düşünülmüş yerlerdir. Büyük bir ihtiyacı karşılayan bu yerlerde özellikle hafta sonları yer bulmak gerçekten zor. Pikniğe gitmeyenler de bu piknik yerlerine yakın yerlerden geçerlerken piknik yerlerinin üzerine çöken dumanı görünce ve burunlarına et kokusu gelince bundan rahatsız olsalar da buraların piknik yerleri olduğunu bilir ve bu durumu yadırgamaz. Çünkü buralar belediyeler tarafından halka açık olarak piknik yeri olarak belirlenmiş. Buralarda mangal da yakılır, semaverde çay da kaynatılır.

Piknik keyfimizle ilgili bu yazdıklarım hepinizin malumu hususlardır. Burada başka bir piknik türünden bahsedeceğim: Belediyelerin mangal yakmak için ayırdığı piknik yerlerinden başka piknik yerleri bugünlerde yaygınlaşmaya başladı. Önceden de var mıydı bilmiyorum ama bugünlerde özellikle müstakil evlerin çokça bulunduğu mahallelerde mangal yakmak iyice arttı. Eviniz müstakil ise veya müstakil evlerin olduğu mahallelerden geçerken mahalleyi kaplayan dumanı görmemeniz ve etrafa yayılan et kokusunu hissetmemeniz mümkün değil. Rüzgarla beraber evine kadar geliyor bu duman ve et kokusu. Ne kapı açabiliyorsun ne de pencere. Sağ olsun müstakil ev sahipleri ne hafta içi biliyorlar ne de hafta sonu. Biri yakıyorsa ben de yakarım deyip mangalı ateşliyor. Öyle zannediyorum, evim müstakil nasılsa, istediğimi yaparım dercesine, bahçesinde mangal yapmayı normal görüyor bizim insanımız.

Siz bu durumu nasıl karşılarsınız bilmiyorum ama ben normal görmüyorum. Öyle ümit ediyorum ki bu mangal sefamız kısıtlılığın olduğu günlerle sınırlı olur. Bunu da bir yere kadar normal görebiliriz. 1 Temmuzdan itibaren kısıtlılıklar kalkacağına göre müstakil ev sahipleri bundan sonra başkasını rahatsız eden duman ve et kokusunda daha hassas olacaklar diye düşünmek istiyorum. Benim endişem 1,5 yıldır salgınla yaşayan insanımızda bu bahçesindeki mangal keyfinin bağımlılık yapması. Çünkü her şeyin bir ilki olur. Bir yaptık mı arkası gelir. Eğer böyle olursa yaz boyunca yandık demektir.

Bu durum müstakil ev sahiplerinin inisiyatifine ve vicdanına bırakılamayacak kadar önemlidir. Burada belediyelere, valiliklere büyük görev düşüyor. Nasıl ki bir kurban kesiminde bile şehrin üst yöneticileri “Nerelerde kurban kesilecek, nerelerde kesilemeyecek” kuralları koyuyor ve kurban kesilecek yerler ayarlıyorsa, belediyeler tarafından belirlenen piknik yerlerinin dışında meskun mahallerin olduğu yerlerde mangal yakmayı da yasaklamalıdır. Öyle zannediyorum belediye ve valilik bu konuda üzerine düşeni yapacaktır.

* 02/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

26 Haziran 2021 Cumartesi

Boşanan Boşanana *

2012’den beri görüşmediğim eski bir tanıdığımla karşılaştım. Ayaküstü bir on dakika lafladık. Hal hatırdan sonra buralar senin mıntıkan değil, ne hayır dedim. “Buradan ev tuttum. Eşimden boşanıyorum. Aslında bugün boşanacaktık. Hakimin bir cenazesi varmış, ertelendi” dedi. Acele etmeseydin, sözüme “acelesi kalmadı. Nicedir uzatmalara oynuyorduk zaten” dedi. 

Tanıdığım beni şaşırttı. Çünkü konuşmak nedir bilmezdi. Ağzından laf alamazdım. Hep sessiz ve sakin olarak tanımıştım kendisini. 3,5 yılda toplam konuşmadığından daha fazlasını bir on dakikada konuştu. Hep içine atmış demek ki. Dert ve sıkıntılar çoğaldıkça sessizliğini bozmuş ve konuşmaya başlamış. Susturabilene aşk olsun. 

İki yıldır hastalıkla boğuştuğunu, gitmedik doktor bırakmadığını, iki yıldır işe nasıl gittiğini bilmediğini, hacı-hoca kimi duyduysa gittiğini söyledi. Doktoru anladım da hacı-hoca da ne işin var dedim. "İstanbul'daki iyi hoca. Bana büyüyü kimlerin yaptığını bildi. Biri falan bey, diğeri de falan hanım. Sen onları daha iyi bilirsin" dedi. Bilirim ama onlar yapmazlar. Biri ile üstelik çok iyi arkadaştın dedim. "Zaten bunu en yakınlar yaparmış. Hoca ben demeden onları tarif etti.  Hatta falan sana tatlı bir şey ikram etti mi diye sordu. Dedim evet. İşte o tatlıya sihir yapmış dedi. İki senedir okumadığım dua, gitmediğim hoca kalmadı. O çalıştığımız yerde ne varsa, falan falan da kafayı benim gibi bozdu" dedi. 

Epey bir dinledim. Belli ki sihir/kağıt yapıldığına ve kimlerin büyü yaptığına kendisini inandırmış. Denize düşünce de bir umut deyip yılana sarılmış. 

Ayrılmadan önce kendisine bak kardeşim, öncelikle hem boşanmandan hem de hastalığından dolayı üzüldüğümü ifade etmek isterim, geçmiş olsun. Allah sana huzur versin. Sağa-sola gitmeyi bırak, kendinin doktoru ol. Anladığım kadarıyla ailevi sıkıntılar seni, acaba mı diyerek bu yollara sürüklemiş. İşin içinde kağıt olduğuna inanınca, etrafındaki herkesten şüphelenir olmuşsun. Yarın başka sıkıntın baş gösterse, şu on dakikalık konuşmamızdan dolayı beni de suçlayabilirsin. Bu vehimlerden uzaklaşmaya bak. Şunu unutma ki birileri sana kötülük yapmak istesin. Allah izin vermedikçe başkasının kötülüğü sana ulaşmaz. Sen doğru yolda olup ne yaptığını bildikçe başkasının sapıklığı sana zarar vermez. İçeriği hoşuma gitmese de içine atmayıp konuşman, açılman hoşuma gitti. Zamanında hep içine atıyordun. Böyle konuşarak deşarj olmanda fayda var. Çünkü içine ata ata dert küpü olursun dedim, tamam dedi, ayrıldık. 

Ayrıldıktan sonra kendi kendime Barbaros, al sana bir aile faciası daha dedim. Gerçekten boşanan çift olarak bu anlattığım ne ilk ne son. Çünkü boşanan boşanana. Kimi evliliğin ilk başında kimi birkaç çocuktan sonra kimi de uzun yıllar evli kaldıktan sonra evlilik akdini sonlandırıyor. Çevrenizde vardır bu şekilde olanlar. Hatta evliliğinin ilk üç gününde “Evlilik bana göre değil” deyip “Şu kadar inci-boncuk verin de anlaşmalı boşanalım” diyenleri de duyuyoruz. Boşanmayı kafaya koyanlar ne anne ne baba ne çevre ne de çocuk dinliyorlar. Soluğu aile mahkemesinde alıyorlar. Kimi anlaşmalı olarak tek celsede boşanıyor kimi de mahkemesi yıllar yılı sürdükten sonra yollarını ayırıyor. Kimi boşandıktan sonra bir kez daha deneyelim deyip tekrar evlenme yoluna gidiyor. 

Boşanan kimseleri ayıplamıyorum. Bu yolu seçenlerin her birinin trajikomik hikayeleri vardır. Kimse boşanayım diye evlenmiyor. Bir umutla evlenip mutlu bir yuva kuracağım diyen niceleri evliliğin beklediği gibi olmadığını görünce bu sefer mutluluğu ayrılmakta arıyor. Ayrılınca kaçı mutlu oluyor? Bunun üzerinde de düşünmeye değer. Elbette evlilik kadar boşanmak da haktır. Olmuyorsa yollar ayrılmalı ama son yıllarda ayrılıklar anormal bir şekilde arttı. Buna bir dur demek lazım, en azından boşanma sayısı düşmeli ama nasıl? İşte toplum olarak buna kafa yormak lazım. Çünkü aileler toplumun temelini oluşturur. Aileler huzurlu olmazsa toplumda da huzur olmaz.

*28/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Haziran 2021 Çarşamba

Savulun, Ben Geliyorum!

Bugün beni çarşıda ve yollarda adımlarken görürseniz mesaiden kaytarmış, esnek çalışma işte bu falan demeyin. Bilin ki ne kaytardım ne uzaktan çalışıyorum ne de dönüşümlü. İzinliyim o kadar. Yarın işimin başındayım tekrar.

Esnek çalışmaya esnek çalışıyorum. Sizin ya da eskilerin tabiriyle öğleye kadar yatıyorum. Saat 10’da iş başı. Daha esnemem geçmeden ve işe giderken sarf ettiğim efor dolayısıyla sırtımda oluşan terim kurumadan saat 4 dedi mi haydi eyvallah deyip çekip geliyorum. Bu tür çalışmanın da sonlarını yaşıyorum. Zira 1 Temmuz itibariyle -a-normal mesaiye geçecekmişim. Maalesef çok gördüler bana bu esnek çalışmayı. Halbuki esnek çalışma benim vücut/biyolojik yapıma ve nefsime hoş gelen -normal- bir çalışma şekliydi. Esas anormal olan normal mesai idi. Buna rağmen niye kaldırıyorlar, anlamış değilim. Keratayı özleyeceğim o kadar. Aslında bu iznimi normal mesaiye geçildiği zaman kullansam daha iyi olurdu ama neyse. Tüm hesaplarım gibi bu hesabım da yanlış oldu.

Neyse, ne yapacağım bu izinli günümde. Esnek mesai ile birlikte azaltarak belirli standartlara oturttuğum günlük rutin yürüyüşümü nice günler sonrasında egale edeceğim. Yani daha fazla yürüyeceğim. Çünkü esnek çalışmanın yürüyüşü de haliyle esnek oluyor. Bu da önce göbeğime ardından kiloma sirayet etti. Kilo vermemin ve göbeği eritmenin ilacını bugün yürüyerek doya doya kullanacağım.

Nereye gideceğim? Nicedir çıkmadığım çarşıya yürüyeceğim. Yani korktuğunuz başınıza gelecek. Nere uğrar, kimde eğleşirim bilinmez.

Hangi yolu takip edeceğim? Güvenliğim açısından bunu söylemeyeceğim. Yalnız nerede bir gölge varsa çarşıya doğru giderken o yolları izleyeceğim. Şimdiden keşke bize de uğrasa da şöyle mükellef bir sofrayla karnını bir doyursam ama yemez. Zira kilo vermeye çalışıyor dediğinizi duyar gibiyim. Lütfen beni fazla düşünmeyin. Siz içinizden geçirdiğiniz gibi karnımı doyurmaya bakın. Bundan da ödün vermeyin. Zira ben hem yerim hem eritirim. Bu iş benim işim ve benim meselem. Yolu benim güzergahıma ters diye de düşünmeyin. Zira ara sokaklardan size doğru saparım. Yeter ki benim cebimdeki akrep sizde de olmasın. Bilin ki benim akrebim her daim sizi yener.

Sıcakta yürünür mü demeyin. Zira benim için arabayla yolculuk yapmaktan daha kolaydır yürümek. Elbiseleri çektim mi üzerime, giydim mi sporları. Tüm yollar, caddeler ve sokaklar benim. Ters yürüme, bölünmüş yola girme derdi de olmayacak. Kırmızı ışık beklemeyeceğim. Önümde beni kırmızı ışığa yakalatmak için büyük efor sarf eden değerli kardeşlerim olmayacak. Ne ben başkasına ne de başkası bana uzun uzun korna çalmayacak. Sinir katsayım yükselmeyecek. Öncelik yayalara aittir hakkımı tepe tepe kullanacağım.

Dolmuşçular beni yürür görürken aha bir müşteri deyip ardımdan “Ben geliyorum. Haydi bin” diye korna çalacak ama binmeyeceğim. Binmeyince moralleri bozulacak ama olsun. Hep benim mi bozulacak biraz da onların morali bozulsun.

Bu yazıyı, çarşıya çıktığından haberim olmadı. Keşke haberim olsaydı da bir güzel karnını doyursaydım, tüh demeyesiniz diye önceden paylaşıyorum ki umduğum dağlara karlar yağmasın.

Haydi göreyim sizi. Ne verirseniz elinizle, o gider sizinle sözü düsturunuz, darı ambarındaki bana da şimdiden afiyet olsun.