28 Nisan 2021 Çarşamba

Görgü ve Nezaket Kurallarından Bir Kesit *

Bugün, hepimizin bildiği ama çoğu zaman önemsemediğimiz bazı nezaket ve görgü kurallarına yer vereceğim. Burada şunu da söyleyeyim. Sanal âlemde dolaşımda olan bu yazının müellifini tespit edemedim. Şimdi sizi bu yazıyla baş başa bırakıyorum:

“Sevgili dostlarım, sizlerin bildiğinize ve uyguladığınıza  eminim. Emin olduğum bir şey de herkesin nezaket kurallarının unutulduğundan bahsetmesi. Nezaket kurallarından küçük bir kesiti buraya bırakalım:

1.Bir kişiyi telefonla iki defadan fazla aramayın. Çağrınızı yanıtlamazlarsa, ilgilenmeleri gereken önemli bir şeyler olduğunu varsayın.

2.Ödünç aldığınız parayı, diğer kişi size ödünç verdiğini hatırlamadan önce iade edin. Bu sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.

3.Birisi size öğle/akşam yemeği ısmarlarken asla menüdeki pahalı yemeği sipariş etmeyin. Mümkünse onların seçtikleri yiyecekleri sizin için de sipariş etmelerini isteyin.

4.Hiç kimseye "Ah, yani henüz evli değil misin?", "Çocuğun yok mu", "Neden bir ev almadın?" veya "neden bir araba almıyorsunuz?" gibi garip sorular sormayın. Bunlar sizin sorununuz değildir.

5.Arkanızdan gelen kişi için daima kapıyı açın. Erkek ya da kız, yaşlı ya da genç olması fark etmez. Toplum içinde birine iyi davranmak sizi küçültmez.

6.Bir arkadaşınız sizin için bir ödeme yaptıysa, bir daha ki sefere siz ödeme yapın.

7.Farklı görüşlere saygı gösterin. Unutmayın, birinin 6 gördüğü, size 9 görünebilir. Ayrıca, ikinci görüş bir alternatif için iyidir.

8.İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin. Dediklerinin hepsini duyun ve hepsini filtreleyin.

9.Konuşurken gereksiz konulara girmeyin. Asıl konuyu anlaşılır şekilde anlatmaya çalışın.

10.Birisiyle dalga geçer ve onlar bundan hoşlanmazsa, durun ve bir daha asla yapmayın. İnsanları daha fazlasını yapmaya teşvik edin ve ne kadar minnettar olduğunuzu gösterin.

11.Biri size yardım ederken "teşekkür ederim" deyin.

12.Arkadaşlarınızı kamuoyunda övün. Baş başa iken eleştirin.

13.Birinin kilosu hakkında yorum yapmak için hiçbir zaman bir neden yoktur. "Harika görünüyorsun" demen yeterli. Kilo vermek hakkında konuşmak istiyorlarsa, zaten yapacaktır.

14.Biri size telefonunda bir fotoğraf gösterdiğinde sola veya sağa kaydırmayın. Sırada ne olduğunu asla bilemezsiniz.

15.Bir arkadaşınız size doktor randevusu olduğunu söylerse, bunun ne için olduğunu sormayın, "Umarım iyisindir" demeniz yeterlidir. Onları, size kişisel hastalıklarını söylemek zorunda kalma gibi rahatsız edici bir duruma sokmayın. Bilmenizi isterlerse, bunu zaten söylerler.

16.Temizlik görevlisine CEO ile aynı saygıyı gösterin. Altınızdaki birine ne kadar kaba davrandığınızdan kimse etkilenmez ama insanlar, onlara saygılı davranırsanız bunu fark edeceklerdir.

17. Bir kişi doğrudan sizinle konuşuyorsa, telefonunuza bakmak kabalıktır.

18. Sizden istenene kadar asla tavsiye vermeyin.

19. Kimseye gerek yokken yaşını ve maaşını sormayın.

20. Sizi doğrudan ilgilendirmeyen herhangi bir şey olmadıkça işinize odaklanın.

21.Sokakta biriyle konuşuyorsanız güneş gözlüğünüzü çıkarın. Bu bir saygı göstergesidir. Göz teması konuşma kadar önemlidir.

22.Yoksulların ortasında asla zenginliğinizden bahsetmeyin. Benzer şekilde, çocuğu olmayanların yanında çocuklarınız hakkında konuşmayın.

23. İyi bir mesajı okuduktan sonra, "Mesaj için teşekkürler" demeye çalışın.

24.Cep telefonu ile konuşurken başkalarının sizi dinlemek zorunda kalmamasına dikkat edin.”

Yazarın emeğine sağlık…

*04/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sen misin Vejetaryen Olan! (2)

Vejetaryen kelimesini duyunca kalbim hızlı bir şekilde çarpmaya ve zihnimde olumsuz, kötü ne kadar kavram varsa belirmeye başladı. O an çocuğun daha önceki tavır ve davranışları gözümün önünden film şeridi gibi geçmeye başlamıştı: Sabah uyanır uyanmaz boy aynasının önüne geçip en az yarım saat orasına burasına bakması özellikle bayanların kullandığı bakım malzemeleri kullanması, giyim tarzı vs.

Hemen arkadaşlara dönüp vejetaryenin ne olduğunu sordum. Arkadaşlarımdan Lütfü ağabey, sen bilmiyor musun dedi. Ben de zekâsına kurban olduğum, bilsem neden sana sorayım dedim. Lütfü: Vejetaryen çok pis bir şeydir, dedi. Nasıl pis bir şeydir Lütfü, biraz açar mısın, dedim. Lütfü: Ağabey, vallahi dilimin ucunda ama çıkaramıyorum. Anlayacağın şerefsizdir işte, dedi.

Baktım Lütfü de umut yok, bu sefer Mehmet'e sordum. Mehmet hiç beklemeden “ağabey, toptur" dedi. Mehmet ne topu, bugün yemeğe ne koydun, hiçbir şey anlayamıyorum dedim. Mehmet: Ağabey, anla işte, Bülent Ersoy gibidir ha! dedi. Tekrar arkadaşlara: Bakın, ben vejetaryenin ne olduğunu bilmiyorum bu söylediklerinizden emin misiniz, diye sordum. Lütfü ile Mehmet, vallahi eminiz dediler. (Aslında Lütfü ile Mehmet bilgilerine pek de itimat edilecek insanlar değildi ama elimdeki malzeme onlardan ibaretti ne yapayım.)

O an sanki başımdan kaynar sular dökülmüştü. Ya Rabbim! Biz ne büyük bir günah işledik ki bize böyle bir vejetaryeni reva gördün dedim. (Benim de zihnimde çocuğun daha önceki hal ve hareketlerinden edindiğim izlenimlerimle böyle bir algı oluşmuştu zaten. Arkadaşlarımın da çok değerli bilgilendirmeleri sayesinde artık vejetaryenin ne olduğu konusunda kendimce emin olmuştum.)

Hem de vejetaryenle aynı odada kalıyordum. Öyle bir sinirlenmiştim ki gözlerim kararmış sanki hiçbir şeyi göremez olmuştum. Hiddetle çocuğun bulunduğu odaya daldım. Çocuk yatağında uzanmış, tavana bakıyordu. Üzerine yürüdüğümü görünce korkulu gözlerle bana bakıp ağabey, ne oldu dedi. Son sözü de bu oldu. Daha ne olsun demek vejetaryensin ha! Seni aşağılık, adi, namussuz! Gel lan buraya, diyerek kolundan tutup yatağından kaldırdım. Sürükleye sürükleye kapının önüne kadar getirdim. Şimdi defol git evimizden. Git kendin gibi vejetaryenlerle ev tut. Yarın benim evde olmadığım bir vakitte gel eşyalarını al. Bir daha gözüme görünürsen seni parçalarım anladın mı, dedim. Kapıyı açıp bir tekmeyle dışarı attım ve kapıyı kapattım.

Aradan kırk beş dakika geçti geçmedi telefonum çaldı. Arayan çocuğun babasıydı. Telefonu açmakla açmamak arasında bir tereddüt yaşadım. Bir babaya, oğlunun vejetaryen olduğunu nasıl söyleyebilirdim? Ya adam kalp krizi geçirirse...Bu düşüncelerle bir süre telefonu açmadım. Babasının ısrarlı çaldırmaları sonucunda açmak mecburiyetinde kaldım.

Telefonu açar açmaz çocuğun babası sinirli bir sesle:

-Siz benim oğlumu gecenin bir yarısı nasıl dışarı atarsınız? Nasıl kötü laflar edersiniz? Ben sizinle böyle mi anlaşmıştım türünden bir sürü laf etti.

Ben: -Amcacığım, sakin olursan anlatacağım. Doğru, biz seninle böyle anlaşmamıştık. Üzgünüm. Biliyor musun, senin oğlun bir vejetaryenmiş. Bugün kendisi söyledi, dedim.

Adam: -Biliyorum, eee ne olmuş vejetaryense, ben de vejetaryenim bunda ne var?

Ben:-Neee? Sende mi vejetaryensin? Namussuz adam, demek ki oğlunu sen bu hale getirmişsin. Bir de utanmadan ne olmuş diyorsun. Daha ne olsun. Keşke oğlun, içki içip karı kız peşinde koşsaydı da vejetaryen olmasaydı. Siz ne şerefsiz ne aşağılık bir aileymişsiniz. Allah sizin belanızı versin deyip telefonu yüzüne kapattım. Kapattıktan sonra yine telefonumu çaldırmaya devam etti. En sonunda telefonumu kapattım.

Bir saat sonra kapımızın zili çaldı. Gelen, çocuğu yanımıza almamız için bize ricada bulunan arkadaşımdı. Morali çok bozuktu. Çocuğun babasının kendisini aradığını, aramızda geçenleri anlattığını, çocuğun babasına karşı çok mahcup olduğunu söyledi. Bunu neden yaptığımızı sordu. Bense, çocuğun vejetaryen olduğunu bu nedenle evden attığımızı, babasına hakaret etmemin nedeninin ise babasının da vejetaryen olduğunu söylemesi olduğunu belirttim.

Arkadaşım: -Bir insan vejetaryen olduğu için evden atılır mı? Hakaret edilir mi? Siz delirdiniz mi?

Ben: -Aslında eşek sudan gelinceye kadar dövmediğimize dua et. Hem vejetaryenlere dair sendeki bu engin hoşgörü de hiç hayra alamet değil. Doğru söyle lan, sende mi vejetaryensin? Sonuçta bunlar senin aile dostların. Yoksa niye bunlarla dost olasın ki?

Arkadaşım: -Ne münasebet, ben vejetaryen değilim. Hem vejetaryen olsam ne olur, bu kötü bir şey değil ki. Siz vejetaryenin ne olduğunu biliyor musunuz?

Ben: -Tabi ki biliyoruz. Ne olacak şerefsiz bir ibnedir işte. (Lütfü ve Mehmet’in bilgisiyle)

Bu son sözümle, arkadaşım gülme krizine girdi. On dakikada anca kendine gelebildi. Vejetaryenin et yemeyenler için kullanılan bir kelime olduğunu söyledi. Mehmet'in yaptığı yemekte de et vardı. O an ne diyeceğimi bilemedim. Çok utanmıştık. Yahu direkt ben et yemiyorum diyemez miydi? Bir de et yememek sinirlenmek ve ev arkadaşlarına küsmeyi mi gerektiriyordu?

Neyse çocuğu eve geri çağırdık. Kendisinden özür diledik. Çocuğa sinirli oluşunun nedenini sordum. Meğerki mikrop, mutfak masrafları ortak olduğundan yemediği yiyeceklerin de hesabının kendisinden alınacak olmasına sinirlenmiş. Ben de kolayı var, evdeki mutfak masraflarına ortak olmazsın, yemeklerini gider lokantada yersin, olur biter dedim. Yoksa bir muhasebeci tutmamız gerekir. Lütfü bamya sevmez, Mehmet mercimek yemez, ben bulgur sevmem...

Not: Vejetaryen kelimesi olayın geçtiği 2002 yıllarında bizim için çok popüler bir kelime değildi."

26 Nisan 2021 Pazartesi

Sen misin Vejetaryen Olan! (1)

Üç sayfalık bu yazı dizisi bana ait değil. Kendisini ailecek tanıdığım, değer verdiğim, sayıp sevdiğim, özü-sözü bir, Adıyaman Kahta ilçesinde ikamet eden Cevher Olt'a ait bu yazı. Kendisi Kıbrıs'ta üniversite okurken başından geçen bu hatırasını sosyal medyada paylaştığında bir solukta okumuştum. Cevher, bunu yazı konusu edinebilir miyim dediğimde, şeref duyarım demişti. 

Yazının geçtiği yıllar 2002 yılları olsa gerek. Daha İnternetin yaygınlaşmadığı, bilemediğimiz bir kelimeyi öğrenmek için başvurmadığımız yıllar. Yazıyı okurken hem güleceksiniz hem de bir konuda yanlış bilgi sahibi olunca insanın ne tür yanlışlara imza atabileceğini, yanlışa imza atanın samimiyetini ve içtenliği aynı zamanda Türkçe karşılığı varken bir kelimenin yabancı dilden olanını tercih etmenin kişiye nelere mal olabileceğini göreceksiniz. Bu hatırayı Cevher'in ağzından dinleyenler, bunu bizzat Cevher'in ağzından dinlemek gerektiğini söyleseler de biz böyle bir seçenek ve zevkten mahrumuz ve yazısıyla yetineceğiz. Bu anıyı iki parça halinde aktarmaya çalışacağım. Şimdi sizi bu yazı dizisiyle baş başa bırakıyorum:

"Yeni bir öğrenim yılının başıydı. Üniversite ikinci sınıfa geçmiştik. Okuduğumuz şehirde konut sayısı az olduğundan, kiralık ev bulmak bir insana piyangodan para çıkması kadar oldukça zor bir ihtimaldi. Cemaat ve vakıf yurtlarında da durum farklı değildi. Tabiri caizse kontenjanları dolup taşmıştı. Biz de uzun ve zorlu bir uğraşıdan sonra zar zor bir apart otel bulabilmiştik. Kaldığımız ev iki oda bir salondan müteşekkil küçük bir yerdi. Bir odasında iki hemşerim, diğer odada ise yalnız ben kalıyordum.

Bir gün, samimi olduğum ve hatırını kıramayacağım bir arkadaşım, telefonla beni arayarak yüz yüze görüşmek istediğini söyledi. Ben de olur, bizim eve gel, görüşelim, dedim. Arkadaşım: “Ordu'nun bir ilçesinde Milli Eğitim Müdürlüğü yapan bir aile dostumuz, oğluyla beraber yaklaşık bir haftadır benim evimde misafirler. Geçen gün, üniversiteye çocuğunun kaydını yaptık. Fakat ev bulamıyoruz. Babası herkese güvenemediğinden, çocuğunun tek başına ev tutmasını istiyordu. Ev bulamayınca mecburen başkalarıyla kalmasına razı oldu. Bana, ‘Tanıdığın güvenilir, dürüst insanlar varsa yanlarına yerleştirelim yoksa çocuğun kaydını donduralım’ dedi. Benim de aklıma ilk siz geldiniz. Ricamı kabul edersen çok sevinirim.” dedi. Kabul etmezsem, dedim. “Ya aile dostumuz…kendisine çok mahcup olurum” dedi. Bense: "Evimiz biliyorsun çok küçük. Normalde kabul etmezdim. Lakin senin hatırın için bir kaç şartla kabul ederim. Yarın gelsinler şartlarımı kabul ederlerse kabulümüzdür" dedim.

Ertesi gün çocukla babası geldiler. Kısa bir tanışma faslından sonra: "Amcacığım, ben içki içmem, içilen yerde de durmam. Karı-kız peşinde de koşmam. Bu davranışları yapanlardan da hiç hazzetmem. Yanlış anlama! Burası cemaat evi değil. Namaz kılar kılmaz, o beni ilgilendirmez. Eğer oğlunun bu taraklarda bezi varsa bizimle kalmaması, kendisi için daha iyi olur" dedim.

Adam: “Ooo çok iyi. Ben de oğlumun beraber kalacağı arkadaşlarının tam da böyle olmasını isterim. Hiç şüphen olmasın. Bu konularda oğlum da aynı sizin gibi düşünen biridir. İnan ki çok iyi anlaşacaksınız,” dedi. (Laf aramızda, oğlunun tipi, hal ve hareketleri hiç de öyle demiyordu. Hatta tam tersine affetmem hepsini de yaparım gardaş diyordu.)

Sonra adam bizi daha yakından tanımak amacıyla bizde bir hafta kalmak istediğini söyledi. Bizde kabul ettik. Giderken telefon numaramı aldı ve oğluna ağabeylik etmemi, koruyup kollamamı rica etti. Ben de başım üstüne dedim ve adam gitti (Sonunda müdür beyin o bitmek bilmeyen sıkıcı sohbetlerinden kurtulmuştuk.)

Çocukla yirmi birinci günü devirmiştik. Evde iş bölümü yapmıştık. Her gün bir arkadaşımız yemek yapar ve bulaşıkları yıkardı. O gün Mehmet arkadaşımız yemek yapmıştı. Derslerim geç bir saatte bitmişti. Eve geldiğimde iki hemşerim de masada yemek yiyorlardı. Çocuk ise kanepeye uzanmış, iki elini başının altına koymuş sinirli bir şekilde duvara bakıyordu. Beyaz tenli olduğundan yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Sinirli olduğu her halinden belli oluyordu. Ellerimi ve yüzümü yıkadıktan sonra sofraya oturdum. Arkadaşlara kısık bir sesle çocuğun yemek yiyip yemediğini sordum. Arkadaşlar, çocuğun yemek yemediğini söylediler. Çocuğa: ''Kardeşim gel, yemek yiyelim'' dedim. Çocuk yüksek bir ses tonuyla ve sinirli bir şekilde: ''Ben yemek yemeyeceğim' dedi. Masada bulunan arkadaşlarıma yine kısık bir sesle ve Kürtçe çocukla tartışıp tartışmadıklarını sordum. Arkadaşlarım, çocukla hiç bir şekilde tartışmadıklarını söylediler. Zaten daha önce arkadaşlara bakın biz üçümüz hemşeriyiz, bu çocuk aramızda yabancı, zaten gurbet eldeyiz, çocuk bizim aramızda yabancılık çekmesin. Onun için hatalarını görmezlikten gelin ve sakın kalp kırıcı sözler söylemeyin demiştim.

Tekrar çocuğa dönüp kendisine şöyle dedim:

Bak kardeşim, bizde hemşericilik yoktur. Aynı yaşam alanını paylaşıyoruz sen de bizim hemşerimizsin. Evde bulunan arkadaşlardan biri sana ters bir davranışta bulunmuşsa söyle kendisinden hesabını sorayım. Yok, eğer dışarıdan birileriyle kavga etmişsen ve de haklıysan söyle, gidip beraber bunun hesabını soralım. Derdin neyse açıkça söyle. Yeter artık ben de sana sinirlenmeye başladım. Böyle yüz yapıp da keyfimizi bozma.

Çocuk hiddetli ve ağlamaklı bir ses tonuyla:

Ben kimseyle tartışmadım. Kimseyle bir sorunum da yok. Ayrıca yemek de yemeyeceğim. Ben bir vejetaryenim anladınız mı? Anlamadınızsa heceleyerek söyleyeyim Ben ve_je_tar_ye_nim, dedi ve hiddetle odasına doğru gitti.

(Ben vejetaryenim derken öyle bir ifade biçimi vardı ki sanki ben mikrobum anladınız mı, beni ortadan kaldırın der gibiydi.)

(Devam edecek)