26 Nisan 2021 Pazartesi

Diplomasi Deyip Geçmeyelim *

Ekonomi ve askeri teçhizat yönünden kendi kendine yeten güçlü bir devlet isen uluslararası ilişkilerde diplomasiye ve diplomatik bir dile pek bir ihtiyacınız olmaz. Her oturduğun masaya güçlü oturur ve kazanarak kalkarsın. Bölgede ve dünyada haksız bir söylemde bulunsan ve yanlış bir icraata imza atsan bile kimse "Ne yapıyorsun" diye kolay kolay karşına çıkmaz. Kimse senin ardından iş çevirmez, ekonomik ambargo uygulamaya kalkmaz, ekonomini de batırmaya kalkışmaz. Karşında seni dize getirecek ne bir devlet olur ne de güç. Kimse sana karşı terör örgütlerini beslemez, onlara silah vermez, lojistik destek sağlamaz. Senin terörist dediğini de dünya terörist ilan eder ve ülkesinde barındırmaz. Aynı şekilde senin aleyhine lobicilik faaliyetlerine yeltenen de olmaz. Olsa bile gücün karşısında, geçmişte olup bitmiş bir olayı kaşımak ve sana had bildirmek için hiçbir ülke parlamentosu, "soykırım" adı altında seni sıkıştırmaya yeltenemez.

Bu kısa açıklamalarımın ardından dünya niye bize düşman, niye her devlet bizi sıkıştırmaya çalışıyor, lobilere kulak veriyor da bizim dediklerimizi kulak ardı ediyor diye bir düşünelim. Bu iş vara vara güce dayanıyor. Gücün yoksa söylediğimiz sözlerin bir kıymeti harbiyesi yoktur. İlişkilerin çıkar, menfaat, güce dayalı ve kazan-kazan politikasının hakim olduğu uluslararası ilişkilerde, dünyanın aldığı her karar bizim aleyhimize oluyorsa belli ki ne ekonomik ne siyasi ne askeri gücümüz var. Zira bunlar olsaydı aleyhimize bir el kalkmazdı. Dünya arenasında, kurtlar sofrasında ve paylaşımlarda söz sahibi olmak, masaya oturmak ve sözümüzün dinlenmesi güçle alakalıdır. Bağımsız ve güçlü bir devlet olmak istiyorsak her şeyden önce ekonomik yönden kendi kendimize yeten, fazlasını ihraç eden bir ülke olmalıydık. Bugün ithalat ve ihracat dengesi, aleyhimize cari açık olarak karşımıza çıktığına göre dalgalanan bayrağımız olmasına rağmen tam bağımsızlıktan söz etmemiz mümkün değildir. 

Gücümüz yoksa ne yapmalıydık ve ne yapmalıyız? Pekâlâ, uluslararası ilişkilerde bir denge siyaseti güdecek şekilde iyi bir diplomasi yürütebilirdik. "Ermeni soykırım" iddiasında olduğu gibi bugün otuzdan fazla ülke soykırımı kabul ettiğine göre diplomasiyi de başarıyla sürdürdüğümüz, bize karşı yürütülen lobicilik faaliyetlerine karşın, karşı lobi faaliyetlerini de hayata geçirdiğimiz söylenemez. Ki dünyanın çeşitli ülkelerine Ermenilerden fazla dağılmış Türk'ün olduğu bir gerçektir. Elimizde un ve irmik olmasına rağmen helva yapmayı maalesef becerememişiz.

Uluslararası ilişkilerde genel geçer kural olan diplomasiyi niçin hayata geçiremiyoruz? Çünkü devletler arası ilişkilerde soğukkanlı değiliz. Bizi ilgilendirsin veya ilgilendirsin, olayların üzerine balıklama atlıyoruz. Söz ve eylemlerimize “endişe duyuyoruz” dilini hakim kılmıyoruz. Olayların perde gerisini, olacakları ve sonuçlarını kafamızda iyice tartmıyoruz. İşin içine hamaset katıyoruz. Gerilimleri zamana yayıp tansiyonu düşüreceğimiz yerde çoğu zaman hamasete başvuruyor ve iç siyaset malzemesi yapıyoruz. Onların aleyhine bekara avrat boşamak kolay misali bol bol konuşuyoruz. Devletlere, seçmen karşısında hat bildiriyoruz. En son söyleyeceğimi ilk başta söylüyoruz. Tüm bunları yaparken devletlerin de bir onuru vardır diye düşünmüyoruz. İnceldiği yerden kopsun diyerek kırıp döküyoruz. Ortaya çıkan gerilim ve yükselen tansiyon sonrasında ya ilişkileri kesiyoruz ya da en alt seviyede sürdürüyoruz. İnsana küser gibi devletlere küsüyoruz. Bu küslük bazen yıllar yılı sürebiliyor. Biz bu küslüğü karşılıklı olarak sürdürürken küs olduğumuz devlet veya devletler başka devletlerle aleyhimize anlaşmalar yapabiliyor ve bazı kazanımları kaybedebiliyoruz. Bıçak kemiğe dayanınca da hiçbir şey yokmuş gibi alttan alta ilişkileri normal seviyeye çıkarmaya çalışıyoruz.

Hasılı, gücümüz yoksa uluslararası ilişkilerde diplomasiye büyük önem atfetmemiz gerekir diye düşünüyorum. Çünkü dünyayı karşımıza alarak bu devleti güçlü kılamayız ancak güç kaybederiz. Bu da toparlanmayı geciktirir. Ki dünya bize hepten düşman olamaz. Böyle olsa bile öyle bir yol izlemeliyiz ki düşmanlarımızla bile asgari müştereklerde anlaşma zemini bulabilmeliyiz. Şu durumda ayakta kalmanın yolu da bu gözüküyor.

*28/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

25 Nisan 2021 Pazar

Dolandırıcılar ve Devlet *

Son kripto para vurgununun ardından hafızamı yokluyorum. Gözümün önüne 80 sonrası bankerler, 90'lı yıllarda adına yeşil sermaye dedikleri holdingler, 2000 sonrası Çiftlikbank şimdi de Thedox geldi. Biraz arşiv karıştırsak daha niceleri ve nice kirli çamaşırlar çıkar ortaya. Bunların içerisinde kuruluş ve ortaya çıkış amacı dolandırıcılık olmayan ama geldiği nokta itibariyle arkasında binlerce mağdur bırakan bir durum söz konusu olduğu görülmektedir.. Hesapların haklenmesini, kontör isteme, terörle mücadele adı altında para istenmesini saymıyorum bile. 

Köşeyi dönüp mağdur edenlerin ve mağdur olanların ortak noktası, daha fazla para kazanma hırsı olduğu açıktır. Fazla emek sarf etmeden, parayı üretimde değerlendirmeden, oturduğumuz yerden -deli- para kazanma aşkıdır bunun Türkçesi. Her yılbaşı öncesi piyango bileti alma, devlet eliyle yürütülen diğer şans oyunlarına para yatırma da aynı kapıya çıkar.

Kim fazla para kazanmak istemez? Benim parada pulda gözüm yok, fazla para istemem diyen kaç kişi var aramızda? Herkes, ama çalışarak ama çalışmadan ve alın terletmeden köşeyi dönme hayali kurmakta. Siz hiç duydunuz mu, bugüne kadar biriktirdiğim ve kazandığım para bana yeter diyeni? Duyamazsınız. Bundandır ki “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, ikinci vadiyi ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur” denir. Yani para, olduğundan fazla para kazanma, bir verip üç alma bizim yumuşak karnımız. İnsanın bu zaafını bilenler de bu müşteri portföyünü değerlendirir, onlara ne haliniz varsa görün demez ve şunların birikintilerini bir çarpayım der. Yani bir yerde müşteri varsa bunun alıcısı/satıcısı/pazarlayıcısı da olur.

Burada kim suçlu? Arkasına sürükledikleri insanları mağdur edenler mi yoksa bu tür yapılara güvenenler mi? Niyetim suçlu aramak olmasa da burada birinci planda sorumlu ve suçlu olan arz ve talebe göre oluşan piyasa koşullarından fazla para kazanma hırsı içerisinde olanlar suçludur. Ardından bunları dolandıranlardır. İşin ucunda alın terletmeden fazla para kazanma hırsı olunca dolandıran da dolandırılan da bu para pul işini sağlam temellere oturtmuyor. İş tamamen karşılıklı güven esasına dayanıyor. Bunun sonu da bir taraf köşeyi dönerken diğer taraftan arkasında sayısız mağdurlar üretiyor. Çünkü belgesi ve sorumluluğu olmayan her güven, ihanetle neticelenir. Halbuki her türlü alaverenin, borçlar hukukunun ve yazılı evrakın belge, rehin, şahitlik ve sağlam temellere dayanması gerektiğini belirten bir sayfalık en uzun ayet Bakara süresinde keşfedilmeyi ve uygulamayı bekliyor. Bu ayeti Allah, herhalde sayfa dolsun, dostlar alışverişte görün diye bize indirmedi. Okuyun, anlayın ve gereğini yapın ki aranızda güven sarsılmasın ve mağdurlar olmayasınız diye indirdi. Biz her türlü ticarette, bu borç ayetinin gereğini hayatımızda düstur edinmedikçe bu tür dolandırıcılıklar ve sahtekarlıklar ne ilk olacak ne de son. Hele İnternet ortamı ve sanal alem vasıtasıyla reklamlar oldukça, işlemler burada yapıldıkça giderekten daha büyük mağduriyetlerin ve vurgunların olması daha da kaçınılmazdır.

Burada tek suçlu vurguncu ve yatırım amaçlı bunlara para yatıranlar mı? Bence bu ikisinden daha öncelikli, sorumlu ve suçlu bir üçüncüsü daha var. Esas suçlu budur. Kimdir derseniz? Bana göre bu, devletten ve devlet adına ülkeyi yönetenlerden başkası değildir. Hemen ne alaka demeyin. Devletin vatandaşını her türlü tehlikeden koruma gibi bir görevi var. Yukarıda verdiğim örnekler gizli-kapaklı örnekler değil. Hepimizin gözünün önünde cereyan etmiştir. Çoğu televizyonlarda ve sanal ortamda reklamlarını bile yapmışlardır. Yani milletin parasını iç edecek kadar piyasada arzı endam ediyorlar. Sağır sultanın bildiği, duyduğu bu vurguncuları devletin bilmemesi mümkün değildir.  Devlete bir kuruş vergi dahi vermeyen bu yapılar, parsayı toplarken devlet ne yapıyor? Olup bitenlerden anladığımıza göre devlet; görmedim, bilmedim, haberim yok” dercesine üç maymuna oynuyor. Yani problem yoksa orta yerde devlet de yok. Ne zaman ki vurgun ve mağdurlar ortaya çıkar, işte o zaman devlet denen aygıt harekete geçiyor. Ne yazık ki devlet harekete geçtiği zaman nitelikli dolandırıcı, arkasında çok sayıda mağdurlar bırakarak atına atlayıp Üsküdar’ı geçmiş oluyor. Ülkenin sermayesini bir daha geriye gelmeyecek şekilde dışarıya kaçırıyor. Savcılar ilgili kişiler hakkında inceleme ve soruşturma başlatıyor ve sorumlu hakkında kırmızı bülten çıkarıyor. Sonuç, mağdurlar fazla kazanacağım diyerek yatırdıkları sermayeyi de kaybedip üzerine bir bardak su içiyor. Biz de “Oh olsun, yatırmayaydın!” deyip mağdurlara kızıyoruz. Mağdurlara kızalım, vurgunculara kızalım. Zira bunun için bir sermayeye gerek yok ama görevini yerine getirmeyen, zamanında insanını uyarmayan ve dolandırıcıyı zamanında enselemeyen devlet yetkililerine de kızalım. Tüm bu dolandırıcılıklardan, orta yerde devletin olmadığı ve vurguncuyla-mağduru kendi haline bırakan bir devlet görünümü ortaya çıkıyor. Devlet dediğin gözünü açık tutar, dolandırıcı ortaya çıkar çıkmaz nefesini arkasında hissettirir. Sahi, kamuda öğretmenlik yaparken “özel ders verilir” diye sanal alemde paylaşım yapan öğretmenin peşine düşen devlet, bu nitelikli dolandırıcılar karşısında nerede?

*01/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Gençler Ne İstiyor?*

Başlığı gençler ne istiyor diye koydum. Aslında başlığa insanımız ne istiyor desek yanlış olmaz. Gençler ve insanımızın ne istediğini belirtmeden önce nasıl bir haleti ruhiyede olduklarını tespit etmek lazım. Bunun için de araştırmalara ihtiyaç var. Bu konuda elimizde, üzerinde ciddi bir şekilde çalışılmış fazla veri olmasa da gençlerin içinde bulunduğu durumu açıklayan 2020 yılında Yeditepe Üniversitesi ve MAK Danışmanlık iş birliği ile gerçekleştirilen en kapsamlı ‘Gençlik Araştırması'nda sonuçları var. İzninizle bu araştırmadan kısa kısa notlar aktarmak istiyorum:

13 Temmuz-20 Ağustos tarihleri arasında 18-29 yaş grubu gençlerle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre;

*Gençlerin yüzde 50,5'i mutlu değil: Gençlerin yüzde 26,2'si mutlu olmak için öncelikle paraya sahip olunması gerektiğini belirtirken, yüzde 16,6'sı statü/kariyer, yüzde 12,4'ü maneviyat ve yüzde 11,3'ünün ise aile yanıtını vermesi dikkat çekti.

*Gençlerin yüzde 90'nına yakını büyüklerin kendilerini anlamadığını düşünüyor.

*Yüzde 11,7'sinde Ahiret inancı yok. "Namaz kılıyor musunuz?" sorusuna gençlerin yüzde 39'u ‘haftada bir kere Cuma Namazı' cevabını verirken, yüzde 26,7'si ise ‘Bayram Namazı veya başka çok özel günlerde yılda birkaç kere' cevabını verdi. ‘Hayır, hiç namaz kılmıyorum' cevabını verenlerin oranı yüzde 17,8 olurken, ‘5 Vakit namaz kılıyorum' diyenlerin oranı ise yüzde 14'de kaldı.

*"Türkiye'deki siyasi partilerden herhangi birinin gençlerin sorunlarını çözme konusunda yeterli politikalar üretebildiğini düşünüyor musunuz?" sorusuna gençlerin yüzde 77,9'u 'Hayır hiçbir parti yeterli politika üretmiyor sadece üretiyormuş gibi görünüyor' cevabını verdi.

*"Bu ülkeyi yönetiyor olsanız öncelikle çözeceğiniz sorun ne olurdu?" sorusuna gençlerin 46,7'si gibi büyük bir oran işsizlik/istihdam sorunu cevabını verirken, yüzde 8,8 hayat pahalılığı, yüzde 7,6'sı ise adalet cevabını verdi. (% 63,1’i işsizlik, hayat pahalılığı ve adaletten dert yanıyor.)

*"Eğitim veya iş amaçlı bir başka ülkede geçici süreli yaşama fırsatı tanınsa yurtdışına gitmek ister misiniz?" sorusuna gençlerin yüzde 76,2'si ‘evet kesinlikle giderim' cevabını verirken, yüzde 14'ü ise ‘Evet ama ülkemde aynı şartları bulursam gitmem' cevabını verdi. Kalıcı olarak bir başka ülkenin vatandaşlığı verildiğinde  ‘evet terk eder giderim' diyenlerin oranı yüzde 64 olurken, sadece yüzde 14'ü ‘ülkemde kalırım' cevabını verdi.

"Hangi ülkede yaşamak istersiniz?" sorusuna yüzde 43 ile Avrupa ülkeleri başı çekerken, yüzde 39,8 ile ABD/Kanada, yüzde 14,8 ile de İskandinav ülkeleri takip ediyor.

"Neden başka bir ülkede yaşarsınız" sorusuna ise gençlerin yüzde 59'ü ‘daha iyi bir gelecek' cevabını verirken, yüzde 14,6'sı ‘Daha huzurlu hayat', yüzde 6'sı ‘adalet/eşitlik' ve yüzde 20,4'ü ise ‘diğerleri' cevabını verdi. 

*Araştırma kapsamında sorulan "sizce Türkiye'de işe girebilmek için liyakat mi daha etkili yoksa torpil mi?" sorusuna yüzde 77,6'sı torpilin liyakatten daha etkili olduğu yönünde cevap verdi.

*En çarpıcı sonuçlardan birisi de, "şu an itibariyle borcunuz var mı?" sorusu oldu. Gençlerin yüzde 86'sı bu soruya ‘evet, var' cevabı verdi. 5 bin ile 10 bin TL arası borçlu olanların oranı yüzde 27 ile ilk sırada yer aldı.

Özetlersek; gençlik işsizlikten, adaletten, hayat pahalılığından dert yanıyor, gelecek kaygısı taşıyor, kamuya alımlarda torpilin liyakatin önüne geçtiğini ifade ediyor; büyüklerin kendilerini anlamadıklarına, sorunlarını siyasetin çözemeyeceklerine inandırmışlar. Başka ülkede yaşamak istiyorlar. Sayıları yekun teşkil etmese de ahiret inancı sorunu yaşadıkları, namaz kılma konusunda yeterince özenli olmadıkları görülmektedir. Kısaca gençlerin yarısı mutlu değil.

Bir ülkenin gençliği, mutluluk ve gelecek sorunu yaşıyorsa gerçekten geleceğimiz olan bu gençlikten ne beklenir? Bizim kendilerini anlamadığımızı ifade etmeleri de üzerinde kafa yormaya değer.

Burada anne babalar ve toplum kadar devlete büyük görev düştüğünü düşünüyorum. Çünkü ülkeyi yöneten ve yönetmeye talip olan siyasi partilerin, sorunlarını çözeceğine dair umutları da yok. Aldıkları karar ve yönetimleriyle ülkenin her şeyine etki eden siyasetin, bu araştırma sonucunu enine boyuna düşünüp politika üretmesi gerekir. Çünkü 2023 seçimlerini gelecek kaygısı taşıyan bu gençler belirleyecek. Birazı Y nesli olan bu gençlerin kahir ekseriyeti Z nesli. Bu gençlerin dilini anlayan siyasi partiler iktidar olur. Birbirleriyle kayıkçı kavgası yapan bugünkü siyasetimizin de bu gençleri anlamaya çalıştığını maalesef göremiyorum.

*21/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.