17 Şubat 2021 Çarşamba

İsraf Karnemiz *

İsraf denince aklımıza, günlük üretilen 120 milyon ekmeğin yüzde 10’unu (12 milyonunu) çöpe attığımız ekmek gelse de yaptığımız israf, keşke sadece ekmekten ibaret olsa. Maalesef israf karnemiz pek kabarık. Çünkü hemen hemen her alanda özellikle kamuda yaptığımız israfın haddi hesabı yok. Her alanda yaptığımız israf nedense ekmek kadar dikkat çekmiyor. Ekmek israfının üzerinde durduğumuz kadar diğer israflar üzerinde durmuyoruz. Hoş, ne kadar üzerinde dursak da bir zamanlar Mushaf’la eş değer gördüğümüz, “ekmek-Mushaf çarpsın” şeklinde yemin ettiğimiz, yere düşeni/atılanı öperek duvara kaldırdığımız ekmeğe saygı, her geçen gün daha da azalmaktadır.

Ekmek israfı bu ülkede başlı başına bir sorun olsa da bu yazımda ekmeğin dışında yaptığımız israflara örnekler vermeden önce israfın ne demek olduğunu bir hatırlayalım. İsraf, "gereksiz harcama, gereksiz tüketim, savurganlık, tutumsuzluk." demektir. Şimdi gelelim örneklere:

1.Makam veya hizmet aracı adı altında gereğinden fazla aracın tahsis edilmesi. Bu araçların çoğunun amacı dışında kullanılması…

2.Kamuya ait lojman kiralarının piyasa değerinin çok altında olması. Burada kamu zararı söz konusudur.

3.İhtiyaçtan fazla yapılan kamu binaları ve kamu görevi yapan binaların çokluğu:

 a-Küçük ilçelerde hiç ihtiyaç yokken kamu binaları yapılmış. Mevcut ihtiyaçları karşılayabildiği halde yeni kamu binalarının yapılmış/yapılıyor olması. Sürekli göç veren kırsal kesimlerde öğrencisi olmayan okullar ve lojmanlar atıl bir şekilde yıkılmaya terk edilmiş durumda.

 b-İhtiyaç olmadığı halde birbirine yakın cami sayısı. Çoğunun cemaati bile yok. Buna rağmen yeni camiler yapılmaya devam ediyor.

 c-Zorunlu temel eğitimle birlikte mevcut Kur’an kurslarının çoğu ya düşük kapasite ile çalışıyor ya sadece yaz dönemi öğrenciyle buluşuyor ya da öğrenci yokluğundan kapalı gibi bir şey. Çoğu kurs öğreticisi, kursu açık tutmak için yetişkinlerden kayıt yapıyor. Bunlarda da devam sorunu had safhada. Mevcut Kur’an kursları tam kapasite ile çalışmazken hala yeni Kur’an kursu inşaatları devam ediyor.

6.İnsan kaynakları yönünden:

 a-Devlet dairelerinde normalinden fazla personelin çalıştırılması.

 b-Norm Kadro Yönetmeliğine rağmen iyi bir planlamanın yapılmıyor olması. Çoğu il ve ilçelerde normun üzerinde öğretmenin olduğu dikkat çekmektedir. Alanında ders yükü olmamasına rağmen özür, aile birliği gibi nedenlerle ilçe kadrosunda olan öğretmenler var. Bazı yerlerde bu şekil özürden dolayı normun üzerinde öğretmen varken bazı yerlerde bu öğretmenlere ihtiyaç olduğu görülmektedir. Bakanlık buralara ilk atamadan öğretmen alımı yapmaktadır. Öğretmen veremediği yerlerde ücretli öğretmen görevlendirmesine gidilmektedir.

  c-Özlük hakları korunmak suretiyle birçok yöneticinin işe gitmediği halde çalışıyormuş gibi maaş ve diğer ücretlerini almaya devam etmesi. Bu statüdeki kişilerin yerine yeni görevlendirmelerin yapılması. Selefi, uzman veya araştırmacı adı altında evinde pasif, halefi ise aktif olmak suretiyle aynı koltuğa devlet, iki maaş birden ödüyor. Kazanılmış hak dediğimiz bu durum, eskinin bankamatik memurluğundan farklı bir şey değil.

7.Belediyelerin değişik aktivite adı altında yaptıkları, kaldırım ve tretuvar düzenlemeleri vs.

Kamu ve amme görevi yapan kurumlara ait verdiğim örneklerin dışında inanın yaptığımız israflar say say bitmez. Maalesef israfın katmerlisini de devletin yaptığı görülmektedir. Özel sektör ve kişilerde göremeyeceğimiz bu israfı göz önüne alırsak devletin sahibinin olmadığını söyleyebiliriz.

*24.02.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Öğretmenlerin Sahibi Yok *

19 Aralık 2019 günü Ankara Keçiören ilçesi Şehit Ahmet Kabukçu İlkokulu birinci sınıf öğrencisi Mert Yağız Köksal’ın, okul kantininden aldığı şırınga çikolatanın kapağının nefes borusuna kaçması sonucu hastaneye kaldırıldığını, kurtarılamayarak öldüğünü, sorumlular hakkında hem idari hem de adli soruşturma başlatıldığını biliyorsunuz.

Bu olayın yeniden gündeme gelmesinin nedeni, savcılığın ilgililer hakkında hazırladığı iddianamedir. Hazırlanan iddianameye göre okul müdürü, yardımcısı, iki öğretmen ve iki gıda kontrolörü, “taksirle ölüme neden olma” ve “görevi kötüye kullanma” ile suçlanıyorlar. İlgililer hakkında 13 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor. Okul müdürünün ayrıca “suç delillerini yok etme, gizleme, değiştirme” suçundan da cezalandırılması talep ediliyor. İddianamede sadece öğretmenler yok. Soruşturma kapsamında firma sahibi ve kantin işletmecisi hakkında da 'taksirle ölüme sebebiyet verme' suçundan 6 yıla kadar hapis isteniyor. Sorumlular hakkında açılan bu soruşturma ne zaman sonuçlanır, kimler suçlu bulunur ve ne kadar ceza alırlar? Sonucu bekleyip göreceğiz.

Sorumlular hakkında istenen ceza bununla sınırlı değil. Sorumlular, devlet memuru oldukları için haklarında idari dava açılmış. Disiplin yönünden ne ceza almışlar, bir bakalım:

Okul müdürü görevinden uzaklaştırıldı. Müdür ve müdür yardımcısının yöneticilik görevleri alındı. Müdür, yardımcısı ve öğretmenlere 1 yıl süreyle kademe ilerleme ve aylıktan kesme cezası verildi ve görev yerleri değiştirildi.

Okul yöneticilerine, öğretmenlere, kontrolör, kantinci ve firma sahibine ne ceza verirlerse versinler, şırınga çikolata yüzünden vefat eden çocuğu elbette geri getirmeyecek. Sorumlular ne kadar fazla ceza alırlarsa, çocuğun ailesinin acısı bir nebze dindirilecektir. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar. Allah kimseye böyle ölüm nasip etmesin.

Öğretmen ve idarecilere verilen idari ceza ve iddianamede istenen cezaları garipsediğimi buradan ifade etmek istiyorum. Oldu olacak bu öğretmenlere müebbet verelim, bu iş bitsin. Gören de bu öğretmenleri baş sorumlu sanır. Firma sahibi yani üretici için istenen ceza bile öğretmenlere istenen cezadan daha az. Allah aşkına, tehlike saçan bir ürünü üreten, bu ürünün satışına onay veren ve bu ürünü pazarlayan mı daha suçlu olur yoksa bakkal ve marketlerde her çocuğun tereklerde rahatça ulaşabileceği bu ürünün kantinlerde satışı mı? Bu ürünün satışına hiçbir yerde izin verilmiyor da okul kantininde el altından satışına okul yönetimi göz yummuş ise bunlara müebbet bile verilsin. Ama olayın vuku bulduğu zaman bu ürün her yerde satılıyor. Nitekim Diyarbakır’da da bir çocuk, bakkaldan aldığı şırınga çikolata yüzünden vefat etti.

Burada dikkatimi çeken bir başka husus, mademki bu ölüme sebebiyet veren herkes hakkında hesap sorulacaksa, hakkında iddianame hazırlanan kişiler arasında bu ürüne onay veren Ticaret veya Tarım Bakanlıklarından niçin bir sorumlu yok? Eğer ürün, adı geçen bakanlıkların onayından geçmiş bir ürün değilse, bu durumda bu bakanlıklar bu ürünün merdiven altında üretilmesini ortaya çıkarıp niçin zamanında yasaklamadı?  Bunda bunların hiç sorumluluğu yok mu? Bu ürün gerçekten tehlike saçıyorsa, bu ürün dışarıda niçin serbest oluyor da okul kantininde yasak oluyor? Okul kantininin denetiminden sorumlu olan okul idaresi, kantinde satılan ürünler hakkında ne kadar bilgiye sahipler? Bana göre ürün denetimi teknik ve uzmanlık gerektiren bir iş. Okul görevlilerinin yapacağı kantin denetimi bir rutini yerine getirmekten öte bir anlam ifade etmez. Bakanlık, okul kantinlerini önemsiyor ve çocuklarımızı korumak istiyorsa bunun denetimini işinin uzmanı ehil kişilere yaptırmalı. Sağlığa zararlı ve risk barındıran bir ürün ne kantinde satılsın ne de dışarıda. Okul sadece kantinin temiz ve hijyeninden sorumlu olmalı.

Bu konuyla ilgili haberlere göz atınca çocuğa müdahale eden doktora da soruşturma açılmak istendiği ama Sağlık Bakanlığının soruşturma izni vermediği bilgisine ulaştım. Ki Bakanlık iyi ki soruşturma izni vermemiş. Zira doktor çocuğu kurtarmak için elinden geleni yapmıştır. Bu inisiyatifinden dolayı Sağlık Bakanlığını tebrik etmek lazım.

Bu konuyla ilgili adaletimize dair de bir şey söyleyeyim. Çocuğun niçin öldüğü belli, sorumlular tespit edilmiş. Olayın üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmiş. İddianame daha yeni hazırlanıyor. Bu kadar mı zor bir iddianameyi hazırlamak? Dur bakalım, bu dava ne zaman sona erecek? Adaletimizin geç adalet dağıttığını biliyoruz da bu kadarına da pes doğrusu…

Hasılı, şırınga çikolata davasından, verilen ve uygulanan ağır idari cezaların yanında, üzerine bir de “taksirle ölüme neden olma” ve “görevi kötüye kullanma” isnadıyla öğretmenlerin mahkemede yargılanacaklarını öğrenince anladım ki bu ülkede öğretmenlerin sahibi yok. Vurun abalıya!

*20.02.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

16 Şubat 2021 Salı

Zamanlama Hatası *

Bu ülkede yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu cümle alem bilir. Çünkü 82 Anayasasının ihtiyaçları karşılamadığı herkesin malumu. İrili-ufaklı her partinin parti programlarında bu ihtiyaca vurgu yapılır. Halk da anayasanın değişmesini istiyor. Yani yeni anayasaya ihtiyaç olduğu, mevcut Anayasanın değişmesi gerektiği konusunda toplumun her kesiminde bir konsensüs olmasına  rağmen 39 yıldır her kesimin şikayet ettiği bu darbe anayasası, bir türlü değiştirilemedi. Zaman zaman partiler bir araya gelip bazı maddelerini değiştirse de mevcut Anayasanın özüne ve bütününe dokunulamadı. Hasılı Anayasamız yamalı bohça gibi. Böyle giderse bu Anayasa daha epey yürürlükte olacağa benziyor.  

Yeni bir anayasa ihtiyacına rağmen Anayasa niçin değiştirilemiyor? Çünkü anayasa yapmak ve bir maddesinde değişiklik yapmak çok zordur. Bunun için Meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu gerekiyor. İktidara gelen hiçbir parti Anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip değil. Bu millet, partileri tek başına iktidara taşısa da tek partiye anayasayı değiştirme çoğunluğu vermiyor. İyi ki de vermiyor. Çünkü anayasa yapmak Meclis çoğunluğuna güvenen bir tek partinin yapacağı bir şey değil. Bunun için toplumun tüm katmanlarını sürece dahil etmek, özellikle Mecliste grubu bulunan partilerin anayasa yapma konusunda ortak bir irade ortaya koyması ve masaya oturması gerekiyor. Zaman zaman anayasa yapmak için partiler bir araya gelip birlikte çalışma yolunu denese de partilerin kırmızıçizgileri yüzünden nice anayasa çalışması akim kalmıştır. Halbuki anayasa ihtiyacının olduğu bir ortamda illa benim dediğim olacak şeklinde diretmek tüm değişikliği rafa kaldırır. Bu da maksada hizmet etmez ve bize üzüm yedirmez.

Bu konuyu ele almamın sebebi, biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı'nın birlikte bir anayasa yapalım çağrısıdır. Bu çağrıya muhalefet temkinli yaklaşırken Ayasofya İmamının "Anayasadan laikliğin kaldırılması gerektiğine" dair bir açıklama yapması, bir kesim nezdinde bomba etkisi yaptı. Öyle zannediyorum, bu açıklamadan sonra anayasa yapma isteği başlamadan bitecek. Çünkü muhalefet "Bunların niyeti laikliği kaldırmak" diyecek ve masaya oturmayacak. Maalesef Ayasofya İmamının zamanlaması yanlış olmuştur. Keşke böyle bir açıklama yapmamış olsaydı, daha iyi olacaktı.

Burada "Anayasaya dair her vatandaşın istek ve talepleri olur. Ayasofya İmamı da görüş serdedebilir" diyebilirsiniz. Elbette nasıl bir anayasa istediğine dair her vatandaş gibi Ayasofya İmamı da görüşünü izhar edebilir. Ama bu görüş izharı ne zaman olmalıdır? Mecliste grubu bulunan partiler anayasa yapmak için bir araya gelir, bir anayasa hazırlığına başlar. Mecliste oluşturulan Anayasa Komisyonu, "Nasıl bir anayasa istediğine" dair vatandaştan görüş ister. Herkes gibi İmamımız da görüşünü ortaya koyar. Bu görüş kabul görür veya görmez ve buna kimsenin diyeceği olamaz.

Bir insan özellikle sorumluluk makamında olan kimseler; neyi, ne zaman, nerede, ne şekil açıklayacağını, açıkladığı takdirde ne gibi sonuçları olacağını iyi kestirmesi gerekir. Sonucu düşünülmeden yapılan açıklamalar faydadan ziyade zarar verir. Bir işi başlamadan bitirir.

*19/02/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.