10 Şubat 2021 Çarşamba

O Uzaylı Ben Olmayayım!

İster misiniz uzaya gönderilecek gönüllü ben olayım? Hayal görme demeyin. Niye olmasın. Gönüllülük derseniz, var. Birden fazla talipli olursa iş kur'aya kalırsa şansım yüksek mi yüksek. Çünkü bugüne kadar külfet gerektiren her kur'a bana çıktı. Sakın bu nimet demeyin. Zira benim için uzaya çıkmak bir külfettir. Ne uçak tecrübem var ne de uzay tecrübem. Korku ise had safhada. Şimdiden kalbim küt küt atıyor. Çünkü ayağımı yerden kesen her yolculuktan korkarım. Korkuya rağmen ne diye talipsin derseniz, işin ucunda isim yapmak, meşhur olmak ve bir ilki gerçekleştirmek olunca korku dediğiniz ne ki? Ne de olsa Türkiye'de uzaya giden ilk Türk olacağım. Korkuya değer bence. Bilgi ve genel kültür yarışmalarında "Uzaya çıkan ilk Türk kimdir" sorusuyla beni soracaklar. Böylece öldükten sonra ölümsüz olacağım.

Burada dezavantajım, erkek olmak. Zira sanırım Beyefendinin gönlü kadından yana. Ama siyasette yarın ola hayır ola. Zira 2023'e kadar bu gönle başka gönül de girebilir. "Uzaya gidecek benim gönlümde yatan aslan kardeşim Ramazan" diyebilir. Sonrası mı? Sonrasına Allah kerim. Bir diğer dezavantajım da doğru dürüst eşeğe bile binememiş biri olarak uzay tecrübem yok. Bunu da beni eğitecek düşünsün. Hepsini ben mi düşüneceğim.

Hasılı, uzaya gönderilmem konusunda devletime özellikle memleket için çalışan siyasilere güvenim tamdır. Çünkü onlar hiç kendileri için bir şey yapmazlar. Onlar, "Şunu (yani kardeşim Ramazan'ı) gönderelim ki ahir ömründe bir isteği yerine gelsin", "gönderelim ki ülke hatta dünya kurtulsun. Böylece insanlığa en büyük katkımız olur", "bunu gönderelim ki umutsuz vaka olanlara 'bu da gittiyse biz hayli hayli gideriz' morali olur. Böylece bir ömür boyu umutla yaşarlar". siyaseti güdebilirler.

 

7 Şubat 2021 Pazar

Bir Vekilin Bir Günü *

Zamanın behrinde, bir vekil hafta içi seçim bölgesine gelir. Kendiliğinden mi yoksa partisi görev mi verdi bilinmez, bazı ilçeleri ziyaret etmek ister. Partisinin ilçe teşkilatları harekete geçer ve “Falan vekil şu gün ilçemizde olacak, size de uğrayabilir” notunu tüm kurumlara bildirir. Kurum amirleri söylenen günün öğle arasını bile kurumlarında geçirirler ve dört gözle vekili beklerler.


Vekil o gün gelmez. Ertesi gün “Sayın vekil, kurumunuza bugün saat 13.30’da gelecek” bilgisi verilir. Kurum amiri kendi çapında hazırlığını yapar. Makamından da bir yere ayrılmaz. Temiz olmasına rağmen kurumun içi, dışı ve yol güzergahı tekrar temizlenir.


Belirtilen saat gelir. Ha geldi gelecek beklentisi içine girilir. Saat 14.00, 15.00 olur. Beklenen misafir bir türlü gelmez. Acaba gelmeyecek mi denmez, hacıyolu bekler gibi beklenir. Nihayet vekil, öncesinde kaç ilçe kaç kurum gezdi bilinmez; yanında ilçe başkanı, belediye başkanı ve bir diğer kişi ile birlikte 15.30’da makama ayak basar.


Hoş geldin faslından sonra çaylar yudumlanırken vekil maskesi çenesinde olduğu halde havadan sudan konuşur, diğerleri de maskeli bir şekilde vekili dinlerler. Vekil konuştukça araya kimse girmez. Hepsi bir güzel vekili tasdikler. Hızını alamayan vekil, “Buraya gelmişken bir de eski başkanı arayayım” der. Diğerleri dinlerken eski başkana şiir bile okur. Okudukça gülmeyi de eksik etmez. Bu arada kapıyı açık gören biri, vekilim gelmiş, bir hoş geldin diyeyim düşüncesiyle açık kapıdan içeri girer. Tanışma faslından sonra vekil, geriye kalan muhabbetini bu yeni gelenle yapar.


Toplamda bir 25 dakika kurum amirinin odasında kalan vekil, bu ziyaretinden memnun bir şekilde ayrılır, ziyaretini başka açık bulduğu kurumlara girerek devam ettirir.


Vekil kurumdan ayrıldıktan sonra ziyaret edilen kurumun amirine kurumda çalışan biri, “Efendim! Sayın vekil, kurum işleriniz nasıl gidiyor, aşamadığınız ve benim Ankara’ya iletmemi istediğiniz bir sorununuz var mı” şeklinde bir soru sordu mu der. Amir, “Sormadı maalesef. Sorsaydı şu derdimizi söyleyecektim” cevabını verir. Kuruma bir vesileyle ziyarete gelen esnaf da “Sayın vekil, niçin kurumları ziyaret eder de biz esnafın kapısını çalmaz, niçin derdimizi sormaz” serzenişlerini dile getirir ama bu serzeniş havada kalır. Zira bu soruya cevap verebilecek vekil, esnafa görünmeden son kurumu da ayaküstü ziyaret ederek aşağıda kendisini bekleyen aracına bindiği gibi şehrin yolunu tutar.


Belli ki bu vekil kimse, tecrübeli mi tecrübeli. Nereye gideceğini, kimin çayını içeceğini iyi biliyor. Esnafın yanına gidip de niçin ağrımaz başını ağrıtsın, halkın arasına katılıp niye terlesin. Kendisi terleyeceğine kurumları terletir. Nasılsa kurumların dili yok. Gider orada muhabbetini yapar, herkes onu ağzı açık dinler. Sonrasında da “Falan gün şu şu ilçelere giderek seçmenlerimle buluştum. Onları iş üstü ziyaret ettim. Tarafımdan hiçbir sorun tespit edilmediği gibi herkes mutlu mu mutlu!” raporunu hazırlar ve gönül rahatlığı içerisinde Ankara’nın yolunu tutar.


Vekilin kurum ziyaretlerini izleyen birinden, vekilin bu bir gününü öğrenince insanımızın, 600 vekilden biri olmak için niçin çok çaba sarf ettiğini, seçilip mazbatasını aldıktan sonra ölünceye kadar vekillik yapmak için her seçim döneminde niçin tekrar tekrar adaylık başvurusu yaptığını şimdi daha iyi anlıyorum. Nasılsa “kimsin, necisin, bizim şu derdimiz var, bunu niye çözmüyorsunuz” diyen yok. Diyecek varsa da oralara uğramıyor. İlçeye gitti mi gitti, seçim bölgesindeki seçmenleriyle buluştu mu buluştu. Görev tamamlandı mı tamamlandı. Bu arada vekilin hoşsohbet biri olduğu bilgisi de tarafıma iletildi. Zaten önemli olan muhabbet değil mi? Zira “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane”. Ötesi ve fazlası boş ve angarya, ver elini Ankara!


*13/02/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Şubat Yakıyor *

7 Şubat Pazar günü hem alışveriş yapayım hem de ayaklarım açılsın diye yürüyüş mesafesindeki bir markete gitmek için evden çıktım. Çıkarken de üşüten bir hava olursa giyerim diye montumu koluma attım. 


Yürürken güneşin vurduğu kaldırımı tercih ettim. Yürüdüm yürüdüm. Baktım, sıcağın da ötesinde güneş yakıyor. Böyle olmayacak, yolun gölge olan kısmına geçtim. Gölge üşütür mü tereddüdü yaşadım. Çünkü kışın gölgesi üşütür. Hayret ki hayret! Gölge üşütmediği gibi verdiği serinlikle oh be! Dünya varmış, dedirtti. 


Evime yaklaşırken sıcak havayı gören çoluk çocuğun, genç ve yaşlının, kendilerini parka attıklarını gördüm. Kimsenin de üzerinde ceket namına bir şey yoktu. Kimi gömlekle kimi de ince bir kazakla sere serpe parka oturmuş vaziyette.


Eve geldikten sonra hava durumuna baktım. Dereceler 17’yi gösteriyordu. Sadece pazar mı böyle, cumartesi de böyleydi. Önceki günler birkaç derece düşük olsa da dışarıda üşüten bir hava semtimize uğramıyor bugünlerde. Gerçi koca kış sezonu, birkaç gün eksilerde olsa da böyle geçti desek yanlış olmaz. Güneş bazı günlerde bulutların arkasına saklansa da yağışlı günlerin dışında aşağı yukarı gündüzleri hiç güneşimiz eksik olmadı.


Hasılı kış mevsimi olan aralık, ocak ve şubat ayında dondurucu bir soğuk görmedik. Baharı yaşıyoruz diyeceğim ama yaşadığımız iklim yaz günlerinden bir enstantane. Düpedüz yazı yaşıyoruz. Bu durum sadece bu yıla mahsus değil, önceki yıllar da bu kıştan pek farklı değildi.


Eski kışlarımız böyle miydi halbuki. Dört mevsim var dense de yaz ve kışı yaşardık sadece. Çünkü ilk ve son baharın gelmesiyle gitmesi bir olurdu. Yazları yakıcı sıcak, kışları da dondurucu olurdu. Kışa kara kış derdik. Bastırdı mı güneşe hasret kalırdık. Güneş bulutların arkasından kendisini hafifçe gösterdiği zaman yine üşüten bir hava olurdu. Güneş gören kuytu bir kenara geçip güneşlenirdik. Üzerimize de kışlık namına ne varsa alırdık. Güneşle beraber karlar eridikçe evin çelenlerinden şıp şıp sular akmaya başlardı. Üzerindeki kar eridikçe topraktan buram buram duman çıkardı. Toprağın örtüsü kara da kıştan bir parça olan soğuk ve ayaza da hasret kaldık maalesef. Bundan sonra biraz ılıman, gerisini sıcak geçireceğiz. Belki de hepten yazı yaşayacağız anlaşılan.


Havalar böyle giderse ağaçların çiçek açması ve meyveye durması için tomurcuklanması yakındır. Ardından havaların eksiye düşmesi demek, meyvelerin üşümesi demektir. Yağış olmayınca ve havalar eksiye düşmeyince topraktan ne derece sağlıklı ürün alınır, burası da muamma. Yine havaların böyle gitmesi demek barajların boşalması, yeraltındaki su kaynaklarının tüketilmesi demektir. Elimiz ayağımız ve hayatın kendisi olan suya da hasret kalacağız böyle giderse. Eski kışları ve günleri mumla arayacağız.


Hasılı, hayra alamet değil bu yaşadığımız iklim. Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizden dolayı dünya giderek iyice ısınacak. Bu ısınmayla beraber birçok nimete hasret kalacağız. Yağışlar zamanında ve kıvamında yağmayacak. Yağdı mı da meskenleri ve ekili arazileri basacak ve bir nimet olan yağışlar bir afete dönüşecek. Küresel ısınma dedikleri sanırım tam da bu. Maalesef böyle böyle dünyanın sonu gelecek. Yani dünyanın sonunu biz getireceğiz. Çünkü bu sonu hazırlamak için tüm insanlık uğraşıp didiniyoruz.


Bu dünyada ömrümüzü adam gibi geçirmek, bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak ve dünyanın ömrünü uzatmak istiyorsak, tüm dünya, küresel ısınmayı birinci ve öncelikli problem olarak ele almalı ve gereği elbirliğiyle yapılmalı. Yoksa halimiz haraptır vesselam.


*10/02/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.