3 Ocak 2021 Pazar

Yaklaşımım *

İlk yazımda, Konya Kahveciler, Çay Ocakları ve Büfeciler Esnaf Odası Başkanı olan Mehmet Adil Bey’in, başından geçen bir anekdotuna yer vereceğim. Kendisini orta ikinci sınıftan beri tanırım. Bildim bileli helal rızkın peşinde koşan bu arkadaş, fuarların meşhur olduğu zamanlarda, fuarlarda yer tutarak evine ekmek götürmenin mücadelesini vermiştir. Şimdilerde başkanlığını yaptığı sektörün sıkıntılarını gidermek için görüşmediği kimse kalmadığı gibi üyelerini bilgilendirmek için hiç olmadığı kadar sosyal medyayı da kullanmaktadır.

1999 yılında Kocaeli Fuarında stant açan Mehmet Bey, İzmir Fuarından da yer tutmak ister. Bunun için ihaleye girmesi gerekir. İzmir’e gitmek için bir otobüs firmasından bilet alır. Yeri tam şoförün arkasıdır.

Akşam sularında otobüs hareket eder. Şoför; Sağa-sola sürme, yanlış solama, hız sınırına riayet etmeme gibi yanlışlar yapar. Şoförün her hatasını da Mehmet Bey, “Dikkat et, karşıdan araba geliyor…sağda araba var…uyuyorsun…kaza yapacaksın…otobüste bu kadar yolcu var” gibi sık sık uyarır. Bu nazik ve yerinde uyarılara şoför, teşekkür etmediği gibi üstelik küplere biner: “Karışma, işine bak” dese de Mehmet Bey, her hatada uyarılarına devam eder. Otobüs bu şekilde gece 00.00 sularında Bursa’ya kadar gelir. Bursa Otogarını geçer geçmez şoför, arabayı sağa yanaştırır ve kontağı kapatır: “Ya o ya ben. Değilse arabayı hareket ettirmem. Bu yolcu mutlaka inecek” der ve Mehmet Bey’in bilet parasını geri vermeye çalışır. Mehmet Bey, kaptanın araba sürüşünden memnun değil ama ihaleye girmesi için sabahında İzmir’e varması gerekiyor. Bu yüzden otobüsten inmeyi kabul etmez. Diğer yolcular da “karışma kardeşim, şoförün işine” derler. Sonunda şoförün işine karışmaması karşılığında Mehmet Bey’in yeri değiştirilir. Orta kapının yanına oturtulur. Buna razı olan şoför arabayı çalıştırır, yoluna devam eder. Birkaç km gittikten sonra şoför, otobüsün sağ tarafını öndeki tıra çarpar. İlk üç koltuğa kadar otobüs içeri geçer, şoför de koltuğuna sıkışır. İtfaiye ve ambulans gelinceye kadar Mehmet Bey, şoförü sıkıştığı yerden kurtarır. Kazayı duyan TV ve gazeteler de olay yerine gelirler. O zamana kadar yolculuk esnasında hep sessiz kalan ve Mehmet Bey, otobüsten indirilmeye çalışıldığı zaman tepki vermeyen hatta “karışma” diyen yolcular, “Bu Beyefendi, şoförü çok uyardı ama şoför dinlemedi” gibi açıklamalarda bulunurlar. Haliyle mikrofon Mehmet Bey’e uzatılır. Mehmet Bey, “Tırın suçunun olmadığını, suçun otobüste olduğunu…” açıklar.

Kazayı yapan şoför, tecrübeli biri olmasına rağmen bu kazayı yapmıştır. Çünkü uykusuzdur. Uzun yoldan gelmesine rağmen istirahat etmeden firması tarafından İzmir’e gidecek otobüse şoför olarak verilmiştir. Maalesef bu kazada, biri çocuk olmak üzere iki kişi ölür, yaralılar da hastaneye sevk edilir.

Otobüs şoförü, 20-25 gün sonra Kocaeli Fuarına gelerek kendisini kurtaran Mehmet Bey’i ziyaret eder, kendisine teşekkür eder ve helallik ister.

İlk yazımı bu anekdota ayırdım. Yazımda bu anekdota yer vermemin sebebi, yazılarımda izleyeceğim metoda işaret etmek içindir. Yazım biraz uzayacak ama kısaca yazı ve yazmadaki yaklaşımıma işaret edeceğim:

-Pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi olmak üzere haftada dört gün bu köşede bilgi, birikim ve dağarcığım el verdiği müddetçe bazen gündeme dair bazen gündem dışı, toplumu ilgilendiren her konuda söz söylemeye çalışacağım.

-Konu ve sorunları ele alırken önce bir durum tespiti yapmak, konu ve sorunun doğru ve yanlış taraflarını ortaya koymak, çözüm önerileri sunmaktır niyetim. Bunu yaparken bardağın dolu tarafından baktığım gibi boş tarafına da bakacağım. Bardağın dolu tarafının faydalı şekilde kullanılması gerektiğine dair söz söylerken boş tarafının da nasıl doldurulması gerektiğine dikkat çekeceğim ve yanlışa işaret edeceğim. Yanlışı ortaya koyarken niyetim bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek olacaktır.

-Hemen hemen her konunun kutuplaşma konusu yapıldığı ve taraftarının bol olduğu günümüzde, hiçbir tarafın içinde yer almadan, olması gereken tarafın sesi olmaya yani doğruya doğru, yanlışa yanlış demeye çalışacağım. Bunun için orta yolu tutacağım. Yani yaptığı yanlışlardan dolayı şoför, Mehmet Bey’in uyarılarından pek haz almasa da ben yazılarımda Mehmet Bey’in rolünü üstleneceğim. Çünkü aynı gemide/otobüste yolculuk yapıyoruz.

-Serdettiğim görüşlerimde isabet de edebilirim, yanılabilirim de. Zira kendi yorumum ve okumamdan ibarettir ve beni bağlar. Ne kınayanın kınamasına aldıracağım ne de bir başkası ne der diyeceğim.

-Bir hareketinden, bir tasarrufundan ya da bir sözünden dolayı bir kimse/zümre veya camiayı eleştirmem, yanlışlarını söylemem, onlardan nefret ettiğim ve onlara muhalefet ettiğim anlamına gelmez. Daha iyi olmaları içindir. Bazıları buna muhalefet dese de ben buna, yapıcı eleştiri diyorum. Hata ve yanlışı yapan kim olursa olsun; bunu, “Memnuniyetinizi dostlarınıza, şikayetlerinizi bize iletin” sözü gereğince yapacağım. Bunun için amme hizmeti yapan, sorumluluk sahiplerinin -ki direksiyonun başında onlar var- eleştirilere açık olması lazım. Çünkü hamama giren terler. Hepimiz zaman zaman çocuklarımızı eleştiririz. Bu, çocuklarımızdan nefret ettiğimiz için değildir. Onların daha iyi olmaları içindir. Hatta çocuğumuz, komşunun çocuğuyla kavga ediyorsa ilk tokadı çocuğumuza atarız. Bu, çocuğumuza düşmanlık değil, onu korumak amaçlıdır.

-Yazarken ben de hata yapabilirim. Ki yapacağım. Hangi birimiz hatasızız ki…Hata ve yanlışlarımdan dolayı sayfamın yorum kısmı, verdiğim e-posta adresim, her türlü yoruma açıktır. Bazıları şoför gibi eleştirilerden pek almasa da ben peşinen bundan memnuniyet duyacağımı ifade ediyorum.

*04/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

31 Aralık 2020 Perşembe

Bitirirken *

09.12.2015 tarihinde, gazetemizin bu sayfasında "Başlarken" başlığıyla çıkmıştı ilkyazım. Her başlangıcın bir bitişi olduğu gibi bugün de "Bitirirken" başlığıyla size veda ediyorum.

Gazetemizin sahibi Sayın Ahmet Baydar Beyefendinin teklifiyle yazı hayatına gazetemizde başlamıştım. Benim için ilk denemeydi. Acemiliğimi burada attım anlayacağınız.

Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım demiştim. Dediğim gibi de yaptım. Kelime dağarcığım ve kapasitem ne kadarına el verdiyse yazmaya çalıştım, hiç ara vermeden. Genelde toplumsal olaylar başta olmak üzere hemen hemen her konuya değindim. Pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi günleri çıkan yazılarımdan dolayı gazetemden, "Bu yazıyı yayımlayamayız" şeklinde bir endişe sezmedim. Bir ara dört ay kadar müstear isimle bir başka gazetede yazarken gazete yönetiminin korkusundan yayımlayamadığı yazımı, Anadolu'da Bugün gazetesine gönderdim. Yazım hiç tırpan yemeden yayımlandı. Anlatmak istediğim, yazılarımı yazarken serbest ve hür bir ortamda yazdım. Gazete dediğin de böyle olmalıydı zaten.

Yazılarım kimi, ne kadar ürküttü bilmiyorum. Ama içimden geldiği gibi kendi üslubumca yazdım. Bazen mizahi bir dil kullandım, bazen taşlama yaptım, olaylara bazen düz girdim, bazen duygusal yaklaştım, bazen de üstü kapalı yazmaya çalıştım. Ne kınandım ne de kınanır endişesi taşıdım, yarası olan gocunsun istedim. Ne kadar başarılı oldum bilmiyorum. Bunu bilse bilse -varsa- okuyucularım bilir. Giderken gönüllere dokunarak kubbede hoş bir seda bırakabildim mi? Bunu da bilmiyorum. Eğer yazılarımla, bazılarının gönlüne girebilmiş, bazılarının dertlerine tercüman olabilmiş, bazılarını da rahatsız edebilmiş isem ne mutlu bana! Böyle bir şey yoksa bu vesileyle kurtulmuş oluyor benden gazetemiz ve okuyucuları.

Yazacaklarım mı bitti? Hayır. Ülkede o kadar sorun varken yazacaklar biter  mi? Sağ olsun ülke, yazı konusu olsun diye benim için durmadan sorun üretti. Yazma heyecanımı kaybetmiş de değilim. Gazetemizde yazılarıma son vermemin özel bir nedeni yok. Yazılarımı nihayete erdirme düşüncesi, kendimin aldığı bir karar. Bakalım yazdıkça zevk alan ve heyecana kapılan ben, gazetede yazmayınca yapabilecek miyim? Bunu zaman gösterecek. Ne zaman ki yazmayınca, olmayacak derim ve gazetem de "Sayfan hazır" der ise tekrar niye olmasın. Belki de bırakır bırakmaz içimde bir burukluk ve "İyi yapmadın ey Abdurrahman Çelebi! (Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir)" der, pişmanlık duyarım ve “sigarayı bıraktım” diyen bazı tiryakilerin tekrar sigara içmeye başladıkları gibi ben de yazmaya geri dönerim. İrademi de bu şekilde test etmiş olacağım.

Bu vesileyle köşe yazarlığı teklifi yaparak beni onurlandıran gazetenin sahibi Sayın Ahmet Baydar'a, yazmaya başlamadan önce görüşerek tanıştığım ve o süreçte zaman zaman görüşüne başvurduğum ve her zaman desteğini esirgemeyen Gazetemizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sayın Erhan Dargeçit'e ve gazetenin her kademesinde görev yapan -isimlerini sayamayacağım- gazetemizin diğer emekçilerine ve okuyucularıma buradan teşekkürü bir borç bilirim.

Yazarken üslubuma alabildiğine dikkat ettim. Olur ya, bilmeden hata etmiş, kalp kırmış ve maksadımı aşan cümleler sarf etmiş ve zülfüyâra dokunmuşsam af ola... Hoşça kalın!

Not: Gazete yönetiminden öğrendiğime göre “Tabiat boşluk kabul etmez” sözü gereği, benim boşalttığım köşeyi bundan sonra Barbaros ULU Bey dolduracakmış. Hayırlı olsun!

*02/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

29 Aralık 2020 Salı

“İçkiyi Azalt” *

Camilerdeki saf düzeni, bir boşluktan iki boşluğa çıkartılınca cami birden dolar oldu. Bundan dolayı bir defasında cuma namazını dışarıda kılmak zorunda kaldım. Eski kışlardan eser kalmasa da kış kıştır, işin ucunda üşümek de var deyip yer kapmak için camiye daha erken gitmeye başladım.

Girdim camiye. İmam vaaz veriyor. Konu da piyango bileti üzerineydi. “İstanbul’daki meşhur ablanın bayisinden bilet almak için uzun uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Helal paranıza haram karıştırmayın. Bu, dinimizde haramdır…” şeklinde konuştu. O konuştu ben ve cemaat sessizce dinledik.

Ezanın ardından ilk sünneti kıldıktan sonra imam hutbe irat etmeye başladı. Elindeki hutbeyi okudu. Hutbe de içki üzerineydi. İçkinin zararları üzerine durdu.

Vaazı dinlediğim gibi hutbeyi de dinledim. Dinlerken de Adıyaman Kahta’da birlikte görev yaptığım meslektaşım Mahmut Orman aklıma geldi. Sessiz-sakin, kendi halinde, nur yüzlü meslektaşımın biraz da göbeği vardı. Kulakları çınlasın.

Mahmut Hocam, bir ilaç yazdırma veya mevsimsel bir hastalık dolayısıyla doktora gider. Doktor reçeteyi yazarken bir eliyle de Hocamızın göbeğine dokunur ve “İçkiyi biraz azalt” tavsiyesinde bulunur. İçkinin hiçbir türünü ağzına almamış Mahmut Hocam, doktora ne cevap verdi bilmiyorum ama anlatılır anlatılır gülerdik. Zaman zaman karşılaştığımız zaman kendisine “İçkiyi azalt” muhabbeti yapardık. Bereket, doktorun tavsiyesine uyup içkiyi azaltmak için içkiye başlamamış.

Bu anekdotu anlattıktan sonra sadede geleyim. Bu vaaz ve hutbeyi dinlediğim tarih, 25 Ocak. Yani yılbaşına altı gün kala. Belli ki vaaz ve hutbe konuları da yaklaşan yeni yıla uygun seçilmiş. Geçen yılın ve hatta önceki yılların son haftasının vaaz ve hutbeleri de kuvvetle muhtemel aynı konular üzerineydi. Anlamadığım, biz her yıl aralık ayının son haftasında bu konuları işlemek ve dinlemek zorunda mıyız? İçki sadece yılbaşında mı içiliyor? Müptelası için günlük çay içmek gibidir. Sabah-akşam içer. Bunun için illa yılbaşını beklemesi gerekmiyor. Üstelik bu yılbaşında tüm eğlence yerleri kapalı ve sokağa çıkma yasağı uygulaması vardı. İçecek olan, gündüzünden alıp evinde kafayı çekti. Aynı şekilde Milli Piyango bileti ve diğer şans oyunları sadece yılbaşında satışa sunulmuyor. Müşterileri her daim bu pazara para yatırıyor. Mevzubahis olan, 31 Aralıkta yapılacak çekiliş, büyük ikramiye olduğu için daha fazla dikkat çekiyor sanırım.

Bir diğer konu, ben ve o camiye gelenlerin kahir ekseriyeti, zannı galiple söylüyorum, ne Milli Piyango bileti alır ne de içki içer. En azından ben ne Milli Piyango bileti ne şans oyunlarına dair bir bilet aldım ne de içki içtim. Bilet alan veya içki içenler varsa çoğunluğu öyle zannediyorum, camide değiller. Eğer varlarsa da yıllardır yapılan vaaz ve hutbeler kendilerine tesir etmemiş, belli ki. Yani bir azınlığı temsil ediyorlar camide. Hasılı, hocamız, sözünü meclisten içeriye değil de dışarıya söyledi. İsterdim ki sözümüz hep meclisten içeriye olsun ki müstefit olalım. Hutbe ve vaazlarda sık başvurulan bu yöntemden vazgeçmek lazım diye düşünüyorum. Çünkü içki içmeyen çoğunluğa, içki içmeyin ve piyango bileti almayanlara almayın demektir bunun Türkçesi. Çünkü muhatapların çoğu camide yok. Bu, karanlıkta kaybolan iğnenin aydınlıkta aranmasına benzer. Bu da bir faydaya haiz değildir.

Cami imamımız ve bu hutbenin seçilmesinden okunmasına yetkili olan Diyanet, gerçekten bu ülkede Milli Piyango bileti satılmasın, içki içilmesin diyorlar ve halkımızı bu beladan kurtaralım istiyorlarsa, bir defa cami dışına çıkmalıdırlar. DİB Başkanı, yetkililerden randevu alarak piyangonun kaldırılması ve içki üretiminin olmaması gerektiğine dair yetkililere bir brifing vermeli ve bir talepte bulunmalıdır. Ha buna güç yetirilmedi mi, din görevlileri aralarında organize olacak ve bir plan dahilinde araziye çıkacak. Gidecekleri yerlerin başında piyango ve içki bayileri olmalı. Önce onlarla bir diyalog ortamı oluşturmalı. Aralarında oluşacak bu hukuktan sonra icra ettikleri işin vahameti onlara anlatılmalı. Yaptıkları bu işi bırakmaları karşılığında yeni ve farklı bir iş üzerine onlara alternatifler sunmalı. İlk müşterin de ben olurum demeli. Ardından bayiden içki alanlara ve meşhur abladan (imanın deyimiyle) bilet almak için kuyruğa girmiş olanlara usulünce öğüt vermeli. Ne kadar başarılı olurlar, devlet bu gelirden vazgeçer mi, içki içenler içmekten, bilet alanlar bilet almaktan vazgeçerler mi bilemiyorum. En azından bataklığı kurutma iradelerini göstermiş olurlar. Ardından da camiye gelip bu uğurda şu mücadeleyi verdik, şu kadar kişiyi piyango bileti almaktan ve bu kadar kişiyi içki içmekten vazgeçirdik, hutbesini okurlarsa inanın, can kulağıyla dinlerim. Zira çok büyük hizmet etmiş olurlar. Böyle yapmazlarsa, her sene aralık son hafta hutbesini piyango ve içkiye ayırırlar, bizler de dinler dururuz.

Not. Yeni yılın herkese hayırlar getirmesini dilerim. Bu yılda hutbe konularını seçerken Diyanetin, rutini yerine getiren, bizi uyutan, bol tekrarlı hutbe konularını terk edip gönüllere dokunan konularla karşımıza çıkmasını temenni ediyorum.


*01/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.