24 Haziran 2020 Çarşamba

Bunlara Çip Takılsın! *

Bugün ayaklarım, bir saatlik yürüyüşle beni Tavus Baba'ya götürdü. Doğa, tüm yeşilliği ve doğallığı ile kendisini temaşa edenlere seyir zevki verirken aynı zamanda stres de attırıyor. Oksijeni bol bir yer. Hafif bir rüzgar ortamı serinletiyor. Piknik yapanlar, oturup çay içenler gündüzün bu vaktinde eksik değil. 

Girişteki yoğunluk, yukarılara doğru çıktıkça yerini gençlere bırakmış. Hepsi sere serpe bir yere serpilmiş. Kimi kuytu yer olarak ağacın ardına durmuş, kimi belediyenin -bunlar için- koyduğu banklara yan yana oturarak kumrular gibi birbirlerine sarılmış, kimi de başını sevdiğinin boynuna yaslamış.

Ortam alabildiğine sessiz. Herkes kendi aleminde. Belli ki canım, cicim ayları ve sözleri bitmiş, hal ehli bir durumu yaşıyorlar. Ben yaşamadım ama sanırım hepsi aşkın zirvesini yaşıyorlar Tavus Baba'nın zirvesinde ve eteklerinde. Çoğu da gelip geçenden pek rahatsız olmuyor. Belli ki bu konuda epey tecrübe kazanmışlar. Öyle ya, aşk dediğin bugünden yarına olacak bir şey değil ki...yürek mi dayanır buna. Nikah memuru olsam bu kısa ve kaçamak birliktelik bu aşkı dindirmez, yazık bu kumrulara der, gördüğümün nikahını kıyarım herhalde.

İçlerinde, onların bu doğal ortamını bozan tek şey, yaşına-başına bakmadan; nereye geldim ben, burada ne işim var demeden, sağına soluna ve önüne bakarak dere tepe yürüyen benden başkası değil. Huyumdur. Ne edersiniz ki değiştiremem.

Hasılı anne ve babalar! Çocuğum evden çıkalı ne oldu, daha gelmedi, acaba başına bir şey mi geldi diye endişe etmeyin. Çocuklarınız Tavus Baba'nın zirvesinde emniyetteler. Merak etmeyin! Zira akşam evin yolunu bulurlar. Eğer illa endişe edecekseniz çocuğumun bu gidişatı gidişat değil, şunu bir an evvel baş göz edelim deseniz, iyi olur. Daha zamanı var ama ne yaptığını, kiminle oturup kalktığını öğrenmek istiyorum diyorsanız, bu yazım çocuğunuzun akıbeti hakkında bilgi veriyor. Üstelik bu bilgi için sizden ücret falan talep etmiyorum. Verdiğim bu bilgiyi yeterli görmez, ne yapıp ne ettiğini, kiminle oturup kalktığını görmeliyim ve takip etmeliyim, onu bu konuda yönlendirmeliyim. Zira ben bu konuda çok duyarlıyım diyorsanız, normalde insanlara çip takılmasına karşıyım ama çocuklarınıza çip taktırın derim. Çünkü çipten başka onları kontrol edemezsiniz.

Yeri gelmişken belediyeye de bir sözümüz olsun. Daha doğrusu onlardan bir hizmet isteyelim. Tavus Baba'nın birçok yerinde bölünmüş, içinde ağaç ve güller olan yerlere belediye mezarlıktır levhası asmış. Aşıkların arzı endam ettiği yerler bu şekilde kullanılacaksa buralara "Aşıklar Köşesi" veya "Aşıklar Bahçesi" tabelası asarak buralara sadece aşıklar girsin. Bu mıntıkalara giriş, aşık olmayanlara yasaklansın. Benim gibi biri de yanlarından geçip onları  rahatsız etmesin. Gerçi onlar rahatsız olmadı. Rahatsız olan aşk nedir bilmeyen bendim.

Bu arada yazdıklarımı üstün körü okuyup "Aşıklar arasında sosyal mesafe var mıydı" derseniz siz de aşktan anlamıyorsunuz demektir. Zira aşkta sosyal mesafe olmaz, maske hiç olmaz. Zira aşk bütün engelleri aşar.

Son bir söz de hükümet için söyleyelim. Yani bir hakkını teslim edelim. Hükümet yetkilileri koronavirüs tedbirleri çerçevesinde piknik yerlerini de yasaklamıştı. Tüm yasakların yanında açık hava, bol gıda ve oksijenin olduğu bu yerler bu süreçte niye yasaklanır demiştim. Bunun sebebi hikmetini de böyle anlamış oldum. 

*27/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Haziran 2020 Salı

Daha Çocuğum Çocuk!

43 doğumlu 77 yaşında olan bir tanıdığımı bir çay içimi kadar ziyaret ettim. Laf döndü dolaştı. Büyüğüm, "Biz de yavaş yavaş yaşlı sınıfına girmeye başladık" dedi. Bu sözü üzerine, yüzüne baktım. Şakadan eser yoktu yüzünde. Zaten şakayı sevmez. Hiç olmadığı kadar ciddi gördüm kendisini. Hasılı daha yeni yeni ihtiyarlık moduna doğru geçmeye başladığına kendisini inandırmış. (Şükür ki en azından ihtiyarlığa doğru ilerlediğini kabul ediyor.)

Buradan hareketle biri kalkar da 57 yaşına yeni girmiş bana;
1.Daha çalışın mı, emekli olmadın mı hala, bırakıver artık! Yeter kazandığın. Ahirete mi götüreceksin derse,
2.Saçın, başın ağarmış, saçların dökülmüş, yüzünde kırışıklar oluşmuş derse,
3.Hey gidi gençlik! Gençlikten eser kalmamış. Zira çökmüşsün derse,
4.Ahın gitmiş, vahın kalmış, bir ayağın çukurda derse,
5.Bir yazı okurken gözlüğü çıkarınca niye gözlüğü çıkarıyorsun yoksa yakını görmiyor musun derse,
6.Şaka maka sen de dede oldun derse,
7.Ana len bu hoca yaşlıymış derse,
8.Efendim! Şuram ağrıyor dediğimde "Yaş kaç? Normaldir" derse,
9.Kan verdiğimi duyunca "Helal olsun! Bir de bu yaşta" derse, (Ne varmış yaşımda?)
10.Göz muayenesine gittiğim doktora; efendim, bugünlerde bilgisayara çok baktım. Eskisi gibi okuyamıyorum" dediğimde "Bilgisayardan değil, yaştan" derse, (O zaman 44 yaşındaydım.)
11.Günlük 1-1,5 saat yürüdüğümü görünce veya duyunca "Bu yaşta...helal olsun" derse,
12.Unu elemiş, eleği duvara asmışsın artık derse,
13.Tekne kazıntısı çocuğumu gören tamirci ustası "Efendim torunun mu" derse,
14.Bir tanıdığına "Bunlar benim sınıf arkadaşlarım" diye bizi tanıtırken beni duymayacak sanarak fısıltılı bir şekilde "Sınıf arkadaşın nasıl olur? Bunlar çok yaşlı değil mi" derse,
15.Torunum olmayan bir başkası bana yer verirken "Dede, gel buraya otur" derse,
16.Gencin biri otobüs veya dolmuşta "Buyur, buraya otur" derse,
17.Bir şey yaptığımda -ki eksik olmaz- "Amca! Yaşından, başından utan" ya da "Büyüğümsün, yaşına saygım var" derse,
18.Bitmez tükenmez makam, mevki ve şöhret olma isteğim karşısında "Bu yaşa kadar bir şey olamadıysan bundan sonra hiç olmaz" derse,
19.Öğlenin sıcağında 550 basamaklı Afyon Kalesine çıkarken yolda pes edip beni görünce "Amcam bu yaşta çıkarsa biz de çıkarız" deyip peşimden kalenin son noktasına kadar gelir ve bu mahareti benden değil, kendinden bilir ise, (Burada yaşıma atıf yapması)
20.Laf arasında bir akranım konuşacak bir şey bulamamış gibi "Yaşımız kemale erdi. Geldik, gidiyoruz" derse, (güle güle derim ona. Beni ne karıştırırsın ki)
21."Amca! Yaşın kaç" der ve ardından "Yaşından büyük gösteriyorsun" derse, (Mübarek! Sanki nüfus memuru)
22."Adama bak! Bu yaşında sanal aleme takılıyor ve paylaşım yapıyor" derse, (Daha çocuğum demek ki)
23."Yaşamışsın yaşadığın kadar. Bundan sonra göğe mi ereceksin" derse,
24.Çikolata vb. ikramlarda çocuğu sevindirip beni es geçer, "Sen büyüksün. Sonra bu yaşta şeker sana zarar derse, (Vereceksen ver. Zararsa bana zarar. Ayrıca o çocuktan benim nerem eksik. Onun canı çeker de benim çekmez mi?)
25.Biriyle bir meseleyi tartışırken meseleye fransız kalan biri "Bu yaşınızda bırakıverin artık" derse,
26.Ağlayan çocuğunu susturmak için tanımadığım bir kadın, "Aaa, Dedeye bak! Bak, dede geliyor" derse, (Tövbe ya Rabbi... Be kadın! Ben o çocuğun nereden dedesi oluyorum? Çocuğunu susturmak için emellerine beni niye alet ediyorsun?)
Hasılı kim bu yazdıklarımı veya benzerlerini demeye kalkar ve dönüp dolaşıp lafı yaşıma getirirse, becerebilirsem -ki bugüne kadar bir kurbanlığın derisini dahi yüzemedim) derisini yüzerim. Çünkü iftira atıyor, yok yere ithamda bulunuyor. Lütfen 77'sinde yavaş yavaş yaşlı statüsüne geçiyorum diyen beyefendiye bakın, bir de 57'sindeki bana. Halebi orada ise arşın burada. Öyle bol keseden, işkembeyi kübradan atmak olmaz. Bilin ki tanıdığım o beyefendi, kendisini hala yaşlı görmüyorsa ben niye kendimi yaşlı göreyim. Daha çocuğum demek ki. Üstelik sokağa çıkma yasaklarında yasak yemiş bile değilim. O yüzden varın, işinize gidin. Ne derinizden olarak kendinize yazık edin ne de yok yere, benim, olmayan huzurumu bozun...
Derimizi yüzsen de doğruya doğru. Sen yaşlandın derseniz, tek şartla bunu kabul ederim: Önce gidin bu amcaya yaşlandığını kabul ettirin, sonra bana gelin. O ihtiyarladığını kabul ederse ben de kabul edeceğim. Sizin için yapacağım tek iyilik bu olur.
Not:Yazımda yazım ve imla hatası bulursanız -ki kontrolü yapılmamıştır- bilin ki suç yaşımda değil; bilgisizliğim ve ivedi yazarken T9'un azizliğindendir.

Abartıda Üstümüze Yok *

Bir ülke düşünün ki üzücü bir olay, bir sevinç ya da ciddi bir mesele, olduğu gibi enine boyuna araştırılmaz, konuşulup karara bağlanmaz. Ya yok kabul edilir ya pireyi deve yaparcasına abartılır ya olduğundan fazla ümit verilir ya insanın, içinden çıkmayacak şekilde korkular salınır ya da meseleyi lehe çevirmek için algılar oluşturulur. Bu da olayı, amacından saptırmak ve asıl mecrasından çıkarmak demektir. Tüm bunlar ve daha fazlası, hangi ülkede görülür diye size bir soru sorulsa hiç düşünmeden Türkiye deyin. Çünkü bunlar ancak bu ülkede görülür. 

Tezimi ispatlamak için vereceğim örneklerde çok öteye gitmeyeceğim. Koronavirüsü küçümsemiyorum ama olduğundan fazla abartarak fazlasıyla korkular saldık. Korunmak için öyle tedbirler alındı, bilim kurulu üyelerinden ve bazı uzmanlardan hala öyle tavsiye ve uyarılar yapılıyor ki yaydıkları endişe korkunç. İşte bir örnek: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Mehmet Ceyhan, kafe ve restoranlarda servis edilen içecek ve yiyeceklerden koronavirüs bulaşan kişiler olduğunu belirterek, "Çay, kahve içecekseniz, çok emin değilseniz, yanınızda bir kolonyalı mendil ya da dezenfektanla ıslatılmış kağıt mendil ile ağzınıza gelecek yeri silmek gerek" ifadelerini kullandı. Sayın Ceyhan'a sormak gerek. Sadece ağza gelecek yeri silmek yeterli mi, tüm bardağı silse daha garanti olmaz mı? Çünkü eli bardağa temas ettikten sonra muhabbet esnasında elini yıkamadan ağzına götürebilir. Hatta çay, kahve yerine kolonya içilse nasıl olur. Paranoya noktasında bir tedbir bu… Sayın Ceyhan'ın ekonominin akıbetiyle ilgili bir derdi yok anlaşılan. Esnaf kan ağlıyormuş, ona vız gelir. Ona göre mücadele için hayatın tamamen durması gerek. O zaman sormazlar mı adama, kontrollü normalleşme adımlarına niçin izin verildi diye.

Yine koronavirüsle ilgili maske takma ve takmama konusunda aşırı uçlarda geziniyoruz. Sosyal mesafeye riayet edelim, maske takalım, temizlik ve hijyene özen gösterelim. Tüm bunlara eyvallah! Aynı zamanda sosyal hayat ve iş-güç de devam etsin. Maske nerede takılsın? Kapalı ve kalabalık yerlerde takılması en makul olanı değil mi? İşte bununla ilgili de size birkaç örnek:
Maskesi boynunda, etrafında kimse olmadığı halde açık havada kendi halinde yürüyen birine, haberci mikrofonu uzatıyor. Beyefendi, maskenizi niçin doğru takmıyorsunuz, diyor. Pes doğrusu! Tamam market ve işyerlerinde ağız ve burnu görünecek şekilde maskesini aksesuar olarak takanlara maskenizi niçin doğru takmıyorsunuz diyelim, hatta onlara tepki gösterelim. Müsaade edin de etrafında kimse yokken adam maskesini indirsin. Bunlara kalırsa evlerde hatta yatak odalarında bile maskeyle duracaksınız diye maskeyi dayatacaklar.
Şu bayanın yaptığına ne diyelim? Yürüyüş parkurunda 20-22 yaşlarında tek başına yürüyüş yapan bir hanımefendi hem yürüyor hem de biriyle telefonda konuşuyor: “Şu anda yürüyüş parkurundayım. Yürüyüş yapan 30 kişi var, 25 tanesinin maskesi yok. Maskeli sadece 5 kişi var. 18 yaşın altındaki çocuklar hep parklarda. Bunlar hep virüs taşıyıcısı. Niye saldılar, bilmiyorum. Bunları evlere kapamak lazım”. Yanından geçerken bu hassasiyeti gösteren kızımızın yüzünde, usulüne uygun takılmış maske var mı diye baktım. Bereket maskeliydi. Daha ne konuştu bilmiyorum. Hızlı adımlarla yürüyüşüme devam ettim. Parkuru turladım, aynı hanımefendi ile tekrar karşılaştım. O önümde ben ardındayım. Yanından geçerken bakalım bu sefer maskesi var mı diye yan gözle baktım. Ne göreyim! Az önceki turda, kimse maskesini takmıyor diye dert yanan kızımız, burnu görünecek şekilde maskesini indirmiş. Bana göre yürüyüş parkurunda yürüyen kişiler, sosyal mesafeye riayet ederek kimseye temas etmeden seri adımlarla yürüyüşlerini yapıyorlar. Kimse yekdiğerine temas etmiyor. Önündeki yavaş yürüyorsa gerekirse parkurdan çıkıp çimlerin üzerine basarak ön tarafa geçiyor. Bu kızımızın da maskesini çıkarmasında bir sakınca yok. Ama az önce maskesizlerden dert yanan birinin, az sonra maskesini indirmesi tam bir çelişki. Aşırı da olsa bir hassasiyet gösterene bir yere kadar saygım olur ama kendi içinde tenakuza düşene asla saygı duymam.

Bu arada kalabalık ve kapalı ortamlarda dahi maskesini takmamakta inat eden vurdumduymazları zaten biliyorsunuz. Bunlar da aşırı uç olmaya devam ediyorlar.

Hasılı ülke olarak her konuda olduğu gibi maske takıp takmama konusunda da ifrat ve tefriti yaşıyoruz. Bir türlü normali yakalayamadık ve normal olamadık. Bu gidişle de her türlü aşırılığı terk edip bir gün normal olacağımıza dair maalesef bir ümit taşımıyorum. Bu, bana nasip olmadı ve olmayacak. İnşallah size nasip olur. Zira bu ülkenin her yönüyle normalleşmeye çok ihtiyacı var.

*24/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.