31 Mayıs 2020 Pazar

Küçük Hesaplar ***

Bir GSM operatörüne girmek veya eve İnternet bağlatmaya kalktığın zaman firmalar, karşına bir yıllık veya iki yıllık bir taahhütname çıkarıyorlar. İhtiyaca binaen bu sözleşmeyi ya bizzat imzalıyorsun ya telefonla onay veriyorsun ya da mesajla taahhüdü kabul ettiğini bildiriyorsun. Taahhütten amaç süresi içinde çıkmamanı sağlamaktır. Taahhüt olsun. Zira firmalar düzenledikleri kampanyalarla müşteri çekip müşteriyi 1/2 yıl kendilerinde tutmak istiyorlar. Buna bir sözüm yok.

Ya aldığın hizmetten memnun değilsen? Hattın her yerde özellikle ihtiyacın olduğu yerde çekmiyorsa veya aldığın hizmet sık sık kesintiye uğruyorsa ya da firma, 16 Mb hizmet vereceğim diye söz verdiği halde hızın 4 ila 8 Mb kadar bir hıza sahipse, bu durumda "Verdiğiniz hizmet ile taahhüt ettiğiniz arasında uçurum var. Ben verdiğiniz bu hizmet-sizliğ-inizden memnun değilim, çıkmak istiyorum" dediğin zaman karşına yüklü bir fatura çıkarılıyor. Çıkardığınız bu fatura yüksek değil mi dediğinde "Efendim, siz kampanya dahilinde bu hizmeti şu fiyattan alıyorsunuz. Normalde aldığınız bu hizmetin fiyatı şu kadar. Vazgeçtiğiniz zaman normal fiyat üzerinden hesap yapılır" cevabı alıyorsun. Güya sözleşmede taahhütten vazgeçme halinde müşteri lehine olacak bir ödeme yansıtılacaktı. Müşteri lehine durum bu ise müşteri aleyhine olacak taahhüdü varın, siz düşünün. Halbuki ticarette esas olan müşteri memnuniyeti değil miydi... Bu durumda doğru dürüst hizmet alamasan da ya taahhüt sürenin bitmesini bekleyip geri kalan zaman diliminde de sağılmaya devam edeceksin ya da her şeyi göze alarak çıkarılan yağlı faturayı ödeyip kurtulacaksın. Yani hangi yolu tercih edersen et, yolunan sen oluyorsun. Memnun olmadığın bu durumla ilgili hakkını aramak için tüketici hakem heyetine müracaat etsen, uzun iş. Zira kim uğraşacak…

Taahhüt işleri, iki tarafı da bağlayan bir sözleşme iken nedense Türkiye'de bu işler sadece tüketiciyi bağlamaktadır. Çünkü hiçbir firma, verdiği hizmete yoğurdum ekşi, "Söz verdiğim hizmeti yerine getiremiyorum, bunun karşılığında sözleşmeyi feshedelim" demiyor.

Türkiye'de müşteri aleyhine işleyen bu taahhüt işleri, bazı küçük esnafı aklıma getirdi. Bir zamanlar daha çok yaygın olsa da şimdilerde az da olsa devam ettiren esnaflar var. Bu tür esnafların işyerinin görünür yerinde "Satılan mal geri alınmaz" yazar. Bazısında da "değiştirilir" ilavesi olur. Bu yazıyı görür görmez moralin bozuluyor. Ya almadan çıkıyorsun ya da almak durumunda kaldı ise geri vermek veya değiştirmek mesele. Çünkü kırk dereden su getirir  sana esnaf. Malı satarken ki kibar halini ara ki bulasın. Üzerine de bozuk çalar. Halbuki sair zamanlarda esnaf "Müşteri veli nimetimizdir", "Müşteri memnuniyeti esastır", "Şikayetinizi bize, memnuniyetinizi dostlarınıza iletin" der. İş başa düşünce yani aleyhine bir durum ortaya çıkınca maalesef felsefesi değişiveriyor. Bu yüzden bu tür küçük esnaf, durmadan müşteri kaçırır ve büyüyemez. Çünkü vatandaş büyük mağazalara yönelmektedir. Vatandaşın büyük mağazaları tercih etmesinde ürün çeşitliliği, ürün kalitesi, fiyatının görünür olması, taksit imkanının olması gibi nedenler sayılabilir. Ama en önemli nedeni de aldığı ürünü şartsız geri verebilme seçeneğinin olmasıdır. Bu düşünceyle çalışan büyük mağazalar daha da büyürken küçük hesap yapan küçük esnaf da küçük olarak kalmaktadır.

Verdiği daha doğrusu veremediği hizmet dolayısıyla önüne "Daha şu kadar taahhüdünüz var" diye müşteriye aba altından sopa gösteren ne kadar firma varsa nazarımda, günü kurtarmaya çalışan ve küçük hesap yapan esnaf gibidir. Bu alanda hizmet(!) veren bazı firmaların büyük göründüğüne bakmayın. Rekabet ortamı olmadığı için büyüktür. Tekelcilik kırılıp karşısına daha iyi hizmet verecek bir başkası çıksa büyüklüğü falan kalmaz. Hasılı tüm imkanları kendi lehine olacak şekilde hesap yapanlar küçük hesap peşinde olanlardır. Er veya geç önce küçülür, sonra yok olur giderler.

***02/06/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


30 Mayıs 2020 Cumartesi

Gördüklerimden Utandım *

Malum süreç dolayısıyla eve kapanalı, bir taraftan hayatı eve sığdırmaya çalışırken diğer taraftan da yemeye kendimi vermiş olmalıyım ki hareket de olmayınca göbek çıktı. Sanırım sığdırmaya çalıştığım hayatın bir kısmı göbeğime yerleşti. İş başa düştü, göbeği eritmek için mahallemdeki sokakları arşınlamaya başladım bugünlerde. Günlük bir saat kadar yürüyorum. Benimle beraber göbeğim de yürüyor. Ara ara göbeğimde erime var mı diye bakıyorum. Benden önde yürüdüğüne göre aynı duruyor. Göbeğin bu halinden rahatsız olsam da bana göre tek iyi yanı, gelip geçerken görenler ayakkabıma değil, göbeğime bakıyorlar: Yürü! Anca gidersin, daha çok yürürsün ve bu göbeği zor eritirsin der gibi.

30 Mayıs günü hem ekmek alayım hem de rutin yürümemi yerine getireyim, sokağa çıkma yasağını bir çiğneyen de ben olayım diye mahallemin sokaklarında elimde ekmek yürümeye koyuldum. Her yer ıpıssız ve tenha. Herkes evine kapanmış durumda. Nadir de olsa tek tük araç geçiyor, birkaç çocuk bir araya gelmiş, birlikte bisiklet sürüyorlar, kargo arabaları gözüme çarpıyor. Ekmek almış, evine doğru yürüyen birkaç kişi gördüm. Bütün sokaklar benim anlayacağınız.

Bir saat kadar yürüdüm, yürüyüşümü nihayete erdirmek için yönümü evime doğru çevirdiğimde karşı kaldırımda bir kadın, yanında da elindeki bisikletle kadına eşlik eden bir erkek gördüm. Giyim kuşamlarından ve yaşlarından anladığım kadarıyla kaçamak yapan genç aşıklar olmadıklarına göre sanırım karı kocalar. Yanlarına yaklaşırken aralarında bir anlaşmazlık çıkmış olmalı ki erkek, yanındaki eşinin yüzüne tükürdü. Tükürük şiddetine maruz kalan kadın, böyle bir tepki beklemiyordu ki bulunduğu yerde kala kaldı. Can havliyle kadın bir şey söyledi ama işitemedim. Erkeği, hiç istifini bozmadan yürümesine devam etti. Ne yapacağını bilemez bir durumda bir müddet daha bekleyen kadın, önce yüzüne gelen tükürüğü bir eliyle sildi. Sonrasında, önden gitmekte olan eşine doğru yürümeye başladı çaresiz.

Yanlarından uzaklaştıktan sonra ne yaptılar, kavga büyüyecek mi diye geriye dönüp baktım. Kadın, kendisini beklemekte olan eşinin yanına vardıktan sonra, yaptığından dolayı kocası, özür dileyeceği yerde kadına kızdı. El kol işaretleri yaptı. Bir şeyler söyledi. Sesi bana kadar ulaştı. Ama ne söylediğini anlayamadım. Anladığım, ilkinde hepsini, eşinin yüzüne boşalttığından dolayı tükürüğü kalmamış olmalı ki bu sefer tükürmedi. Bunun yerine B planını uyguladı. Sonrasında ne yaptılar bilmiyorum. En son gördüğüm, kadının kocasının işaret ettiği tarafa doğru önden yürümeye devam ettiğiydi.

Gördüklerimden onlar adına ben utandım. Kızdım da. Kadın adına da üzüldüm. Kendisine yapılan bu muameleyi benim gördüğümü gören kadın da utandı. Öyle zannediyorum üzülmüştür de. Yüzüne tükürülmesine kim üzülmez ki… Tükürmek, en hafifiyle kişinin onurunun ayaklar altına alınmasıdır. Hem benim hem kadının utanması ve üzülmesi normaldir. Çünkü utanma ve haya duygusu insani bir durumdur. Burada esas utanması ve üzülmesi gereken erkekti ve erkeğin kendi kendine “Ben ne yaptım, hayatı paylaştığım eşimin yüzüne tükürdüm, üstelik bunu bir başkasının gördüğünü bile bile yaptım” dercesine pişmanlık duyması gerekirdi. Eşine kızmaya devam ettiğine göre maalesef ne utanma gördüm kendisinde ne de haya. Edep dediğin, parayla satılmıyor ki gidip alsın.

Yazımda ara ara erkek dedim. Aslında gücü sadece hanımına yeten bu tiplere erkekten ziyade soğan erkeği demek lazım. Böylelerine kadın hakları ne yapsın, insanlık ne yapsın, sonuçları itibariyle eleştirdiğimiz 6284 sayılı kanun ne yapsın.

*03/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Anlamsız Yasaklar


1 Hazirandan itibaren normalleşme adımları çerçevesinde hemen hemen tüm kısıtlılıklar kaldırılacak. Bize bu durumda hayırlı olsun, inşallah adımla kalmayıp eski normal günlerimize döneriz. Bu yazımda, normalleşme adımlarından amacını anlayamadığım bazı hususlara işaret etmek istiyorum.

1.Dört günlük bayram kısıtlamasının ardından, üç gün dışarı çıktıktan sonra özgürlüğe 2 kala, 30/31 Mayıs günlerinde hafta sonu sokağa çıkma yasağı uygulamanın makul izahı ne olabilir? Bilen varsa izah ederse sevinirim. (Vekil olsaydım, İçişleri veya Sağlık Bakanlarının açıklaması için Mecliste yazılı soru önergesi verirdim.)

2. 1 Hazirandan itibaren aşağı yukarı herkese ve her şeye bir serbestlik gelirken 0-18 yaş arasına uygulanan sokağa çıkma yasağının 2 gün dışında devam edecek olmasının, ne izahı olabilir?

Bildiğim kadarıyla işi-gücü olan 65 yaş üzerindekiler işlerinin başına dönebilecek. Durum bu iken çocuklara yasağın devamını nasıl açıklarız? Bu yasağın amacı, çocukları virüsten korumak ise -bildiğim kadarıyla bu virüs- çocuklara pek uğramıyor. Bırakalım da bu çocuklar cadde, sokak ve parklara çıkabilsinler. Çünkü çocuk dediğin sokaklarda büyür.
Onlara az da olsa sorumluluk verelim. Ekmek almaya, ufak tefek alışveriş yapmaya gitsinler.
Böyle giderse bu çocuklar dışarı çıkmayı unutacaklar, dışarıya çıkmaya ihtiyaç hissetmeyecekler. İyice tembelleşecekler.
Çocuklar, evde durdukça vakit geçirmek için verecekler kendilerini dijital oyun oynamaya. Bu, çocukları iyice asosyalleştirecek. En azından dışarıda durduğu müddetçe dijital ortamdan biraz uzak durmuş olurlardı.
Bir diğer konu, şimdinin ana babaları, dışarıda başına bir şey gelir; ben çektim çocuğum çekmesin düşüncesiyle çocuklarına aşırı korumacı davranıyorlar. Çocukları eve kapatmaya devam etmek, daha da hazır yiyici bir neslin yetişmesine sebebiyet verecek. Bence bu yasak hiç pedagojik değil. Yeniden gözden geçirilmeli.

3.Kısıtlılığın başladığı andan itibaren 1 Hazirana gelinceye kadar vatandaşın piknik yerlerine de gitmesi yasak kapsamındaydı. Bunu da çok anlamış değilim. Halbuki piknik yerleri salgın riskinin en az olduğu, temiz havanın bol olduğu ve stresin atıldığı yerlerdir. Çünkü insanımız piknik yapmaya giderken ailesiyle birlikte gider, piknik yeri seçiminde de tenha olmasına dikkat eder. Siz hiç piknik yerlerinde ailelerin başkasıyla iç içe piknik yaptığını gördünüz mü? Yani piknik yerleri temasın olmadığı veya en az olduğu yerlerdir. Bana göre başından beri insanımızın şehir merkezinde kalabalık yerlerden ziyade piknik yerlerine gitmesi teşvik edilmeliydi. Devletin burada sadece yapacağı piknik kurallarını koymak olmalıydı: Aile ile piknik yapmaya izin verilirken arkadaş, eş, dost ile piknik yapılmasına yasak getirebilirdi.

Yetkililerimizin bir bildiği olmalı…Bizimki sadece anlamaya çalışmak…