Malum
süreç dolayısıyla eve kapanalı, bir taraftan hayatı eve sığdırmaya çalışırken
diğer taraftan da yemeye kendimi vermiş olmalıyım ki hareket de olmayınca göbek
çıktı. Sanırım sığdırmaya çalıştığım hayatın bir kısmı göbeğime yerleşti. İş
başa düştü, göbeği eritmek için mahallemdeki sokakları arşınlamaya başladım
bugünlerde. Günlük bir saat kadar yürüyorum. Benimle beraber göbeğim de
yürüyor. Ara ara göbeğimde erime var mı diye bakıyorum. Benden önde yürüdüğüne
göre aynı duruyor. Göbeğin bu halinden rahatsız olsam da bana göre tek iyi
yanı, gelip geçerken görenler ayakkabıma değil, göbeğime bakıyorlar: Yürü! Anca
gidersin, daha çok yürürsün ve bu göbeği zor eritirsin der gibi.
30
Mayıs günü hem ekmek alayım hem de rutin yürümemi yerine getireyim, sokağa
çıkma yasağını bir çiğneyen de ben olayım diye mahallemin sokaklarında elimde
ekmek yürümeye koyuldum. Her yer ıpıssız ve tenha. Herkes evine kapanmış
durumda. Nadir de olsa tek tük araç geçiyor, birkaç çocuk bir araya gelmiş,
birlikte bisiklet sürüyorlar, kargo arabaları gözüme çarpıyor. Ekmek almış,
evine doğru yürüyen birkaç kişi gördüm. Bütün sokaklar benim anlayacağınız.
Bir
saat kadar yürüdüm, yürüyüşümü nihayete erdirmek için yönümü evime doğru çevirdiğimde
karşı kaldırımda bir kadın, yanında da elindeki bisikletle kadına eşlik eden
bir erkek gördüm. Giyim kuşamlarından ve yaşlarından anladığım kadarıyla kaçamak
yapan genç aşıklar olmadıklarına göre sanırım karı kocalar. Yanlarına
yaklaşırken aralarında bir anlaşmazlık çıkmış olmalı ki erkek, yanındaki eşinin
yüzüne tükürdü. Tükürük şiddetine maruz kalan kadın, böyle bir tepki
beklemiyordu ki bulunduğu yerde kala kaldı. Can havliyle kadın bir şey söyledi
ama işitemedim. Erkeği, hiç istifini bozmadan yürümesine devam etti. Ne
yapacağını bilemez bir durumda bir müddet daha bekleyen kadın, önce yüzüne
gelen tükürüğü bir eliyle sildi. Sonrasında, önden gitmekte olan eşine doğru
yürümeye başladı çaresiz.
Yanlarından
uzaklaştıktan sonra ne yaptılar, kavga büyüyecek mi diye geriye dönüp baktım.
Kadın, kendisini beklemekte olan eşinin yanına vardıktan sonra, yaptığından
dolayı kocası, özür dileyeceği yerde kadına kızdı. El kol işaretleri yaptı. Bir
şeyler söyledi. Sesi bana kadar ulaştı. Ama ne söylediğini anlayamadım.
Anladığım, ilkinde hepsini, eşinin yüzüne boşalttığından dolayı tükürüğü kalmamış
olmalı ki bu sefer tükürmedi. Bunun yerine B planını uyguladı. Sonrasında ne
yaptılar bilmiyorum. En son gördüğüm, kadının kocasının işaret ettiği tarafa
doğru önden yürümeye devam ettiğiydi.
Gördüklerimden
onlar adına ben utandım. Kızdım da. Kadın adına da üzüldüm. Kendisine yapılan
bu muameleyi benim gördüğümü gören kadın da utandı. Öyle zannediyorum
üzülmüştür de. Yüzüne tükürülmesine kim üzülmez ki… Tükürmek, en hafifiyle
kişinin onurunun ayaklar altına alınmasıdır. Hem benim hem kadının utanması ve
üzülmesi normaldir. Çünkü utanma ve haya duygusu insani bir durumdur. Burada esas
utanması ve üzülmesi gereken erkekti ve erkeğin kendi kendine “Ben ne yaptım,
hayatı paylaştığım eşimin yüzüne tükürdüm, üstelik bunu bir başkasının
gördüğünü bile bile yaptım” dercesine pişmanlık duyması gerekirdi. Eşine
kızmaya devam ettiğine göre maalesef ne utanma gördüm kendisinde ne de haya. Edep
dediğin, parayla satılmıyor ki gidip alsın.
Yazımda
ara ara erkek dedim. Aslında gücü sadece hanımına yeten bu tiplere erkekten
ziyade soğan erkeği demek lazım. Böylelerine kadın hakları ne yapsın, insanlık
ne yapsın, sonuçları itibariyle eleştirdiğimiz 6284 sayılı kanun ne yapsın.
*03/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder