28 Mart 2020 Cumartesi

Beştepe'de Bir Cuma Namazı *

Herkese “Evinde kal”, “Evinde otur” dendiği, ülkede cuma ve cemaatle namaz kılmaya ara verildiği bir dönemde, Diyanet İşleri başkanı Sayın Ali Erbaş’ın imametliğinde, Beşte Millet Camiinde kılınan cuma namazı, Türkiye gündemindeki yerini aldı. Salgından korunma amacıyla Diyanet’in “cemaatle namazın kılınmayacağına” dair aldığı kararına, tüm ülkede riayet edilirken kararda imzası bulunan Diyanet İşleri Başkanı’nın kendi kararını çiğneyerek cuma namazı kıldırması, çoğunluğun tepkisini çekti. Vatandaşın gösterdiği tepkiyi haklı buluyorum. Sayın Başkan herkese telkin verirken kendisi maalesef üzümü salkımla yemiştir. Düşünün ki ülkenin din işlerinden sorumlu bir imam böyle yaparsa cemaat neler yapmaz. Teşbihte hata olmaz ama burada “İmam osurursa cemaat …” sözünün tam yeridir. Maalesef DİB Başkanı Ali Erbaş, bu olağanüstü durumda cuma namazı kıldırmak ve hutbe okumakla büyük bir yanlışa imza attı ve fırsat kollayanlara emsal oldu.

Önümüzdeki cuma, bir kısım insanımız “Biz de salgın kurallarına riayet ederek birbirimizle temas etmeden, sosyal mesafeye dikkat etmek suretiyle camimizde, cuma namazımızı eda edeceğiz,” derse Sayın Başkan bu duruma ne diyecek? Olmaz demeyin, bu sembolik bir cuma namazıydı demeyin. “Salgın nedeniyle beş vakit namaz ve cuma namazının, camilerde cemaatle kılınmasına ara verildiğine” dair Diyanet’in kararından sonra Türkiye’nin bazı yerlerinde, bazı kişilerin cemaatle namaz kılmaya çalıştıkları basına yansımıştı. Ayrıca sosyal medyada “Diyanet’in böyle bir karar almaya hakkı yoktur” yazılarının paylaşıldığı, bu paylaşımların epey taraftar bulduğu göz önüne alınırsa Diyanet İşleri Başkanı’nın büyük bir yanlışa imza attığı anlaşılacaktır.

Diyelim ki siyasi bir karar veya sembolik bir gerekçe ile Başkan, bir kısım seçilmiş insanla, hijyen kurallarına riayet ederek cuma namazı kıldırdı. Bu namazın gizli kalması, basına sızmasının önlenmesi daha iyi olmaz mıydı? Böyle bir hassasiyet gösterilmediği gibi yangına körükle gidercesine, Başkanlığa ait Diyanet TV’de bu namaz, canlı olarak yayımlandı. Okuduğu hutbe ile Başkan, vatandaşa irşat görevini yerine getirme niyeti taşıyorsa pekala bu hutbeyi kendisi, Kocatepe veya Beştepe camiinin minberine çıkarak tek başına okuyup halka mesaj verme yolunu tercih edebilir, bu hutbenin de Diyanet TV’den canlı yayımlanmasına imkan verebilirdi. Maalesef böyle bir yol izlemediği gibi Sayın Başkan, okuduğu hutbedeki “Bu salgın karşısında en önemli görevlerimizden biri, yetkili mercilerin uyarılarına riayet etmektir. Hem hastalığa yakalanmamak hem de hastalığın yayılmasını önlemek için gayret göstermeliyiz.” uyarısını da kendisi uygulamalı olarak çiğnemiştir.

Hülasa Sayın Başkanın kendisi ve arkasında namaz kılanlar iyi niyetli olsalar bile bu yapılanlar sorumlu bir davranış örneği değildir. Burada cuma namazı kıldıran, cemaat olan, izin veren, tüm bunları canlı olarak yayımlayanlar yanlış yapmışlardır. Kimse kusura bakmasın, bu tasarrufta ben, basiret ve feraset eksikliği görüyorum. Kılınan bu namazın sonucunun nelere mal olacağının hesabı yapılmamıştır. Sorumlu makamda olanların görevi, sadece koltuğu doldurmak değil, aynı zamanda bu işin nelere mal olabileceğini önceden kestirebilme ve yoğurdu üfleyerek yemektir. Şayet meseleleri enine boyuna irdeleme sorunu yaşıyor, yaptığımızın nelere mal olacağının hesabını yapamıyor isek; bize düşen, giydiğimiz o sarık ve cübbeyi bir başka ehline yer açacak şekilde çıkarabilmektir. Böylesi zor zamanlarda bize sarık-cübbe giyip namaz kıldıran ve hutbe okuyan sorumlu din görevlisi değil, basiret ve ferasetini kullanarak ufuk açıcı rol üstlenen, sorumlu din görevlisine ihtiyaç vardır.

*30/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Mart 2020 Cuma

Sır Saklamada Sağlık Bakanı Temel'den de Öte Bir Sır Küpü

—Fıkra sever misin?
—Kim sevmez ki fıkrayı! Hele de taşı gediğine koyarcasına, günümüzle bir bağlantı olursa, bayılırım.
—O zaman dinle!
Amerika'da ülkeler arası casusluk yarışması yapılır. Sırada işkenceye dayanıklılık testi var. Casusların her birisine birer sır verilir. Ne olursa olsun kimseye söylemeyeceksin diye tembih edilir.
Sonra da o casusları  sorgulamak için en usta işkenceciler görevlendirilir.
Alman askerini çağırırlar, başlarlar sorgulamaya. Alman askeri 2 saat sonra bülbül gibi öter ve kendisine verilen sırrı söyler.
Amerikan askeri 3 saat sonra öter. İngiliz askeri 1 gün sonra öter.
Bizim Temel’i alırlar sorguya. 1 gün 2 gün, 3 gün, 1 hafta geçer ama Temel’i konuşturamazlar.
Türk yetkiliyi tebrik ederler ama Temel'in sırrını çözmek de isterler. Temel'in işkenceden sonra konulduğu odaya bir kamera yerleştirirler. Sonra işkenceden bitap düşmüş Temel'i izlemeye koyulurlar.
Bizim Temel, adamlar çıkar çıkmaz hemen koşar ve kafasını duvardan duvara vurarak bağırır: Hatırla oni! Hatırla oni!
—Yaşadığımız olumsuz ortam dolayısıyla kara kara düşündüğümüz bugünlerde bu fıkra iyi geldi. En azından bir nebze de olsa gülümsetti. Fakat günümüzle bir bağlantı kuramadım.
—Konuyu Sağlık Bakanı’na getirmek istedim.
—Ne alaka?
—Alakası olmaz olur mu? Virüsün vurmadığı ülke yok gibi. Ülkeler olağanüstü durumla karşı karşıya. Her ülkede virüsten dolayı ölümler var. Virüsün yayılmasını önlemek amacıyla bazı ülkeler sokağa çıkma uygulamasını devreye soktu. Bazı ülkelerin sağlık sistemi çöktü. Alınan sıkı tedbirlere rağmen virüs, ülkelerin insanlarını vurmaya devam ediyor. Virüsün etkisini ne zaman kaybedeceğini bugünden kestirmek mümkün değil. Üstelik virüs sadece fakir ve fukarayı vurmuyor. Devlet yöneticilerini de vuruyor. Kimi yakalamışsa önüne katıp kovalıyor. Zayıf bulduğunu yere yıkıyor.
—Fıkrayla bağlantısına gelirsek…
—Alakası şu: Her ülkede kim bu virüse yakalanmışsa yaşadığı şehir belirtiliyor, kim yakalandı, ismi açıklanıyor. Bu açıklamayı kendisi veya yakını yapıyor. Bizim ülkemizde ise bu açıklama yapılmıyor. Sadece virüsü kapan günlük hasta sayısına, yapılan test sayısına ve ölenlere yer veriliyor. Kim yakalandı, virüs hangi ilde çıktı, hangi ilde kaç vaka var, ölenler kimler bilgisine yer verilmiyor. Az sayıda kendi inisiyatifiyle durumunu açıklayan birkaç kişiyi biliyoruz, o kadar. Bunun nedenini anlayamadım.
—Anlamayacak ne var. Olaya hasta mahremiyeti açısından yaklaşılıyor.
—Başka ülkelerde bu hasta mahremiyeti niye yok? Niçin sadece bizde var? Sonra bunun saklanmasında ne amaç olabilir? Ayrıca bu virüsü herkes kapabilir. Adı üzerinde salgın bir hastalık. İsimlerin verilmesinden geçtim. Hangi ilde vakaya rastlandı, bunu bile bilmiyoruz. Her şey sır gibi saklanıyor.
—Diyelim ki il il hastalığa yakalanan sayısı verildi. Ne faydası olacak?
—Faydası olmaz olur mu? Tüm uyarılara rağmen sokağa çıkmaya çalışanlar, illerinde bu hastalığa yakalanan hasta sayısını öğrenirlerse bu işin ciddiyetini daha iyi anlarlar. Böylece kendilerini evlerine kapatırlar.
—Anladım.
—Sen anladın da ben hala bu işin sırrını anlayamadım. Hasta ve il isimleri devlet sırrı gibi saklanıyor. Her akşam günlük verileri açıklayan Sağlık Bakanı’nın ağzından gazeteciler, saklanan sırları almaya çalışıyor. Bakan sır küpü. Sırra dair tek kelime etmiyor. Sır tutmada Temel’den ileri bir seviyede dense yeridir.
—Hasılı ben de temel fıkrasını bu vesileyle geç de olsa anlamış oldum. Sırrı saklayan, üstelik bu sefer asker değil, sivil biri: Sağlık Bakanı. Bu durumda Bakan, Temel'den daha iyi sır saklıyor. Üstelik Temel gibi değil, her şeyi bildiği halde kaç hafta geçti. Ağzından tek kelime sır çıkmadı.

Not: Hangi ilde kaç vakanın bulunduğunu niçin açıklamadıkları sorusuna Sayın Koca,Bir bölgeden diğer bölgeye enfeksiyonların taşınmamasını amaçladıklarını, İtalya'daki uygulama sonucunda bölgeden bölgeye enfeksiyon geçişlerinin yaşandığını, benzer bir sürecin Türkiye'de yaşanmaması için açıklamadıklarını” anlattı. Bu durumda il il vakalara yer verilmemesi sırrını yerinde buluyorum.

Merkezî Ezanı Nasıl Aramazsın Şimdi! ***

Yaşadığımız olağanüstü durumun ülkemizden defolup gitmesi için destek amacıyla camilerimizde yatsı ezanının akabinde dua edilmeye başlandı. Bu duayı dinlemek ve amin demek için birkaç defa pencereyi açtım. Olmadı, terasa çıktım, yine olmadı. Çünkü yapılan duaları doğru dürüst anlayamadım. Çünkü bir ve birkaç camide ezan okunmaya devam ederken diğeri duaya geçmiş oluyor. Duayı dinlemeye odaklansam kulağıma ezan sesi geliyor, ezana kendimi vermeye kalksam kulağıma dua sesi geliyor, hem de birkaç yerden birden. Çünkü yürüyüş mesafesiyle evime aynı mesafede olan 4 cami var. Her birinden okunan ezanı da aynı şekilde duyarım. Aynı saatte başlamayan ezanların biri bitmeden diğeri başlıyor. Hepsi aynı vakitte başlasa da aynı anda bitmiyor. Müezzinlerin kimi ezanı uzun okurken diğeri daha kısa okuyabiliyor. Bu demektir ki okunan ezan sesleri de birbirine karışıyor. Az daha uzakta okunan ezan sesleri de geliyor evime kadar.

Burada okunan ezan ve sesinden rahatsız olduğum anlaşılmasın. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Ezanlar bu ülkede namaz vaktinin girdiğini bildirdiği kadar birliğin de göstergesidir. İslam bu ülkede kaldığı müddetçe ezanlar da okunmaya devam edecektir.

Bu meseleyi konu edinmemin nedeni, ezan ve duadaki düzen, daha doğrusu düzensizliğedir. Neredesin merkezi ezan dedim içimden. Nasıl aramazsın merkezi ezanı ve duayı… Unutanlar için hatırlatayım. Bu ülkede 1995’li yıllardan itibaren 15 yıl kadar ezanlar ve vaazlar merkezi olarak okundu ve yapıldı. Diyanet’in 2012-2016 stratejik planında ezan ve vaazların merkezi olmaktan çıkarılıp her camide ayrı ayrı ezanın okunması ve vaazların yapılması şeklinde bir hedef belirlemesi sonucu, il müftülükleri ezanın merkezi okunmasını peyderpey kaldırdı. Halen ezanı merkezi olarak okumaya devam eden illerimiz var mı bilmiyorum.

Hem merkezi ezanın hem de her camiden ayrı ayrı ezan okumanın mutlaka olumlu ya da olumsuz yönleri vardır. Burada bunun üzerinde durmayacağım. Diyanet bu kararı aldığına göre demek ki merkezi ezanın olumsuz yönlerinin daha fazla olduğuna kani oldu ve kaldırdı. Vaazların bir camiden yapılıp diğer camilerden dinlenmesinin kaldırılması yerindedir. Çünkü bu şekil vaaz faydaya haiz olmaz. Ama merkezi ezan, düzen açısından devam etmeliydi. Yine güzel sesli, makam bilen bir erbabı tarafından okunan ezan, dinletirdi kendini cümle aleme. Hem böylece bir yerleşim yerinde birlik de sağlanmış olurdu. Cemaatle veya ferdi olarak namaz kılacaklar, ezanın bitiminde kalkıp namazlarını kılardı. Şimdi bir ezan bitiyor, diğeri başlıyor. Tüm ezanların bitmesini beklemek de mümkün olmuyor çoğu zaman. Bir başka caminin sesi gelirken namaza kalkılmış oluyor. Bu da namaz kılanın kendisini tam namaza vermesini de zorlaştırıyor.

Ezanın merkezi olarak okunması uygulamasını zamanında kim, hangi saikle koyarsa koysun, bu uygulama devam etmeliydi. Bugün kaldırıldığına göre geçmiş uygulamaya özlem duymanın bir anlamı yok ama keşke ezanların her camiden okunması şeklindeki uygulamaya geçildiğinde, kullanılmasa da merkezi sistem yerinde dursaydı. Bugün yatsı namazı vaktinde okunan ezanların akabinde yapılan dua, tek merkezden yapılsa fena mı olurdu? Bence çok daha iyi olurdu. Antrparantez söyleyeyim: Memleketin içinde bulunduğu duruma duayla destek olmak amacıyla Diyanet’in gönderdiği tekdüze duanın minarelerden ayrı ayrı okutulmasından ziyade her bir vatandaşı içten ve derinden duaya davet etmek daha yerinde olurdu diye düşünüyorum. Çünkü duada asıl olan içten yapılmasıdır ve duaya başkalarını da katmasıdır.

Bu arada ezan ve vaazın merkezi uygulanması için her caminin ses cihazı için mahallinden yaptığı masrafı hesaba katmıyorum. Aynı şekilde merkezîden yerele geçildiği vakit mahallinden yapılan masrafları da hesaba katmıyorum.

***31/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.