22 Kasım 2019 Cuma

Kim Bizden, Kim Bizden Değil? *

Cumayı bir sanayi camiinde kıldım. Biraz vaaz dinleyeyim diye camiye biraz erken girdim. Beklediğim gibi namaz öncesi bir hatip konuşma yapıyordu. Konuşmanın başında orada olmadığım için o kadar zorlamama rağmen vaazın konusunu çıkaramadım. Çünkü o daldan bu dala atladı durdu hatibimiz.

Aklımda kaldığı kadarıyla her ne dediyse peygamberimize dayandırarak "Bizden değil" dedi durdu. "Bıyığını uzatıp sakalını kısaltan bizden değildir". "Bir başkası babası olmadığı halde baba diyen bizden değildir". "Sakal koymanız lazım. Bunun için eşinizden izin almanıza gerek yok. Dini konularda kimseden izin alınmaz. Bak biriniz elini sakallarına götürdü. Sanırım çıkınca hemen sakal koyacak” dedi. Daha birçok şey daha söyledi. Hepsinin sonu bizden değil ile bitti. Kimseyi içeride ve bizden bırakmadı. En son "Cenneti garantileyen biri, cehennemdeki arkadaş ve dostlarını görünce 'Ya Rabbi! Falan ile birlikte hacca gittik, şu şu işleri yaptık. Onu cehennemde gördüm' deyince Rab Teala haydi cehenneme gir, tüm tanıdıklarını oradan çıkar gel diyecek" diyerek az önce "bizden değil" dediği ne kadar insan varsa çıkartıp cennete koydu.

Sayın vaizin anlattıklarından aklımda kalan ve benim anladıklarım bu kadar. Yalnız dinlerken nelerle uğraşıyoruz deyip ürperdim. Hem din dilimiz hem anlattığımız konular içimi açmadı. Daha değişmemişiz dedim. Bundan sonra da değişeceğimize dair bir umut edinemedim. Din dilimiz toparlayıcı, kuşatıcı olmadığı müddetçe bir arpa boyu yol gidemediğimiz mevcut bizden olanları da yavaş yavaş kaybedeceğiz. Dini anlatan kişiler hem konuşma diline hem üslubuna dikkat etmeli. Günümüze gelmeli. Günümüze dair sorun giderici konu ve sorunlara eğilmeli. Kürsüye çıkmadan önce kendisini bir güzel yetiştirmeli, konusunda birikim sahibi olmalı. Öyle konular seçmeli, öyle güzel bir üslupla anlatmalı ki vaazına cemaati zamanında çekebilmeli. 

Toplumun sorunlarına eğilmeyen, derdiyle dertlenmeyen, insanların ufkunu açmayan, yol göstermeyen bir din dili, bayatlamış konuları ısıtıp ısıtıp önümüze koydukça anlatılan bu vaazların kimseye faydası olmaz, kimseyi camiye çekemez, kimseye de kendisini dinletemez.

Vaazda dikkatimi çeken önce herkesi "Bizden değildir" diyerek ötekileştirdi ve namaz öncesi herkesi korkuttu. Sonra da cehenneme attıklarını bir kişi eliyle kurtardı. Mübarek! Ne kadar günahkar varsa cehennemden çıkarıp alacağına bu dünyada iken "Bizden değil" diyerek kendimizden uzaklaştırmasak olmaz mı? Vaazlarımızda insanları korkutmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Korkutan bir din dilinden ziyade kimseyi korkutmadan sorumluluklarımızı hatırlatan bir din dili geliştirsek daha iyi olacak.

* 30/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

EYT'liler Konusu ***

Emeklilikte yaşa takılanlar birkaç senedir daha bir organizeler. Çalmadıkları kapı yok. Zaman zaman bir araya gelip eylem de yapıyorlar. Bu duruma ve hak aramaya kimsenin diyeceği olamaz. Zira haklarıdır. Fakat madalyonun bir de öbür tarafına bakmak lazım.

Devlet yetkililerin yaptığı açıklamaya göre erken emeklilik sürdürülebilir değil. Kamu maliyesine büyük yük getiriyor. SGK'nın bu durumu ve emekliliğin normal seyrinde yürümemesi, geçmiş hükümetlerin erken emekliliğe kapı aralamasıdır. Geçmişte seçim yatırımı olarak prim ve gün sayısını dolduranların erken yaşta emekli edilmesi Bağ-Kur ve SSK'yı batırdı. SGK çatısı altında birleştirilen sosyal güvence, kör topal yürüyor. Bu duruma EYT'lileri (Emeklilikte yaşa takılanlar) dahil etmek çok mantıklı görünmüyor.

Anladığım kadarıyla EYT'lilerin isyanı kazanılmış bir hakkın sonradan değiştirilmesine ve erken emeklilik dolayısıyla yapılan maliyet hesabının diğer birçok kalem ve kişilerde yapılmamasına. Bir konuda bir sıkıntı çekilecek ve bir bedel ödenecekse devletin en tepesinden en altına varıncaya kadar bu yükü sırtlanmasıdır. Böyle olduğu takdirde kimsenin olup bitene bir isyanı ve serzenişi olamaz. Maalesef bizde işçi ve memur için yapılan maliyet hesabı başkaları için geçerli olmuyor. 

Aslında devlette devamlılık esas prensibi gereğince kanun çıkarılırken "Şu tarihten sonra işe başlayanlar için emeklilik yaşı şu şekildedir" şeklinde bir madde konabilirdi. Mevcut çalışanlara ise "Prim ve gün sayısını tamamlayanlar şu kadar yıl daha çalıştıkları takdirde maaş vb. özlük haklarında şu iyileştirmeler olacaktır" şeklinde yazılan bir madde ile mevcut çalışanlara teşvik getirilebilirdi.

Burada değinmek istediğim bir diğer husus, EYT'liler bu haklarını niçin bu kanun çıkarılırken ve yürürlüğe konurken seslerini çıkararak aramadılar? İşçi ve memurun erken emekliliğinde maliyet hesabı yapan yetkililer bugün kaç ayrı kalemden ücret ve maaş almaktadırlar? Emekliliği yük olarak görülen EYT'liler, diğer işçi ve memur çalışırken ne kadar maaş alıyor?

Gördüğüm kadarıyla oldu olacak ve bir orta yol bulunacak denilen EYT'lilerin durumu düzeltilmeyecek. Herkes yaşı gelince emekli olacak. En azından asgari ücretle çalışan EYT'lilerin maaşlarında yeni bir düzenlemeye gidilebilir. 

Kamu maliyesini yönetmekle yükümlü hükümetler öyle zannediyorum emeklileri sırtında bir kambur ve yük olarak görmektedir. Çalışmadan emekli olarak yaşanmasına pek sıcak bakmıyor. Emekli olunca çalışanlar fazla yaşamadan öbür alemi boylasın istiyor. Zaten ölmeyip direnen emekliye de fazla vermeyerek emekli olduğuna pişman ediyor.

Son söz olarak emekliliğin belli bir yaş ile sınırlandırılmasına çok sıcak bakmıyorum. İnsanlar çalıştığı yerde faydalı oluncaya kadar çalışmalı. Bir faydaya haiz değilse normal bir zaman diliminde emekli edilmeli. Bunu da bir kural ve kaideye bağlamalı.

***28/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Kadınların Üzerinden Ellerimizi Çekelim ***


Kadınları korumaya yönelik olarak çıkaran İstanbul Sözleşmesi ve TBMM tarafından çıkarılıp uygulamaya konan 6284 sayılı kanun toplumumuzda halen tartışma konusu. 

6284 sayılı kanun ile birlikte ortaya çıkan istatistiğe bir bakalım: 
2015 yılında 270.218,
2016 yılında 320.280,
2017 yılında 413.790,
2018 yılında 521.434,
2019 yılında 447.893 kişi için önleyici tedbir ve evden uzaklaştırma cezası verilmiş. Bu demektir ki resmi rakamlara göre son beş yılda 1 milyon 973 bin erkek, evinden uzaklaştırılmış. Bu kanun çıkarılmadan önce kadın cinayetleri yılda 121 iken bu kanunla birlikte 441'e yükselmiş. İstatistiklere bakınca 6284 sayılı kanun, kadınları korumak için mi çıkarıldı yoksa kadınları telef etmek için mi çıkarıldı? Çünkü sonuçlar manidar. 

Çıkarılan bu kanun, bu işleyişiyle kanun koyucunun maksadının dışında bir işlev görüyor. Durum bu iken, toplumun ekseriyetinde bu kanuna ve İstanbul Sözleşmesine karşı büyük bir tepki varken bu Kanun ve Sözleşmede ısrarı anlamakta zorlanıyorum. Bu kanundan çok memnun olanlar bu kanunun çıkması için uğraşan kadın dernekleri olsa gerek. Ne zaman bir kadına şiddet uygulansa ve cinayetle sonuçlansa kadın derneklerinin yetkilileri televizyonlarda boy gösterir. Şu kadar erkek evinden uzaklaştırma cezası aldı, bu kadar kadın için koruma talep edildi, fakat devlet koruma vermedi gibi açıklamalar yaparlar.

Kanunla ne umulmuştu ne bulduk? Zira istatistiklerde bulduklarımız kanun çıkmadan önceki eskiye rahmet okutmaktadır. Toplumsal dokumuza uymayan ve ters tepen bu kanun ve sözleşmeyi rafa kaldırarak bu toplumsal yarayı en aza indirgeyebiliriz. Kadınları korumayı kendilerine görev bilen kadın derneklerinin bu durumda ne ihsanı istenir ne de gölgesi. En iyisi kadınlardan uzak dursun bu kadın dernekleri. Bence bu kadın derneklerinde görev alan kadınların ne kadarının aile yaşantısı düzgün ne kadarı evli?  Araştırmakta fayda var. Eskiden şu erkekler, kadınlar adına konuşmasın denirdi. Erkekler kadınlar hakkında konuşmayı bırakalı çok oldu. Bayrağı kadın dernekleri aldı. Sonuç, kadın cinayetlerinde artış gördüğünüz gibi felaket.

Bu durumda, tekrar ediyorum, halk nezdinde büyük tartışmalara sebebiyet veren İstanbul Sözleşmesi ve 6284 rafa kaldırılmalı, kadınları koruma görevine soyunmuş kadın dernekleri kadınları korumaktan el çektirilmeli. Yok, illa birilerini koruyacaklarsa kendilerine üye olan kadınları korumayı kendilerine vazife edinmeli. Kanun duracak ve geriye dönüş yok denirse uğradığı şiddetten dolayı eve yaklaşmama cezası verilen ailelere haberlerde yer verilmemeli. Yine aynı şekilde uzaklaştırmadan dolayı koca tarafından bir cinayet vuku bulmuş ise televizyonlarda gündem olmamalı. Bu tür vakalar adliyelerde normal seyrinde devam etmeli. Niçin böyle istiyorum? Çünkü uzaklaştırma ve cinayetler televizyonlarda haber olarak verildikçe eşeğin aklına karpuz kabuğu getirircesine toplumda teşvik görüyor, suç daha da artıyor. Kimse uzaklaştırma ve cinayetlerde yangına körükle gitmemeli. Ailede çıkacak sorunları gidermek için dışarıda çözüm arama yerine aileyi koruyacak, aralarındaki sorunu çözecek bir iç mekanizma kurulmalı. 

Demek istediğim aile içine girilmemeli. İşin içine polis, mahkeme, avukat, kadın dernekleri girdikçe işler daha da sarpa sarmaktadır. Hasılı, kadınların ve ailenin üzerinden ellerimizi çekelim, özellikle kadınları korumayı vazife edinmiş kadın dernekleri…

***05/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.