6 Mart 2019 Çarşamba

İcraatın İçinden Programlar! ***


Akşam çayımı yudumlarken ne var, ne yok diye bazen belli başlı TV kanallarına göz gezdiririm. Bazı akşamlar siyasi parti liderlerinin konuk edildiğini görürüm. Parti liderine ya program sunucusu ya da birkaç gazeteci gündeme dair sorular soruyor. Siyasimiz de hiç zorlanmadan takır takır cevaplar veriyor. Bu tür programları baştan sona izlemesem de ne soruluyor, siyasimiz nasıl cevap veriyor der diye biraz oyalanırım. 

Sorulan soruları ve verilen cevapları görünce oyalanmaya gerek yok der, başka kanallara geçerim. Niçin derseniz soru ve cevaplar bana bayat geliyor. Programın bir danışıklı dövüş olduğunu seziyorum. Ekrana misafir olan memnun edilip gönderiliyor. Sanki icraatın içinden bir program sunuluyor. Parti liderinin sadece kendisini anlatmasına imkan veriliyor. Sorular onu zorlamıyor, terletmiyor. Bir sohbet havası hakim. Güle oynaya program yapılıyor. 

Ülkeyi yönetene veya ülkeyi yönetmeye talip olana sorulan sorular böyle olmamalı diye düşünüyorum. Çünkü sorular beylik sorular. Yani çalışılan yerden çıkıyor hep. Sorunun nereden çıkacağını bilen liderlerimiz de kendilerinden emin bir şekilde cevaplar veriyorlar. Gecenin ilerleyen saatine kadar devam eden bu tür programlar soran razı, sorulan razı bir şekilde sona eriyor. Ne diyelim, Allah muhabbetlerini artırsın.

Programı hazırlayan ve sunan; adına ister sunucu, ister gazeteci, ister moderatör diyelim amme adına hizmet yapmalı halbuki. Bir defa vatandaşın doğru bilgilendirilmesi gerekiyor. Sokakta vatandaşın dert edindiği meseleleri koltukta oturana sorabilmeli. Yeri geldiği zaman sunucu, misafiri ters köşeye yatırabilecek, zorlayabilecek sorularla terletmeli. Siyasinin verdiği cevaplardan bir çelişki bulduğu zaman gazeteci, anında yeni bir soru sorabilmeli.

Alın size bir örnek. Bir akşam bir parti lideri konuşuyor. Belediye başkan adaylarını nasıl belirlediği soruluyor kendisine. Parti liderimiz kendi adaylarını nasıl belirlediğini anlatacağı yerde rakibi gördüğü siyasi partinin belirlediği adayları anlatıyor. Önemli şehirlere oralı adaydan ziyade başka ilden kişilerin aday yapılmasını eleştiriyor. Kendi partisi aday belirlerken o ilin insanını aday yaptığını ballandıra ballandıra anlatıyor. Programı sunan da ağzı açık dinliyor. Bildiğim kadarıyla bu konuşan lider, Ankara'dan bir gazeteciyi İstanbul'un bir ilçesine paraşütle aday yaptı. Gazeteci ne o ilçeli ne de doğru dürüst o ilçeyi tanıyor. Burada kendisiyle çelişen bir durum yok mu? Var. Ama bu çelişkiyi aynı anda yakalayıp soracak gazeteci lazım. Sormazlar. Daha doğrusu soramazlar. Çünkü programın formatına ters. Varlıklarını inkar gibi bir şey bu. Zira yeni gazetecilik veya televizyonculukta çelişki bulmak yoktur. Geleni memnun edip göndermek vardır. Sorduğu sorularla ne şiş yanacak ne de kebap. Müşteri memnuniyeti dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Her şey değişiyor. Gazetecilik, televizyonculuk, moderatörlük değişmeyecek mi? Değişti maalesef. Programdan halkın memnun kalması önemli değil, önemli olan fincancı katırlarını ürkütmemek. Bu yeni gazeteciliğe birçok gazeteci çabuk uyum sağladı. Eskidenmiş siyasi analizler yapan, partileri eleştirebilen, halkın eli ayağı olan, bir siyasi lider gördüğü zaman özgürce sorusunu sorabilen, verilen cevaba "ikna olmadım" diyebilen gazeteci.

Ne diyelim? Bizi "Acaba ne soracak" diye saatlerce ekranda oyalayan bu tür gazeteciliği tebrik etmek lazım.

*** 26/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




5 Mart 2019 Salı

Bir Başka Açıdan 28 Şubat


28 Şubat dindar-mütedeyyin insanlara yapıldı. Bu süreçte bu kesim mağdur edildi. Bu sürecin asıl hedefi dindarlar mıydı? Esas sorgulamamız gereken bu diye düşünüyorum.

Aslında 28 Şubat süreci, merkeze yürüyen taşranın önünün kesilmesi sürecidir. Devleti sürekli yönetmeye alışmış cumhuriyet elitlerinin, iktidarı yönetmeye ortak kabul etmek istememelerinin bir sonucudur. Bir an evvel başını ezelim ki ileride karşımıza daha güçlü bir şekilde çıkmasınlar. Düşünce bu. Çünkü taşralıya biçilen rol devleti yönetmesi değil, devletin alt kesiminde ara eleman olarak görev yapmasıdır. Çiftçilik yapacak, kapıcılık yapacak, sanayide çalışacak, meslek öğrenecek, işçi olacak, memur olacak. Daha ötesi olmaz. Siyasal ve hukuk okuması kabul edilemez. Çünkü okuma çıtasını yükseltirse yarın ülkeyi yönetmeye kalkar. Bu yüzden Anadolu insanının veya taşralının okuduğu okullara bir darbe vurmak, burada okuyan öğrencileri kaçırmak, bu okullara öğrenci akışının önünü kesmek gerekiyordu. Önce sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle liselerin bünyesindeki orta kısımlar kapatıldı. Ardından katsayı uygulamasıyla meslek liselerinin içi boşaltıldı. Başını kapatarak okumak isteyenler okullara alınmadı.

Aslında 28 Şubat aktörleri, çok iyi düşünülmüş ve planlanmış bir uygulamayı yürürlüğe koydular. Çünkü merkeze yürümek isteyen taşralıların okuduğu ve başarılı olduğu okullar İHL'lerdi. Hileleri işe yaradı. İHL ve meslek liseleri kapatılmaktan beter edildi. Buradan kaçan çocuklar o zamanlar hizmet hareketi diye bilinen yapının kucağına düştü. Bu çocuklar bu yapının elinde istediği okullara gitti gitmesine. Ama beyin ve zihin olarak devşirildi. Taşralı özelliğini kaybetti.

Anadolu insanının merkeze yürümesinin önü sadece İHL'lerle kesilmedi. Aynı zamanda diğer meslek liseleri de bundan nasibini aldı. Çünkü diğer meslek liselerinin öğrencileri de tıpkı İHL'liler gibi taşralıdan oluşuyordu. Diğer meslek liseleri de kapatılmaktan beter yapıldı. Aslında iyi incelenirse İHL dışındaki diğer meslek liselerine yapılan, bu memleketin geleceğine vurulan en büyük darbedir. Çünkü bu okulların çökertilmesiyle çıraklık, kalfalık bitti, ara eleman yok oldu. Mesleklerin köküne kibrit suyu döküldü. Bugün ihtiyacımız olan meslekler son ustaların eliyle yürütülmekte. Onların emekli olması ve ölmesiyle bu meslekler yok olacak.  Çünkü çırak-kalfa-usta mektepleri yok artık. Bundan sonra bir şeyin yenisini alacağız, bozulunca atıp yenisini alacağız yeniden. Çünkü tamir eden ve tamirden anlayan olmayacak.

Gördüğünüz gibi durum vahim. Biz boşuna bin yıl devam edecek denilen 28 Şubat sona erdi, başta taşralılar var diye sevinmeyelim. Bu ülkenin geleceğini yok etmeye azmetmiş aktörler bugün aktif olarak işin başında olmasalar da uygulamaları aynen devam ediyor.  Üstelik onların niyetlerini hala anlayamamış olmalıyız ki meslekleri yok etmeye yemin etmiş bir sürecin, başlattığı 8 yıllık eğitimi12 yıla çıkardık. Hem de taşralıların eliyle yaptık bunu. Biz bir filden şikayetçi iken fil sayısı ikiye çıkarıldı.

28 Şubat devam ediyor mu ne?


4 Mart 2019 Pazartesi

Kendini Anlatmanın Yolu, Rakibini Kötülemek Değildir ***

Adamın biri işsiz kalır, araya araya bir yerde iş bulur. Kendisinden arazideki çamuru temizlemesi istenir. Adam kısa zamanda çok miktardaki çamuru atar. Patron bu duruma çok sevinir. Çünkü işçinin ilk günkü temposundan memnun kalmıştır.

Patron, ikinci gün işçinin önüne soyması için bir çuval patates koyar. İşçi, akşama kadar çuvalın yarısını bile soyamaz. Patron bu duruma şaşırır ve sorar: "Be kardeşim! Dün akşama kadar birkaç kişinin ancak atabileceği çamuru tek başına atarak bir zoru başardın. Bugün sana daha kolay bir iş verdim. Oturduğun yerden bir çuval patatesi soyamadın, bu ne iş" der. İşçi: "Efendim! Ben daha önce siyasetçiydim. Çamur atmayı çok iyi bilirim. Ne de olsa mesleğim. Ama patatesi soymak bana zor geldi" der.

Malumunuz yine bir seçim arifesindeyiz. Parti liderleri ve adaylar seçim çalışması için sahadalar. İsterdim ki adaylar veya parti liderleri sahada kendilerini ve yapacaklarını anlatsın. Maalesef varsa yoksa rakip gördüklerini kötülüyorlar. Rakiplerini neredeyse yerin dibine geçirecekler. Fıkrada olduğu gibi durmadan birbirlerine çamur atıyorlar. Doğru mu bu yaptıkları? Bence doğru değil. Sahada veya ekranda rakibi kötüleyerek seçim propagandası yapmak hiç etik ve doğru değildir.

Propaganda sürecinde olması gereken, şehrin eksikliklerini tespit etmek, bunları hangi kaynakla, nasıl çözeceğini açıklamak olmalıdır. Tüm bunları yaparken rakiplerine karşı centilmenliği elden bırakmamalıdır, saygıda kusur etmemelidir. Tüm mücadele, şehrin sorunlarını diğer rakiplerimden daha iyi nasıl yapabilirim üzerine olmalıdır. Yapamayacağı vaadi dillendirmemelidir. Üç-beş oy için birbirlerinin yüzüne bakamayacak sözleri söylememelidir. 

Açıkçası siyasilerimizden temiz siyaset yapmalarını istiyorum. Eski siyaset tarzı bırakılsın artık. Siyasetin bir fazilet ve erdem yarışı olmasını canı gönülden arzu ediyorum. Kazanan, siyasi partilerden ziyade ülke olsun, şehirlerimiz olsun. Çünkü bugüne kadar şehirlerimizi hep bir belediye başkanı yönetti. Hiçbir şehir başkansız kalmadı. Hep kazanan bir başkan oldu. Başkanlar kazanırken şehirler kaybetti. Çünkü beton yığını binalar, kaçak yapılar, trafik keşmekeşliği, alt yapı sorunları aynen devam ediyor ve borçlu olmayan belediye yok gibidir. Maalesef belediyelerimizde şeffaflık eksik. Doğru dürüst denetim yok. Başkanların öncelikleri ile şehrin öncelikleri aynı değil. Her gelenin yaptığı, yeni gelene yüklü bir borç bırakmaktır.

Hasılı şehirlerin sorunu çok. Hepsi sorunlarını çözecek şehru'l eminini bekliyor. Başkan adaylarından ve parti liderlerinden beklediğim şehre katacakları kalitelerini konuşturmalarıdır. Rakipler kötülenerek şehir yönetilmez. 

*** 23/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.