26 Ocak 2019 Cumartesi

Katoliklikten Protestanlığa Doğru *

Hepimiz biliriz ki bu ülkede boşanma oranları her geçen gün daha bir artış göstermektedir. Çoğu evlilikler başlamadan bittiği gibi bir kısmı da uzatmalarla birlikte bir müddet kör topal ilerliyor, sonra bu tür evlilikler de sona eriyor. Boşananların bir kısmı bir müddet sonra bir daha deneyelim deyip tekrar bir araya geliyor. Fakat bu tür evliliklerin çoğu da devam etmiyor.

Allah sonumuzu hayreylesin ama böyle gider, taraflar aklını başına almaz ise yakın zamanda evli hane sayısı mumla aranır hale gelecek. Belki de ileride evliliğini devam ettirenlere "Tebrik ederiz siz evli çiftleri! Şu kadar yıl evliliğinizi devam ettirdiniz" deyip plaketler verir hale gelirsek şaşırmayalım.

Evlenip ayrılanların durumuna üzülmekle beraber ayıplamıyor; suç erkekte, yok kadında veya anne babalarda demiyorum. Bir yerde sorun varsa hiçbir sorun tek taraflı olmaz. Tarafların payı vardır bunda. Sadece oranları farklı olabilir.

Evliliklerde karı-koca birbirine anlayış gösterip saygıda kusur etmez ve sırt sırta verirlerse evliliklerin devamı öncelikli olur, aralarında çıkan sorunları da konuşarak ve zamana yayarak çözerler. Çocukları da iki arada bir derede kalmazlar. Fakat evli çiftler eften püften nedenlerle soluğu mahkeme koridorlarında alırlarsa niyetimizin hayatımızı birleştirmek değil, evcilik oyunu oynamak olduğu ortaya çıkar. Bu işe yargı kararlarının da çanak tuttuğu göz önüne alınırsa boşanmalarda artışın niçin çoğaldığını anlayabiliriz. 

Size boşanma nedeni sayılan bazı yargı kararlarına örnekler vermek istiyorum:
“Kadının, vefat eden kayınbabasının cenazesine katılmamak”, “Eşinden habersiz kredi çekmek”, “Kaynanaya hakaret etmek”, “Maddi imkânları yerinde olduğu halde eşine harçlık vermemek”, “Eşin telefonlarına cevap vermemek”, “Ayakların kokuyor demek”, “Kayınvalide ile aynı evde yaşamak”, “Kayınvalide ve kayınpedere evin anahtarını vermek…”gibi gerekçeleri, boşanma nedenleri/sebepleri arasında sayıyor bizim yargımız, verdiği kararlarla.

Yukarıda kısaca gerekçelerinden bahsettiğim nedenlerle bitirilen evliliklere öyle zannediyorum, “Ne günlere kaldık, bu kadar da mı olur, bunlardan evlilik bitirilir mi” diyerek dudak büktünüz. Dudak bükülmeyecek gibi değil gerçekten. Verdiğim örneklere bakınca mevcut evliliklerin devam etmesine şükretmek lazım. İyi ki çoğunluk böyle değil diyorum. Bu gerekçelerle boşanmak için başvuran aileleri zaten bir arada tutmak mümkün değil. Ama mahkemelerimizin bu şekil gerekçelerle ciddi olan evlilik müessesesini pamuk ipliğine indirgememesi gerekir diye düşünüyorum.

İnsanımız, sorunsuz bir evlilik istiyorsa evlenmesin. Çünkü sorunsuz evlilik olmaz. Sorun olacak ve taraflar bunu çözecek. Olmadı deyip en ufak bir şeyde mahkemeye başvurmak hiç çözüm değil. Şayet insanımız çok basit meselelerini çözecek kadar bir iradeye sahip değillerse “Bekarlık sultanlıktır” deyip sultan olarak kalsınlar. Bu ülkenin sultanlara da ihtiyacı var. Bu şekil gerekçelerle mahkemeye başvuranlara hakimlerimiz “Ne sandınız? Evlilik dediğiniz çocuk oyuncağı mı, lütfen dışarı” deyip mahkemeleri yolgeçen hanına döndürmemeli ve bu nedenlerle evlilikleri bitirip yangına körükle gitmemeli.

Uzatmadan şunu söyleyeyim. Bu ülkede evlilikleri devam ettirmede toplumumuz yakın zamana kadar Katolik idi. Ne alaka Katolik demeyin. Hristiyanlığın en katı mezhebi olan Katoliklerde boşanma yasaktır, diğer mezhepleri olan Protestanlıkta ise serbesttir. Bizim toplumumuz da boşanmalara pek sıcak bakmazdı. Çünkü “Allah’ın hoşnut olmadığı helal” olarak kabul edilirdi. Nedense boşanmalar konusunda yavaş yavaş Protestanlaşıyoruz. Unutmayalım ki biz ne Katolik ne de Protestan’ız! Müslüman oğlu Müslüman’ız. O zaman kendimize yakışanı yapalım.

*28/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

25 Ocak 2019 Cuma

Senin Cuma ile Benimki Farklı mı? *


--Allah cumanızı kabul etsin efendim. Sizi buralarda görmek ne güzel böyle!
--Allah kabul etsin!
--Efendim, size bir soru sorabilir miyim?
-- Cumadan sonra bir yere yetişmem gerekiyor. İşim acele. Sor hemen.
--Sosyal medyadaki cuma mesajınızı gördüm dün akşam. Maşallah ne çok beğenip yorum yapanınız var böyle.
--Evet öyle.
--Mesajınızın bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?
--Cuma Müslümanların bayram günüdür. Elbette ilgi ve alaka görecek.
--Efendim, ben de Müslümanların bayramı diye mesaj paylaşıyorum. Beğenip yorum yazan bir elin parmaklarını geçmiyor.
--Yazmasını bilmek lazım, bir de çevre meselesi…
--İyi de efendim! Bazen sizin cümlenizi aynen paylaşıyorum. Yine ilgi yok. Bak gördüğün gibi sizinle aynı camide, aynı safta cuma kıldık. Çevreyse benim de çevrem fena değil, sizinki kadar olmasa da. Üstelik sayfanda ortak arkadaşlarımız var. Merak ediyorum sizin cumayla benim cuma farklı mı? Yoksa ilgi cumaya mı, statüye mi?
--Ne alakası var efendim!
--İşte ben de o alakayı soruyorum; kıldığımız cuma, kutladığımız cuma farklı mı?
*
--Efendim, sosyal medyada bir görünüyorsun, sonra bir bakmışsın kaybolmuşsun?
--Evet, öyle oluyor.
--Hayırdır bir durum mu var?
-Hayır elbet! Bir adaylık durumu vardı da.
--Olsun, adaylıkla ne alakası var sosyal medyanın?
--Adaylığımı koyunca dostlarım herkes sosyal medyada. Sesini oradan daha gür çıkartabilir, kendini anlatabilirsin, dediler. O yüzden açmıştım.
--İyi düşünmüşler. Bu âlemde herkese ulaşabilirsin. Ama kapatmışsın.
--Evet kapattım. Çünkü aday olamadım. Bir daha ki seçime kadar sayfamı dondurdum. Diğer seçime tekrar aktif hale getiririm.
--Bir daha ki seçim için sayfanı dondurmasan, seçimden seçime sayfa açıp paylaşım yapacağına diğer zamanlarda da paylaşımlarını görelim. Kimin ne derdi var, kimin ilgisi neye görürsün. Çünkü piyasanın nabzı buralarda atıyor. Öyle seçimden seçime görünmek olur mu? Seçimlik mi bu âlem? Halk burada. Sonra bu sayfada görünenleri aday yapmıyorlar. Başka mahfillerin gönlüne girmen gerek.
--Hayırlısı diyelim.

*01.02.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






24 Ocak 2019 Perşembe

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(3)

Sahil kenarında beş yıldızlı bir otelde üç günlük bir seminere çağrıldım. Katılım yine zorunlu. Yeme, içme, barınma ve yol masrafları sponsora ait.

Okulların açıldığının üçüncü günü öğrenci ve öğretmen okula giderken biz aynı ilden iki yüz kadar yöneticiyle sahile gidiyorduk. Eğitim ve öğretimi beş yıldızlı otelde kurtaracaktık.

Firmanın temin ettiği otobüslere doluştuk, çıktık yola. Hareket noktamızdan 150 km kadar gitmiştik ki otobüsümüz arızalandı. Yeni bakımdan çıkmış otobüs dayanamadı bizim yükümüze. Aklı, iradesi ve vicdanı olmayan otobüs, sizin gittiğiniz bu seminerden ben memnun değilim arkadaş diyordu sanki. Doğru dürüst telefonun çekmediği mesken mahalin olmadığı uçsuz bucaksız bu yerde hizmette sınır tanımayan firmamızın harekat noktamızdan gönderdiği otobüsün gelmesini saatlerce bekledik. Önden giden diğer partnerlerimizden 4-5 saat gecikmeli olarak otelimize intikal ettik. 

Akşamında başlayan seminer, diğer günlerde sabahtan akşama yoğun bir şekilde devam etti. Konuşmacıların biri indi, diğeri çıktı hatip kürsüsüne. Biz ise koltuğumuza oturarak dinledik konuşmacıları. Sıkılıp çıkmak istesek kapıda bizi çıkarmamak için bekleyen milli eğitim müdür yardımcısını aşmak gerekecekti. Mümkün mü bu? Naçar dinledik tüm konuşmaları. Bana bu seminerin faydası ne oldu deseniz, benim için en büyük faydası milli eğitim müdür yardımcısının görev tanımları arasında kapıda bekleyip giriş ve çıkışlara izin vermemesi olduğunu öğrenmek oldu.

Sabah, öğle, akşam ve ara öğünlerle birlikte karnımızı bir güzel doyurduk. Kuş sütü eksik yiyecekleri gördükçe şundan da alayım, bundan da alayım derken gözümün istediğini midemin kabul etmediğini gördüm. Yeter bu kadar eziyet, benim de bir istiap haddim var değil mi serzenişine aldırmadan tabağıma aldığımı bitirmeye çalıştım, bitirdim de. Ki artık bırakmamak gerekiyordu. Yoksa israf olurdu. Davul gibi şişti karnım. Ne eğilebiliyor, ne de kalkabiliyorum. Tuvalete gidince de rahatlayamıyorum. Çünkü arkama bırakmadan  yediklerimden kabız olmuştum. Soda bile fayda etmedi rahatlamama. Durumum bu iken yiyemediklerimi gördükçe kaç defa içimden "Ya Rabbi, ya midemi büyüt, ya da canımı al" diyesim geldi.

Akşam yemeğinden sonra madem buraya geldik, yüzme bilmesem de girmedim demeyeyim diye havuza girdim, çıktım, saunaya girip terledim. Çıkışta lobide oturarak geç vakte kadar sınırsız çay içtim. Niye içmeyeyim ki çayı seviyorum, üstelik beleş. Beleş olunca kaçırır mıyım. Şu durumda eksik olan aradığım boş mezardı. Bulabilseydim oraya da girerdim.

Seminerin son günü cumartesi günü kahvaltıdan sonra yola çıktık, güç bela evimize geldik. 3-4 saatlik bir otobüs yolculuğu karnımın şişini indirmese de acıktırmıştı. 3-4 gün boyunca gördüğüm  sınırsız cennet nimetlerinden sonra evde beni dünya nimeti pırasa karşıladı. Moralim bozulsa da oturdum sofraya, birkaç alayım dedim. Birkaç derken pırasadan nasibimi tattım. Epey de yedim hayatım boyunca ölmeyecek kadar yediğim bu nimeti. Çünkü kaç gün boyunca yediğim sınırsız envaiçeşit yemekten daha lezzetli geldi. Karnımın şişi gitti, bağırsak sistemim düzene girdi. Oh be! Dünya varmış! Pırasa Allah'ın bahşettiği en büyük nimet, dedim.

Niyetim beş yıldızlı otelde eğitim ve öğretim seminerini konu edinmekti. Gördüğünüz gibi ben eğitimden ziyade yediğim ve içtiğimi anlattım. Şimdi gelelim sadede.

Seminer dönüşünden bir ay sonra yöneticiler, seminere katılan ilçemiz müdürlerini bir yerde toplayarak semineri değerlendirmemizi istediler. Bu sefer toplandığımız yer yıldızı olmayan bir okulun konferans salonuydu. 40 kadar müdür vardık toplantıda. Herkese tek tek söz verdiler. Her sözü alan "Çok iyiydi, değişiklik oldu, tekrarını bekleriz" dedi. Sıra bana geldi. Sayın hocam, beş yıldızlı otelde yapılan bu semineri içerik yönünden beğendim. Zira dolu dolu bir programdı. Yalnız seminer yerini tasvip etmedim. İsraf diz boyuydu. Bu seminer özel sektöre ait beş yıldızlı bir otelde yapılacağına devletin değişik illerde hizmetiçi eğitim enstitüleri var. Keşke bu seminer oralarda yapılsaydı, tam büfe yemek yiyeceğimize tabldot usulü yemek" der demez cümlemi tamamlamadan milli eğitim müdürü, eliyle işaret ederek "sıradaki" dedi ve sözü ona verdi. Yanımdakiler de ne söyleyeceklerini daha önceden belirlemişcesine "Çok iyi oldu, memnun kaldık, tekrarını bekleriz, teşekkür ediyoruz" dediler. Herkes memnuniyetini ifade ettikçe yönetici ve bu semineri organize edenler dört köşe oluyordu. Memnuniyetleri ağızları açık dinlediler.

Körler ve sağırlar birbirine pas atarak birbirlerini ağırlarken memnuniyetini ifade etmeyen tek kişi olarak sap gibi orta yerde  kalmıştım. Sıra en son konuşmacıdaydı. "Ramazan abiyi es geçtiniz, ben de tıpkı onun gibi düşünüyor ve bu seminer yerini tasvip etmiyorum, israf görüyorum" dedi. Tek başına kaldığım, kimseye derdimi anlatamadığım bir ortamda benim gibi düşünen ikinci bir cinsin daha çıkması beni fazlasıyla memnun etti. Allah razı olsun kendisinden.

Yeme, içme, konaklama ve yol ücretlerinin bir belediye tarafından karşılandığı bu semineri, tasvip etmediğimi söylediğimden gördüğünüz gibi bir kişinin dışında kimse memnun kalmadı. Ne diyelim, buna da şükür! Bir kişi de olsa beni anlayan çıktı. Çoğunluk ise yediği üzümün bağını sormadı ve sorgulamadı. Tekrarını bekleriz diyerek memnuniyetlerini ifade etmekle yetindiler.