23 Ocak 2019 Çarşamba

Ben Hala O Kimseyim. Ya Sen? *

"Eski tarihlerde bir medresede okuyan üç idealist arkadaş varmış. Medreseden mezun olduktan sonra nerede ve hangi işte, hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile irtibatı kesmeyeceklerine, doğru yoldan, adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacaklarına, İslâm davasına hizmetten asla geri durmayacaklarına dair söz vermişler. Fakat o dönemlerde iletişim araçları yetersiz ve sınırlı olduğundan, sonraki yıllarda karşılaşmaları halinde birbirlerini tanımakta zorluk çekmemeleri için aralarında bir şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar: “Ben O’yum!”
Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş: Biri müderris (hoca), diğeri tüccar, bir diğeri de mutasarrıf (vali) olmuş. Tüccar şehir şehir dolaşırken bir şehirde arkadaşının mutasarrıf olduğunu öğrenmiş ve hemen kadim dava arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek istemiş. Lakin güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmamış. Görevlilere kendini tanıtıp vali beyin medrese arkadaşı olduğunu, yıllar öncesinden tanıştıklarını anlatmışsa da sırasını beklemek zorunda kalmış. Vakit geçmiş, lakin kendisine bir türlü sıra gelmemiş.
Nice sonra bizim tüccarın aklına o yıllarda belirledikleri şifre gelmiş. Derhal küçük bir kâğıt parçasına “Ben O’yum” yazmış ve görevliye uzatarak bunu vali beye iletmesini istirham etmiş. Onun bu ricasını isteksizce yerine getiren görevli az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatmış. Bizimki şaşırmış. Ama asıl şaşkınlığı kâğıdın arkasını çevirince yaşamış: “Sen O olabilirsin ama… Ben O değilim!” (Abdullah Yılmaz-Yeni Akit gazetesi)
Yukarıdaki hikayenin bir benzerini hepimiz çoğu zaman yaşarız. Çünkü zaman, şartlar, makam, mevki ve şöhret yıllardır tanıdığınız insanı değiştiriveriyor. Bu hikayeyi en iyi başına böyle bir şey gelenler anlar. Çünkü eşekten düşmüştür. Eşekten düşmeyenler "Benim tanıdıklarım, dostlarım yapmaz böyle bir şey" der. Çünkü daha başına gelmemiştir. Yine bu hikayeyi okuyan biri "Ben ileride makam sahibi olursam asla eski dostlarımı ve onlarla geçen hukukumu unutmam, bir makam için insan değişir mi" der. Ama bir zaman gelir ki o da makam ve mevki sahibi olunca daha önce ayıpladığını kendisi de yapabilir. Zira bunun örnekleri çok.
Tüm makam sahipleri böyle eski dostlarını unutur, onlara sırtını döner, görmezden gelir mi? Değil elbet. Eğer bir kişi bir makama hak ederek gelmişse makamdaki görevini layıkıyla yerine getirdiği gibi eski dostlarına da zaman ayırır, onları makamında ağırlamaktan onur duyar. Bu tipler makamla, koltukla değişeceklerden değildir. Ama bulunduğu makama birilerinin elini, eteğini öperek hak etmeden gelmişse işte bu tipler geçmiş hukuku unutur, dostlarını hatırlamaz. Onun gözü bulunduğu makamı garantiye almak ve daha da yukarılara çıkmak. Bunun için üstlerine göz kırpar, onların gözüne girmeye çalışır. İşte bunlar koltuğun değiştirdiği tiplerdir. Bunlardan dost falan olmaz. Değiştiğini gördüğün zaman geçmişine hayıflanır, tanıyamamışım der, yoluna devam eder, geçer gidersin. İçinde bir burukluk, bir kırgınlık olur sadece. Sen de seni hesaba katmayan bu eski dostunu unutmaya çalışır ve onunla gurur duymazsın. Çünkü sen hala o'sun, fakat tanıdığın o, o değildir artık.

* 10/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yalnızsın Bey Baba! ***


—Allah'tan isteyip de elde edemediğin, hayal edip de gerçekleştiremediğin var mı?
—Yok elhamdülillah! İstemediğimi ve hayal edemediğimi de verdi. Görmediğim zirve kalmadı desem yeridir. Hala ayakta ve zirvedeyim. 
—Her insana nasip olmayanı Allah sana bahşetmiş. Çevren de çok genişlemiştir, dostların çoğalmıştır. Bu durumda sırtın yere gelmez desene.
—Çevrem geniş, sevenlerim çok, düşmanlarım da. Hatta benim için ölüme koşanlar bile var. Gördüğün gibi sırtım da yere gelmiyor. Çevrem de kalabalık. 
—Daha ne istersin? Şükret haline!
—Şükür de, yalnızım.
—Az önce sevenlerin çok etrafım da kalabalık demiştin.
—Orası öyle de yine yalnızım.
—Desene kalabalıklar içerisinde yalnızsın. Niçin yalnız kaldığını en iyi sen bilirsin o zaman. Şayet bilemiyorsan birlikte baş koyduğun yoldaşlarına sor. Çünkü kişiyi en iyi yola çıktıkları bilir.
—Bilemedim ki! Onlar yok şimdi etrafımda. 
—Niçin, ne yaptılar da seni yalnız bıraktılar? Ya da sen mi onları bıraktın?
—Ben hiç onları yalnız bırakır mıyım? Onlar beni terk etti. Otobüsten iner gibi birer birer çekip gittiler.
—Kaç kişi bunlar?
—Çok! Hangi birini sayayım.
—Anlaşılan kırmış olmalısın onları.
—Ne kırması! Her biri bugün varlarsa, isimleri anılıyorsa hepsi benim sayemde tanınır oldular, makam sahibi yaptım hepsini. Benim onlara yaptığım iyiliği ana-babaları yapmamıştır. Ben olmasaydım onlar bir hiç idi.
—Yaptığın iyilikleri başa kakıyorsun. Başa kakılmayı kulu sevmediği gibi Allah da sevmez. Allah'ın gücüne gider bu.
—Doğruya doğru. Ama doğrusu bu… Bugün varlarsa benim onlara verdiğim imkanlar sayesindedir. Bana bunu yapmayacaklardı.
—Birlikte yola çıktığın, kendilerine iyilik yaptığın ve bugün otobüsten indiler dediğin kişiler, sen bir şey yapmadan mı çekip gittiler?
—Hepsinin hatası vardı. Nankörlermiş meğer!
—Yahu yanından çekip giden bir kişi olsa eh diyeceğim; iki, üç, dört, beş olsa olabilir diyeceğim. Hepsi gitmiş, sen hala benim hatam yok diyorsun. Kusura bakma ama bu gidişte senin de payın var, belki de fazlası sende, ekibi tutamamışsın yanında.
—Onları her bir makama ben getirdim.
—Diyelim ki sen getirdin, senin sayende makam, mevki ve şöhret sahibi oldular ve nankörlük yapıp çekip gittiler. Adama sormazlar mı, sen insan sarrafı değil misin, bu kadar kadir kıymet bilmeyen nanköre zamanında nasıl/niçin makam verdin?
—Sen beni suçluyorsun. Benim yanlışım yok hiç.  
—Sen ki birçok konuda yaptığın hatalarınla yüzleşebilen birisin. Bu konuda da kendinle yüzleşmelisin. Eski dostlarının gönlünü almalısın. Yoksa gittikçe yalnızlaşırsın. Benden sana bir dost nasihati. Bir de sana bir soru soracağım. Dostların tek tek çekip giderken onların yokluğunu ne ile doldurdun? Çünkü sorumlu bir makamdasın. Bunun için ekip gerek.
—Onların yerine yenisini buldum.
—Yani yola çıktıklarını yolda bulduklarınla değiştirdim desene.
—Hayır, ben vefalıyım. 
—Çekip gidene niçin gidiyorsun dedin mi? Onların gönlünü aldın mı?
—Hayır, ben niye gönüllerini alacağım. Benden uzaklaşan onlar. 
—Kusura bakma da ben bunca kalabalıklar arasında senin niye yalnız olduğunu, yalnızlık çektiğini galiba buldum: Yola çıktıklarını yolda ekmek, yerine yenisini almak. Maalesef gittikçe yalnızlaşacaksın bey baba! 

***26/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

22 Ocak 2019 Salı

Aynı Ürünün Fiyatı Pazarda ve Markette Niçin Farklı? *

Pazarda satılan bir ürün ile bir marketin manav bölümündeki aynı ürünün fiyatı farklı. Bu durum sadece 2018-2019 yılına mahsus değil. Ben kendimi bildim bileli, market ile pazarda aynı ürünün fiyatı farklı. 

Market ve manavlarda fiyatlar çok yüksek. Sadece bir mahallede haftada bir semt pazarı kuruluyorsa mahallede bulunan market, ürünlerinin fiyatlarını pazar fiyatına hatta daha aşağısına çekebiliyor. Sonuçta marketteki pazar ürünleri daima yüksek. Bu durum Cumhurbaşkanının dikkat çekmesiyle Türkiye'nin gündemine geldi. Pekiyi marketlerdeki fiyatlar pazar fiyatına geriler mi? Mümkün değil. Neden mi?

Marketin semt pazarıyla fiyat konusunda rekabet edebilmesi mümkün değil.

Pazarcı, getirdiği ürünü kendi bedeniyle satarken hatta bu işi baba-oğul birlikte yaparken market sahibi getirdiği ürünü satması için en azından asgari ücretle işçi/ler çalıştırması gerekiyor.

Pazarcı gittiği pazarda sadece işgaliye parası öderken market, sattığı her kilo ürünün vergisini ve KDV'ini vermek zorunda. Pazarcı da vergi veriyordur ama her ürünü denetim ve takip altında değildir. (Pazarcının ne şekilde vergi verdiğini bilmiyorum ama pazarlar kayıt dışı ekonominin cirit attığı yerler diye düşünüyorum.)

Market sahibi dükkan kirası, elektrik parası vs masraflar yapmak zorunda.

Marketten alışveriş yapan müşteri, sebze ve meyveyi eliyle çürük çarık olmadan seçer; çürük, çarık ve buruşuğu markette kalır. Yani market getirdiği malın hepsini satamaz. Çünkü fire verir. Pazarda ise (Konya için söylüyorum) satılan ürün kolay kolay fire vermez. Nerdeyse geldiği gibi aynen satılır. Çünkü pazarcı kendi doldurur, doldururken sağlam ürünün yanına dengeli bir şekilde çürük ve çarığını da koyar. (En azından çoğu böyle)

Marketten aldığı ürünü beğenmeyip geri iade edebilir müşteri. Pazar için müşterinin böyle bir seçeneği yok. Kazara vermeye kalkarsa sonucuna katlanmayı göze almalı.

Anlatmak istediğim aynı ürünün pazarcıya maliyetiyle markete maliyeti aynı değil. Bu da ister istemez fiyatlara yansıyor.

Her ikisinin de müşterileri farklı. Pazara giden kolay kolay marketten sebze ve meyve almaz. Marketten alışveriş yapan da kolay kolay pazara gitmez.

Yine gördüğüm; marketlerin, sebze ve meyveyi yüksek kar etme düşüncesinden ziyade çeşit bulunsun, müşteri geri gitmesin, aradığını bulsun düşüncesiyle manav reyonu açtığını düşünüyorum.

Saydığım bu vb nedenlerden dolayı marketlerdeki sebze ve meyve fiyatlarının pazardakilerin seviyesine inmesi zor görünüyor. Şayet bir gün dengelenirse eyvallah derim.

* 25/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.