25 Aralık 2018 Salı

Çirikçi Ali Ağabey

Sanırım ilkokul dört, beş veya Kur'an Kursunda öğrenciyim. Haftalık pazar ihtiyacını gidermek için rahmetli babam pazara gitti. Giderken de aldıklarını taşımama yardımcı olmam için yanında beni de götürdü. Babam gide gide yaşım ve boyuma göre upuzun birisinin yanına vardı. Sarışın, sakallı, başında hacı takkesi olan; çok ciddi görünümlü birinin yanına. Pazarcıydı ama bir pazarcı için bu ciddiyet fazlaydı. Pazarcı dediğin malını satmak için bağırır, çağırır, tekerleme yapar: "Malın iyisi burada, gel abla" falan der.

Selam-sabah, hal-hatır, hoşbeşten sonra babam ve satıcı sadede geldi. Şundan şu kadar, bundan bu kadar faslından sonra hesapla bizim oğlan dedi babam. Pazarcı kafasından kısa bir hesapla 40 lira çıkardı hesabı. Babam bana dönerek bir de sen hesapla bakayım dedi. Hayatım boyunca Matematiği iyi olmayan ben, parmaklarım marifetiyle hesabı 39 lira buldum. 39 olacak deyince görüntüsüyle hiddetli bir görüntü veren ciddiyet timsali pazarcı; şu, şu kadar; bu, bu kadar; şu da şu kadar, bu da bu kadar, toplam etti 40 lira. Ne biçim öğrencisiniz dedi kızarak. Pazarcıdan sonra kızma sırası babamdaydı. Sağ olsun peşinci idi ve hiç ertelemezdi. Bana doğru dönerek başını salladı. Başını sallaması demek kızması demekti. Pazardan evin ihtiyacını ben de nasibimi alarak babamla birlikte evin yolunu tuttuk.
*
Yukarı Caminin önünde vakit namazı gelmeden, erkenden camiye gelen cemaat, caminin önünde vaktin girmesini beklermiş. Beklermiş diyorum. Çünkü bana bunu cemaatten biri anlatmıştı. Pazarda gördüğüm kişi namaza gelirken eski gazetelerden önemli gördüğü yerleri bekleyenlere okuyayım diye getirirmiş. “Ben okuyayım, siz dinleyin, bunlar önemli” dermiş. “Oku Hacı Ağabey” derlermiş. Okuma biraz uzayınca dinleyenlerin dikkati dağılır, kendi arasında konuşmaya başlayınca “Dinlemiyorsunuz” der, kızarmış. Herkes “Tamam, dinleyeceğiz” dermiş tekrar. Dinler gibi yapma durumları da yokmuş. Çünkü aynı anda okumayı keser “Nerede kaldım, söyle bakayım” diyerek sınava tabi tutarmış cemaati. Bunu bilen cemaat okunan yerden bir yeri aklında tutar, sorunca söyleyeyim derlermiş. O, okur, cemaat konuşmaya başladığı bir anda aynı anda durarak “Nerede kaldım, söyleyin” demiş. Akıllarında tuttukları yeri söylemişler. “Ooo, ben orayı geçeli ne oldu” dermiş.
*
Bir akşam damadının evine misafir oldum. Baktım o da misafir damadının evinde. Büyümeme rağmen fazla konuşamadım. Çünkü ta küçüklüğümde pazarda bana “Ne biçim öğrencisiniz” demesi hala aklımdaydı ve korkuyordum ondan. Alabildiğine ciddi. Gördüğüm esnada hiç güldüğünü görmedim. Hayatta onun kadar ciddi ve heybetli birini görmedim. İşte böyle biriyle aynı odada birlikte yattım korka korka. Ne zaman uyuduysam “salaaah” sesi duydum. Duymamla kalkmak bir oldu. Çünkü Ali Ağabey idi yanımdaki. Namı diğer Çirikçi Ali. Çirikçi lakabını kim verdi, nasıl aldı, ne anlama geliyor bilmiyorum. Ama herkes onu Çirikçi Ali olarak bildi.
*
Çirikçi Ali Ağabey 96 yaşında iken 22/12/2018 günü vefat etti. Vefat ettiğini duyunca yukarıda anlattığım anılarım gözümün önüne geldi. Maşallah koca ömrüne 96 yıl sığdırmış. İlerlemiş yaşına rağmen kendi işini kendi görecek şekilde yaşamış, kimseye muhtaç olmamış. Böyle ömre can kurban! İbadetine düşkün samimi bir Müslüman idi. Dünyanın bütün yükünü üzerine almış bir görüntüsü vardı.

Allah rahmetiyle muamele etsin Ali Ağabey’e. Allah herkese onun gibi kimseye muhtaç olmayacak ömürler nasip etsin. Ali Ağabeyin mekanı cennet olsun, geride kalan yakınlarına sabırlar versin.

23 Aralık 2018 Pazar

Ölmüş Gitmişlerden Ne İsteriz? *


Ölmüş gitmişlerimizi ya göklere çıkarır ya da yerin dibine batırırız. Seviyorsak öve öve bitiremeyiz, andıkça anarız. Bir hayat felsefesi haline getiririz bu sevgiyi. Bu kadarla da kalmayız. Bizim sevdiğimiz gibi sevmeyenleri de bizim gibi sevmelerini isteriz. Şayet bizim sevdiğimiz gibi sevgi gösteren olmazsa bunları nankörlükle suçlarız. Gücümüz yeterse zorla sevdirir ya da baskı uygular, hayatı zindan eder, anasından doğduğuna pişman ederiz. İşi varsa işinden bile ederiz. Ben ve herkes benim sevdiğimi sevecek. Durum bu.

Ölüp giden sevmediğimiz biri ise nefretin sınırı yok artık. Hakaret, küfür ne varsa savururuz. Her kötülüğün müsebbibi olarak onu görürüz. Hakaret etmeyi de bir marifet sayarız. Kendimiz sevmediği gibi sevenlerine de kin besleriz. Elimize fırsat geçse ülkeye bir daha giremeyecek şekilde hepsini yurt dışına süreriz. Bu kadar hazımsızız anlayacağınız.

Merak ediyorum ölüp giden sevdiğimizin lehinde konuşmanın veya nefret ettiğimizin aleyhinde ileri geri konuşmanın bize faydası var mı? Allah bize "Ey kulum falanı çok övdün, onu affettim veya sevgine karşılık sana şu kadar sevap veriyorum" diyecek mi veya nefret ettiğimizi sürekli kötülemenin karşılığında Allah o kimseyi daha fazla cezalandıracak mı ya da küfür ve hakaret etmemizin karşılığında "Ey kulum senin sevmediğini ben de sevmem, al sana şu kadar sevap mı" diyecek?

Bildiğim kadarıyla ölen sevdiğimiz de olsa, nefret ettiğimiz de olsa onlar bir ümmetti; geçip gittiler. Kazandıklarının karşılığını tastamam alacaklardır. Bizim sevgi ve nefretimize ihtiyaçları yok. Durum bu iken bizim onların lehinde veya aleyhinde konuşmamızın ne bize ne de onlara faydası vardır. Hatta aleyhte konuştuğumuz için günah bile kazanabiliriz. Amacımız bu ise bilin ki bunu fazlasıyla yapıyoruz. Hiçbir şey yapmıyorsak bile kendi kendini savunacak durumda olmayan ölünün gıybetini yapıyoruz. Gıybeti genelde yaşayan insanların aleyhinde konuşma olarak değerlendiririz. Bence ölmüş insanın aleyhinde konuşmak da bir o kadar gıybettir, belki de iftaradır. Üstelik mertliğe de sığmaz bu yaptığımız. Çünkü bize cevap verecek ne eli var ne dili ne de imkânı. Ölüleri bırakıp biz yaşayan dirilere baksak nasıl olur? Bence çok da iyi olur. Hatta olması gereken budur.

Öleni övmek ve yermek acizlik işaretidir. Başka söze de gerek yok.



* 08/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.







Bürokrat ve Siyasetçi

Bu ülkede bürokrasi ve siyaset hale-yola konması gereken iki hizmet sektörüdür. Varlık sebepleri ülkeye hizmet olan bu iki sektör, ülkeye hizmetten ziyade ülke bunlara hizmet ediyor. Ülkenin tüm imkânları bunların ayakları altına seriliyor. Hemen hemen her yerde el üstünde tutuluyorlar.

Deruhte ettikleri görevleri sayesinde hem bulundukları yer hem de buranın dışında her yerde birinci derece temsil ve karşılama tertip edilir bunlar için. Vali, kaymakam, belediye başta olmak üzere o ilin tüm erkânı bürokrat ya da siyasiyi karşılamak, onları gezdirip dolaştırmak, yedirip içirmek için seferber olur. Emirleri altında ne kadar araba, ne kadar koruma, ne kadar şoför varsa şehre gelen siyasi veya bürokratın ayakları altına serilir. Bunları memnun etmek için -tasarruf tedbirleri falan düşünülmez- para muslukları açılır. Nereye ne kadar para harcanacak hesabı yapılmaz. Tüm plan şehrimize gelen misafiri memnun etmek üzerine kuruludur. Bu işler parayla değil, sırayladır çünkü. Bugün ona, yarın bana. Allah muhafaza kuş tüyü eksik ağırlamada bir eksiklik olursa yarın onlarla bitecek işimiz sarpa sarar. En azından yürüttüğümüz makam tehlikeye girer. Araya giren soğukluk kolay kolay telafi edilemez. Bunun için her aksaklığa karşı devletin tüm imkânları seferber edilmelidir. Bu işlerde hafta içi, hafta sonu, mesai sonrası hesabı yapılmaz. Çalışanların resmi tatili denmez. Hepsi bu angarya hizmet için görevlendirilir. Hepsi ceplerinden bir kuruş para çıkmadan birinci sınıf gezdirilip dolaştırılır, yedirilir içirilir ve yolcu edilir. 

İş bu kadarla kalsa iyi! Bu birinci sınıf karşılama ve ağırlama işini aynıyla bürokrat ve siyasetçinin eşleri için de yapmak lazım. Yeter ki birkaç bürokrat veya siyasetçinin eşi bir başka ili gezmek istesin. Bunlar da aynı ilgi, alaka ve muameleye tabidir, hatta daha fazlasına. Ne de olsa bürokrat veya siyasetçi eşidir. Bulunduğu ilde eşini temsil eder. Hizmette kusur edilmez. Bunları da gezdirmek, dolaştırmak, yedirmek, içirmek gerekir. Kazara bürokratın veya siyasinin eşi memnun edilemezse, hizmette kusur edilirse, yeterince ilgi gösterilmezse ölümlerden ölüm beğen artık. Ülke ve devlet krizi yanında sıfır kalır. Devletin yıkılmasından beter bir durumdur bu. Çünkü eşleri memnun etmemek bürokrat veya siyasiyi memnun etmemek demektir. Bunu göze alan kelleyi koltuğuna alması lazım. Devlet yıkılır, gerekirse yenisini kurarsın. Nitekim 16 tanesini yıkıp yenisini kurmuşuz. Ama eş karşıya alınmaz. Çünkü mevzubahis olan bir ailedir. Kocasına ne yaptıysan karısına da yapacaksın. Yoksa görürsün gününü. 

Verdiğim örneklerde görüldüğü gibi devlet demek bürokrasi ve siyasete hizmet demektir, aynı zamanda eşlerine de hizmet demektir. Bir yerdeki devletin imkânları bunlara seferber edilmiş vız gelir. Doldurdukları makamlarda yaptıkları hizmete karşılık kendilerine sunulan imkânlar ne ki? Şoförün tatili alınmış, koruma dinlenememiş, devletin yakıtı gitmiş; bunların asla hesabı yapılmaz. Bunların hepsi bürokrat ve siyasetçinin huzur ve mutluluğu için vardır. Herkes özellikle alt çalışan bunların hizmetine sunulmuş birer marabadır.