8 Aralık 2018 Cumartesi

Kadının Beyanı Meselesi ve Şiddet (2)

Bu konuda konunun bir başka yönüne işaret etmek istiyorum. Aileyi korumak için çıkarılan bu Kanun, hazırında ailenin temeline dinamit koyuyor. Birçok kadın dernekleri bu Kanuna dayanarak yangına körükle gidiyor. Zamana yayarak aile içinde çözülmesi gereken bir sorun savcılığa suç duyurusunda bulunmak suretiyle ailevi bir mesele umuma mal oluyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Akıl veren verene. Çoğu zaman inisiyatif ailenin elinden çıkıyor. Kocayı uzaklaştırma anlamında verilen tedbir kararı daha büyük kavgalara, ailelerin parçalanmasına, hatta yaralama ve öldürmeye kadar gidebiliyor. Bu konuda önerim, taraflar ilk önce kol kırılır, yen içerisinde kalır babından Nisa süresinin 34 ve 35.ayetlerini uygulamalarıdır. “…(Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.(Diyanet meali)

Nisa 34 ve 35. ayetlerde Allah ailenin devamı için dört tane yol gösteriyor. Bunlar: 1-öğüt vermek, 2-yatakları ayırmak, 3-dövmek(evi terk etmek), 4-kadın ve erkek tarafından arayı düzeltmesi için sözü dinlenir birer hakem tayin edilmesidir. Benim bu ayetten anladığım iş boşanmaya gitmeden önce iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekmektedir. Birbirinin devamı olan bu iki ayet, aileyi bir arada tutmak için adeta dokuz doğuruyor. Bu ayetleri burada zikredince bazılarımız biz şiddeti reddederken, şiddete nasıl çözüm yolu buluruz derken ayetin üçüncü seçeneğinde dövmeye işaret ediliyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk diyebilir. Böyle düşünenlerin sayısı da az değil. Hatta bu ayeti çoğu Müslüman yumuşak karnımız olarak görür, kolay kolay bu ayeti dillendirmemek için çırpınır. Maalesef bu ayet başta Müslümanlar olmak üzere çoğu insanımız tarafından hakkıyla anlaşılamamıştır. Çünkü ayetleri bir bütün olarak ele almaktan ziyade “ dövme” anlamı verdiğimiz “fadribû” ile ifade edilen kelimede takılıp kalıyoruz. Ondan sonra “Efendim! Hafifçe vurmak lazım, Peygamberimiz eşine bir fiske bile vurmamıştır…“ şeklinde tevil yapacağız diye uğraşıp duruyoruz. Ayette geçen “fadribû” fiilini dövme yerine “evi terk etme veya evden çıkarma” anlamında kullansak dediğimiz zaman “Efendim! Tefsircilerin ekserisi bu fiile geçmişten günümüze hep dövme manası vermişlerdir. Ayette dövmeden bahsedilmektedir. Siz eski müfessirlerden daha iyi mi anlıyorsunuz? Onlar sizin düşündüğünüzü düşünememişler mi? Sizin bu verdiğiniz anlam birilerine şirin görünmek ve ayetin içini boşaltmak anlamına gelir” şeklinde bir eleştiriye muhatap oluyorsunuz.

Niyetim ayete istediğim anlamı vermek falan değil. Ayetin siyak ve sibakını göz önünde bulundurursak yatakları ayırmanın ardından evi terk etme, evden çıkarma anlamı ayet bütünlüğüne uygun gelmektedir. Aslında bu tercih ettiğim anlam çoğu kimse tarafından tasvip edilmese de Anadolu kadınlarının çoğu, bilmeden 34.ayetteki üçüncü tasarrufu eşiyle bir sorun yaşadığı zaman annesinin evine küs gitme şeklinde uygulamaktadır. Yani evi terk ediyor. Kadın bir müddet baba ocağında küs durduktan sonra ya kocası gider; eşinin gönlünü alır, evine getirir ya kadın kendisi gelir veya kadının anne veya babası tekrar geri gönderir/getirir ya da aile büyükleri araya girerek kadının terk ettiği evine geri dönmesi sağlanır. Aile büyüklerinin araya girmesi de 35.ayette iki taraftan birer hakem gönderilmesine uygundur.

Kadının Beyanı Meselesi ve Şiddet (1)

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın “Delil olmaksızın kadının beyanı esastır” sözü üzerine kıyamet koptu. Hurra hep beraber Aile Bakanını topa tutmaya başladık. Halbuki Bakanın söylediği 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve kadına Dair Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 8. maddesinin 2. ve 3. fıkralarına dayanıyor. Kanunu eleştirebilir, yerden yere vurabiliriz. Ama Bakanın üzerine giderken insaflı olmakta fayda var. Zira Bakan, Kanun maddesine atıf yapmıştır.

Önce ilgili Kanun maddesine bir bakalım:
MADDE 8 – (2) Tedbir kararı ilk defasında en çok altı ay için verilebilir. Ancak şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hâllerde, resen, korunan kişinin ya da Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine tedbirlerin süresinin veya şeklinin değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar verilebilir.
(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.

Diğer maddelerine bir göz attığımızda Kanun’un, baştan sona aileyi ve kadını korumaya yönelik olarak iyi niyetle hazırlandığı görülecektir. Çünkü mevzubahis edilen toplumun en küçük temel taşı olan ailedir. Elbette korunmalıdır. Pekiyi bu Kanun çıktı çıkalı aile korunup kadına şiddet önlenmiş midir? Aile bir arada tutulmuş mudur? Eldeki verilere göre boşanan ve parçalanan aile sayısı daha da artmış ve kadın sürekli şiddete maruz kalmaktadır. 

TV'lerde her ne kadar sadece kadına şiddet ön plana çıkarılsa da bu ülkede kadınlar kadar olmasa da erkekler de şiddet görmektedir. Bakmayın erkeğe şiddetin haber konusu edilmediğine. Bu ülkede hangi bir erkek "Ben eşimden dayak yedim, beni koruyun" diye polise, mahkemeye şikâyet dilekçesi verebilir? İkinci evliliğini yapan, tanıdığım bir erkek bir gün beni aradı. Bir görüşelim dedi. Yanına gittim. Eve gidemiyorum, nasıl gideceğim dedi. Sebebini sorduğumda "Eşinin kendisini dövdüğünü, bunun üzerine ne olur ne olmaz, ileride elinde bir belge olsun düşüncesiyle hastaneye gider, üç gün darp raporu alır. İfadeye gelmesi için eve polis gelince evde çıngar çıkar. Niyetinin şikâyet olmadığını ve kendisini dışarıya attığını" söyledi. Kendisine şikâyetçi olmamasını söyledim. Türkiye'de kadın dayağı pek ayyuka çıkmasa da maalesef tek tük de olsa oluyor.

O zaman adını koyalım bu işin. Bu ülkede şiddet genlerimize işlemiş. Sorunlarımızı dayakla çözme yoluna gidiyoruz. Kimin gücü kime yetiyorsa hıncımızı şiddet yoluyla alıyoruz. Erkek güçlüyse hanımını, hanımı güçlüyse kocasını dövüyor.

Şiddet olaylarını önlemek için 6284 Sayılı Kanun'da olduğu gibi kanunlara ihtiyaç duyuluyorsa keşke bu Kanunun adı "Ailenin Korunması ve Aile Fertlerine Dair Şiddetin Önlenmesine Dair" olsaydı daha iyi olurdu. İçerikte sadece kadının beyanı yerine "Delil ve belge olmaksızın kişilerin veya aile fertlerinin beyanı esastır" cümlesine yer verilseydi bugün bu Kanun o kadar tepki çekmezdi. Çünkü bu Kanun bugün aileyi koruyacağı yerde Demokles'in kılıcı gibi aileler üzerinde tehlike saçıyor. Eğer bu iş kanunla olacaksa kadının beyanı kadar erkeğin de beyanı esas olmalı. Kısaca "Kişilerin beyanı esastır" diyelim. Aynı yastığa baş koyan kadın olsun, erkek olsun eşine iftira attığı ortaya çıkarsa cezalandırılma yoluna gidilsin.

7 Aralık 2018 Cuma

Kişilere Dayalı Hayat Tarzımız

Doğu toplumlarında kişiler olmazsa olmazımızdır. Bu yüzden kişiler vazgeçilmez olarak köşe başlarını tutmuştur. Öyle bir hava estirilir ki o kurumun, bu camianın, şu siyasetin başında o olmazsa işler yürümez. İşte bundan dolayıdır ki köşe başlarını tutan ve yerleşenler kolay kolay değişmez. 

Kişilere bağlı bu yönetim anlayışımız doğru mu? Maalesef doğru değil. Fakat realitemiz bu. Bizim her şeyimiz kişilere bağlı. Onlar olmazsa halimiz harap. Dediklerimin sağlamasını yapmak için hiç öteye gitmeye gerek yok. Binali Yıldırım'ı ele alalım. Binali Yıldırım AK Parti hükümetlerinin vazgeçilmez kişisidir. Kendisine hangi görev verilmişse işini en iyi şekilde yapan biridir. Aynı zamanda vefalıdır. Hesap yapan biri değil. Kendisine hangi görev tevdi edilmişse sadece işine yoğunlaşan bir hizmet adamıdır. Bu yüzden siyasete atıldığı günden itibaren uzun yıllar Ulaştırma Bakanlığı yaptı. İzmir Büyükşehir Belediyesine Belediye Başkan adayı oldu, seçilemedi. Ardından başbakan oldu. TBMM Başkanı seçildi. Protokolde iki numaralı koltuğu deruhte ederken üstelik bu makama daha yeni seçilmişken Binali Yıldırım'ın adı şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olarak geçmektedir. Yani Binali Yıldırım, nerede mücadele edilmesi gereken zorlu bir görev var? Orada. Tamam kendini ispatlamış bir siyasi. Fakat bir kitle partisi olan AK Parti, Binali yerine niçin başka bin Aliler yetiştirmez veya çıkarmaz? Varsa yoksa bir Ali var. Türkiye'nin en büyük partisi adam kıtlığı mı çekiyor? Her yere Binali Bey aday gösterilerek partiden yeni yüzlerin ortaya çıkmasının önüne geçiliyor diye düşünüyorum. Merak ediyorum Binali Bey'in başına bir şey gelse AK Parti ne yapacak? Halbuki şans verilse nice Bin Aliler vardır AK Parti'de. Güncel ve en güzel örnek olduğu için Binali Bey'i örnek verdim. 

Türkiye tarihi özellikle siyasi tarihi vazgeçmezlerle dolu. Ne Erdoğan'ın, ne Kılıçdaroğlu'nun, ne Bahçeli'nin yerini dolduracak kimse var. Zaten olmadığı için saydığım ve saymadığım kişiler hep partilerinin başında. Merak ediyorum Erdoğan'ın ve diğerlerinin başına bir şey gelse partilerini bölmeden partisini sırtlayacak ve liderini aratmayacak hangi partide potansiyel bir lider adayı var? Görebildiğim kadarıyla yok. Zaten ben varım diye sivrilen çıkarsa anasından doğduğuna pişman edilir. Bu yüzden lider çıkmaz. Daha doğrusu çıkamaz veya çıkarılmaz. Hatasıyla-sevabıyla mevcut liderlerin ölümü beklenir bizde. Zannedersem liderlerin istediği de vazgeçilmez olmaktır.

Bu ülkenin gelişmesi isteniyorsa her şeyden önce geleceğimize yön veren siyasi partiler, kişi siyaseti yapma yerine kurumsallaşmalarını sağlamaları gerekiyor. Kişi üzerine siyaset yapmaktan vazgeçmelidirler. Her partide potansiyel lider adayları olmalıdır ki partilerinin mutfağında usta-çırak ilişkisi çerçevesinde yetişmelidirler. Hepsinde gördüğüm benden sonra tufan anlayışı hakim maalesef. Zaten bundan dolayıdır ki lider ölünce bizde siyasi partilerin çoğu miadını dolduruyor. Çünkü ya parçalanıyor ya da parti küçülüyor. Tüm bu, kişilere dayalı kişi siyaseti gütmemizdendir.

Hasılı Doğu toplumu olmak zor iş vesselam!