Ana içeriğe atla

Kadının Beyanı Meselesi ve Şiddet (2)


Bu konuda konunun bir başka yönüne işaret etmek istiyorum. Aileyi korumak için çıkarılan bu Kanun, hazırında ailenin temeline dinamit koyuyor. Birçok kadın dernekleri bu Kanuna dayanarak yangına körükle gidiyor. Zamana yayarak aile içinde çözülmesi gereken bir sorun savcılığa suç duyurusunda bulunmak suretiyle ailevi bir mesele umuma mal oluyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Akıl veren verene. Çoğu zaman inisiyatif ailenin elinden çıkıyor. Kocayı uzaklaştırma anlamında verilen tedbir kararı daha büyük kavgalara, ailelerin parçalanmasına, hatta yaralama ve öldürmeye kadar gidebiliyor. Bu konuda önerim, taraflar ilk önce kol kırılır, yen içerisinde kalır babından Nisa süresinin 34 ve 35.ayetlerini uygulamalarıdır. “…(Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.(Diyanet meali)

Nisa 34 ve 35. ayetlerde Allah ailenin devamı için dört tane yol gösteriyor. Bunlar: 1-öğüt vermek, 2-yatakları ayırmak, 3-dövmek(evi terk etmek), 4-kadın ve erkek tarafından arayı düzeltmesi için sözü dinlenir birer hakem tayin edilmesidir. Benim bu ayetten anladığım iş boşanmaya gitmeden önce iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekmektedir. Birbirinin devamı olan bu iki ayet, aileyi bir arada tutmak için adeta dokuz doğuruyor. Bu ayetleri burada zikredince bazılarımız biz şiddeti reddederken, şiddete nasıl çözüm yolu buluruz derken ayetin üçüncü seçeneğinde dövmeye işaret ediliyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk diyebilir. Böyle düşünenlerin sayısı da az değil. Hatta bu ayeti çoğu Müslüman yumuşak karnımız olarak görür, kolay kolay bu ayeti dillendirmemek için çırpınır. Maalesef bu ayet başta Müslümanlar olmak üzere çoğu insanımız tarafından hakkıyla anlaşılamamıştır. Çünkü ayetleri bir bütün olarak ele almaktan ziyade “ dövme” anlamı verdiğimiz “fadribû” ile ifade edilen kelimede takılıp kalıyoruz. Ondan sonra “Efendim! Hafifçe vurmak lazım, Peygamberimiz eşine bir fiske bile vurmamıştır…“ şeklinde tevil yapacağız diye uğraşıp duruyoruz. Ayette geçen “fadribû” fiilini dövme yerine “evi terk etme veya evden çıkarma” anlamında kullansak dediğimiz zaman “Efendim! Tefsircilerin ekserisi bu fiile geçmişten günümüze hep dövme manası vermişlerdir. Ayette dövmeden bahsedilmektedir. Siz eski müfessirlerden daha iyi mi anlıyorsunuz? Onlar sizin düşündüğünüzü düşünememişler mi? Sizin bu verdiğiniz anlam birilerine şirin görünmek ve ayetin içini boşaltmak anlamına gelir” şeklinde bir eleştiriye muhatap oluyorsunuz.

Niyetim ayete istediğim anlamı vermek falan değil. Ayetin siyak ve sibakını göz önünde bulundurursak yatakları ayırmanın ardından evi terk etme, evden çıkarma anlamı ayet bütünlüğüne uygun gelmektedir. Aslında bu tercih ettiğim anlam çoğu kimse tarafından tasvip edilmese de Anadolu kadınlarının çoğu, bilmeden 34.ayetteki üçüncü tasarrufu eşiyle bir sorun yaşadığı zaman annesinin evine küs gitme şeklinde uygulamaktadır. Yani evi terk ediyor. Kadın bir müddet baba ocağında küs durduktan sonra ya kocası gider; eşinin gönlünü alır, evine getirir ya kadın kendisi gelir veya kadının anne veya babası tekrar geri gönderir/getirir ya da aile büyükleri araya girerek kadının terk ettiği evine geri dönmesi sağlanır. Aile büyüklerinin araya girmesi de 35.ayette iki taraftan birer hakem gönderilmesine uygundur.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde