7 Ekim 2018 Pazar

Sakın “K” ile Başlayan O Kelimeyi Kullanma!


—Kardeş! Hayat gittikçe zorlaşıyor. Ülke bir ekonomik k
—Sakın!
—Ne oldu, neyi sakınacağım, ne yaptım? Konuşturmadın ki! Lafı ağzıma tıktın. Ülke bir k
—Deme, kendine yazık etme!
—Yav ne diyeceğimi nereden biliyorsun da susturuyorsun beni!
—Her şeyi de! Fakat o "k" ile başlayan kelimeyi söyleme!
—Başka ne diyeyim ki?
—Özelliklerini söyle ama adını koyma!
—Mesela?
—"Ekonomi daraldı, bir ekonomik darboğazın içindeyiz, ekonomimiz kırılganlaştı, TL'miz eridi; pul oldu, her şey ateş pahası, iflaslar arttı, alım gücümüz azaldı, sürekli zam geliyor, mutfakta yangın var, ekonomimiz bir saldırı altında..." gibi diyebilirsin.
—Bu kadar örnek verip ağzını yoracağına tek kelimeyle "k" ile başlayan kelimeyi kullansak olmaz mı? Hem aynı şey değil mi?
—Aynı şey olmaya aynı şey. “K” ile başlayan o kelimenin tüm özellikleri olsa da asla o kelimeyi kullanmamak lazım.
—Niçin, kelimelere takıntın mı var? Bazı kelimelere rezerv mi koyuyorsun? Kelimeler meramımızı anlatmak için bir araç değil mi? Sonra ne diye kulağı direk göstermek varken dolandırarak anlatıyoruz bu işi?
—Ben seni düşündüğüm için bu uyarıyı yapıyorum. Yoksa benim için hava hoş!
—Söylediğim zaman ne olur?
—Neler olmaz ki! Her türlü damgayı yiyebilirsin. Çünkü devlet otoritesi senin demeye çalıştığın o “k” ile başlayan kelimenin bu ülkede olmadığını söylüyor.
—Ama var.
—Yok diyorsa yoktur. Sen ondan iyi mi bileceksin? Kim “k” demeye kalkıyorsa kızıyor. Kızma deyince bu kızmayı benim gibi yetkisiz birinin kızması gibi görme.
—Ama benim alım gücüm azaldı. Dün aldığımı bugün alamıyorum.
—Alama! Gerekirse aç kal, aç yat! Ağla, sızla! Ama bu ülkede “k” var deme. Sana ekonominin gidişatı nasıl, ekonomiyi nasıl görüyorsun derlerse tüm özellikleri say ama o kelimenin yanından bile geçmeyeceksin.
—Ama bu Güneş’i balçıkla sıvamak gibi bir şey! O var bu ülkede.
---Varsa var. Sana ne! Eğer burnunu sokup illa bir şey söyleyeceksen söylemeyi bileceksin.
---Nasıl?
---Fıkra sever misin?
---Yerinde olursa!
---Tam yeri o zaman!
Gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek yiyemez hale geldiğini gören bir padişah sıkıntı içinde uyanır. Rüya tabircisini çağırıp rüyanın hayır mı şer mi olduğunu sorar. Tabirci, ‘Şerdir. Çünkü bütün yakınlarınız gözünüzü önünde ölecek, sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz’ şeklinde yorumlayınca bu yorum padişahın hoşuna gitmez. Yorumcuyu zindana attırır. Başka bir rüya yorumcusunu çağırır. O, ‘Rüyanız hayırdır padişahım. Bu rüya tüm akrabalarınızdan daha uzun yaşayacağınıza işaret ediyor’ şeklinde cevaplandırır. Bu yorum hoşuna gidince padişah ikinci yorumcuyu iki kese altınla ödüllendirir.”
---Ama aynı şeyi söylediler. İlkini cezalandırdı, ikincisini ödüllendirdi.
---Elbette, aynı şey söylendi. Önemli olan kime ne söylediğin değil, nasıl söylediğin karşındakinin de neyi, nasıl anladığıdır. Şimdi sen cezalandırılmayı mı istersin yoksa ödüllendirilmeyi mi?
---Cezalandırılmayı kim ister?
---O zaman ne yapacakmışsın?
---Her şeyi söyleyeceğim ama asla “K” ile başlayan o kelimeyi söylemeyecekmişim. 07/10/2018


6 Ekim 2018 Cumartesi

Suud Kralının Yerinde Olmak İster miydiniz? ***

Zaman zaman yaptığı konuşmalar ve icraatlarına kızsak da dediği olmayınca ABD’nin neler yapabileceğini göstermesi ve gizli kalması gereken malumun ilanı görüşmeleri yumurtlaması bakımından ABD Başkan’ı Trump’a ne kadar teşekkür etsek azdır. Kalitesini konuşturmasa da kırdığı yumurtalarla kendinden söz ettirmeye ve dünya basınının manşetlerinde yer almaya devam ediyor.

İşte böylesi haberlerden bir tanesi 03/10/2018 günkü gazetelerin sayfalarında yer aldı. Trump konuşmasında "Suudi Arabistan'ı koruyoruz, onları seviyoruz. Ve Kral'ı, Kral Selman'ı seviyoruz. Ama ona dedim ki 'Seni koruyoruz, bizimleyken tamamen güvendesin. Biz olmasak ne olacağını kim bilir? Biz olmasak orada (iktidarda) 2 hafta bile duramazsın. Trilyonlarca doların var.  Ancak biz almamız gerekenleri alamıyoruz Ordum için ödeme yapmalısın." demiş. Sosyal medyada bu haber gözüme ilişince asparagastır dedim. Ardından haber sitelerine bakınca maalesef haber doğru. Aslında ABD’yi maddi yönden başta Suudi Amerika olmak üzere Körfez ülkeleri ayakta tutuyor. Bu, herkesçe biliniyor da açıkça söylenmiyordu. Bereket diplomatik teamülleri bilmeyen veya hiçe sayan; nerede, kime ne konuşacağını bilmeyen biri ABD’nin başına geldi de kapalı kapılar ardında kalması gereken görüşmeleri meydanlarda bir bir sıralayıveriyor. Eskiden çocuktan al haberi derlerdi. Şimdi Trump’tan alıyoruz.

Bu skandal açıklamanın ardından Suudi Arabistan kralı Selman “Öyle bir konuşma olmadı. Zaten biz kendi kendimizi koruyoruz. ABD’nin bizi korumasına ihtiyacımız yok” şeklinde bir açıklama yaptı mı acaba diye gazetelere göz attım. Boşuna baktım tabi öyle bir şey yok. Bunun için yürek ister. En azından “Sayın Trump’ın gizli kalması gereken ikili görüşmeyi açıklamasından büyük üzüntü duyduk” demiş olabilirler mi dedim. Maalesef böyle bir açıklamada yok. Bunun için mide lazım. Yine gazetelere göz attım, acaba Trump’ın bu açıklamasından sonra Kral Selman istifa etmiş olabilir mi dedim. Çünkü Trump’un yaptığı açıklama yenilir yutulur cinsten bir konuşma değildi. Nerde? Bunun için koltuğa yapışıp kalmamak lazım. Ara ki bulasın bu güzel hasletleri!

Trump’un açıklamasından nice sonra nihayet Veliaht Prens Muhammed, "Ülkesinin ABD'den 30 yıl önce var olduğunu, ülkesinin güvenliği için herhangi bir bedel ödenmeyeceğini ve ABD Başkanı ile çalışmayı sevdiğini” lütfen açıklamış. Buna da şükür! ABD Başkanı ile çalışmayı sevdiklerine göre Trump’ı da çok seviyor olmalılar. Ne diyeyim? Allah sevdikleriyle haşretsin onları.

Yeri geldiği zaman İslam ülkeleri niçin geri deriz. Belli olmuyor mu bu konuşmadan bu mıntıkanın niçin geri kaldığı. Boynunda ABD ve Batı’nın ipi olan bu tipler başta olduğu müddetçe İslam dünyası ne kalkınır, ne onur mücadelesi verir, ne de adam olurlar. Kafalarını kuma gömerek “Kralım ben kral” diyerek koltuk işgal ederler ancak. Halkına karşı despot ve acımasız, ABD ve diğer Batı ülkelerine karşı ise boynu kıldan incedir bunların. Osmanlı’ya ihanetlerinin bedeli olarak o koltukları işgal etmekteler. Her ne kadar koltukta oturuyor ve adlarına da kral dense de asla bir kral olamazlar. Olsa olsa köle olurlar diyeceğim ama kölelere hakaret olur. Çünkü tarihte yaşayan kölelerin özgür olma gibi bir ideal ve hayalleri vardı. Bunlarda o da yok. Şayet kölelerde olan duyarlılığın milyarda biri bu krallarda olsa acından ölür ama asla bu lafların altında kalmaz, hemen esaretten kurtulmak için bir mücadele başlatırlardı. Gerekirse bu uğruda ölmeyi tercih ederlerdi.

Krala değil de İslam dünyası kimlere emanet, Harameyn kimlerin elinde ona yanarım. Allah’ın beyti Kabe bunların esaretinde. Müslümanlar hiç boşuna başka işlerle uğraşmasın. Ne zaman ki Mekke, Medine, Mescid-i Haram gerçek Müslümanların eline geçer işte o zaman İslam dünyası esaretten, rezillikten kurtulmuş olur.

Yedikleri, içtikleri; varlıkları petrole dayalı olan bu entarili kişilerin o petroller burunlarından gelir inşallah! Ölümleri petrol yüzünden olsun! Başka ne diyeyim?

*** 11/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.





5 Ekim 2018 Cuma

Din ve Devlet İşlerimiz *

Bu hafta cuma namazında hutbede hatip Müslüman'ın Müslüman üzerindeki haklardan bahsetti: "Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, davete icabet etmek, hapşırana rahmet dilemek." Ardından bidatlere getirdi işi. Özellikle cenaze sonrası cenaze sahibinin cenazeye katılanlara ikram etmek için yemek pişirmesinin İslam'da yeri olmadığını, bunun yerine eş-dost ve akrabalarının yemek getirmesi gerektiğini söyledi. Hoş bir hutbe idi. Zira özellikle bidatler başımızın belası malumunuz.

Hutbeyi dinlerken din işlerimiz de devlet işleri gibi dedim içimden. İmam hutbesini irat ettikçe hem devlet yönetimimiz hem de dini yaşantımız bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti. Siz nasıl bağlantı kurarsınız bilmiyorum ama ben bir bağ kurdum bile. Çünkü hem din anlayışımızda hem de devlet yönetme anlayışımızda bir kuralsızlık ve kural tanımazlık var. Niçin böyle oluyor derseniz vereceğim cevap zamanında müdahale etmediğimizdendir.

Devlet işlerini ele alalım. Yeni bir konu veya durum ortaya çıktığında devlet önce sesini çıkarmaz, görmezden gelir, yok kabul eder. (Konut yapımı, arabalara LPG taktırma gibi) Vatandaş istediği şekilde hareket eder: Enine-boyuna yayılır. Nice sonra devlet mevzuatını çıkarır, işi resmiyete döker. İnsanların bu kurala uymasını bekler, denetimler yapar, sıkı tedbirler alır. Devlet bundan sonraki hayatını o mevzuatı uygulamak için didinir durur. Daha önce kendi kendine bir yol çizmiş vatandaş ise bu kuralı yapmamak ve çiğnemek için uğraşır. Bu durum devleti yönetenlerin vatandaşın önünden gidememesinden, geniş ufuklu olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bir şey çıkmadan önce devlet önce kuralını koysa vatandaş mecburen o kurala uyacaktır.

Din anlayışı ve yaşantımız da devlet yönetiminden farklı değildir. Dinde yeri olmamasına rağmen biri çıkar, dinden bir şeymiş gibi bir uygulama başlatır. (Mevlit okutma, cenaze sonrası yemek verme, ölünün altını üstünü görme gibi) Ondan gören bir başkası yapar. Vatandaş nezdinde uygulanmaya başlar. O zamana kadar bireysel tepkiler dışında bu uygulamalara karşı çıkılmaz. Hoş karşılanmasa da kimse sesini çıkarmaz. Dine sonradan yamanan bu uygulama halk nezdinde bir mahalle baskısına dönüştükten veya uygulana uygulana bir adet haline geldikten sonra yetkililer çıkıp “Bu yapılanlar yanlış bunların dinde yeri yoktur” demeye başlıyor. Kaç kişi vazgeçer bu durumda bu uygulamalardan? İçine sinmese bile “Dinde yeri yok ama herkes yapıyor, biz yapmazsak olmaz” deyip o da uydum kalabalığa diyor.

Anlatmak istediğim bizim ülkenin sorunu kuralların sonradan konmasındadır. Halbuki ülke yönetmeye talip olanların ve din adına söz söylemeye yetkili olanların halkı ve halkın gittiği yolu önceden sezme gibi bir görevleri vardır. Yetkililer zamanında basiret ve feraset göstermezlerse problemleri hep kucaklarında bulacak ve ömürlerini bunlarla mücadele ederek harcayacaktır. Çok mu zor halkın önünden koşmak, onlara yol göstermek?

Ne zaman ki devleti yönetenler halkın nereye gitmekte olduğunu hisseder, onların önüne mevzuatı koyarak bu işi şöyle şöyle yapacaksınız derse yani boşluk bırakılmazsa devlet işleri daha düzenli olur. Din alanında da bir konuda neler yapılması gerektiği halkın önüne konur, sürekli işlenir, bidat olmasına rağmen yapmaya kalkana önceden uyarı yapılırsa yani boşluk bırakılmazsa dini yaşantımız da özüne uygun olur. 05/10/2018



* 08/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.