Ana içeriğe atla

Din ve Devlet İşlerimiz *

Bu hafta cuma namazında hutbede hatip Müslüman'ın Müslüman üzerindeki haklardan bahsetti: "Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, davete icabet etmek, hapşırana rahmet dilemek." Ardından bidatlere getirdi işi. Özellikle cenaze sonrası cenaze sahibinin cenazeye katılanlara ikram etmek için yemek pişirmesinin İslam'da yeri olmadığını, bunun yerine eş-dost ve akrabalarının yemek getirmesi gerektiğini söyledi. Hoş bir hutbe idi. Zira özellikle bidatler başımızın belası malumunuz.

Hutbeyi dinlerken din işlerimiz de devlet işleri gibi dedim içimden. İmam hutbesini irat ettikçe hem devlet yönetimimiz hem de dini yaşantımız bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti. Siz nasıl bağlantı kurarsınız bilmiyorum ama ben bir bağ kurdum bile. Çünkü hem din anlayışımızda hem de devlet yönetme anlayışımızda bir kuralsızlık ve kural tanımazlık var. Niçin böyle oluyor derseniz vereceğim cevap zamanında müdahale etmediğimizdendir.

Devlet işlerini ele alalım. Yeni bir konu veya durum ortaya çıktığında devlet önce sesini çıkarmaz, görmezden gelir, yok kabul eder. (Konut yapımı, arabalara LPG taktırma gibi) Vatandaş istediği şekilde hareket eder: Enine-boyuna yayılır. Nice sonra devlet mevzuatını çıkarır, işi resmiyete döker. İnsanların bu kurala uymasını bekler, denetimler yapar, sıkı tedbirler alır. Devlet bundan sonraki hayatını o mevzuatı uygulamak için didinir durur. Daha önce kendi kendine bir yol çizmiş vatandaş ise bu kuralı yapmamak ve çiğnemek için uğraşır. Bu durum devleti yönetenlerin vatandaşın önünden gidememesinden, geniş ufuklu olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bir şey çıkmadan önce devlet önce kuralını koysa vatandaş mecburen o kurala uyacaktır.

Din anlayışı ve yaşantımız da devlet yönetiminden farklı değildir. Dinde yeri olmamasına rağmen biri çıkar, dinden bir şeymiş gibi bir uygulama başlatır. (Mevlit okutma, cenaze sonrası yemek verme, ölünün altını üstünü görme gibi) Ondan gören bir başkası yapar. Vatandaş nezdinde uygulanmaya başlar. O zamana kadar bireysel tepkiler dışında bu uygulamalara karşı çıkılmaz. Hoş karşılanmasa da kimse sesini çıkarmaz. Dine sonradan yamanan bu uygulama halk nezdinde bir mahalle baskısına dönüştükten veya uygulana uygulana bir adet haline geldikten sonra yetkililer çıkıp “Bu yapılanlar yanlış bunların dinde yeri yoktur” demeye başlıyor. Kaç kişi vazgeçer bu durumda bu uygulamalardan? İçine sinmese bile “Dinde yeri yok ama herkes yapıyor, biz yapmazsak olmaz” deyip o da uydum kalabalığa diyor.

Anlatmak istediğim bizim ülkenin sorunu kuralların sonradan konmasındadır. Halbuki ülke yönetmeye talip olanların ve din adına söz söylemeye yetkili olanların halkı ve halkın gittiği yolu önceden sezme gibi bir görevleri vardır. Yetkililer zamanında basiret ve feraset göstermezlerse problemleri hep kucaklarında bulacak ve ömürlerini bunlarla mücadele ederek harcayacaktır. Çok mu zor halkın önünden koşmak, onlara yol göstermek?

Ne zaman ki devleti yönetenler halkın nereye gitmekte olduğunu hisseder, onların önüne mevzuatı koyarak bu işi şöyle şöyle yapacaksınız derse yani boşluk bırakılmazsa devlet işleri daha düzenli olur. Din alanında da bir konuda neler yapılması gerektiği halkın önüne konur, sürekli işlenir, bidat olmasına rağmen yapmaya kalkana önceden uyarı yapılırsa yani boşluk bırakılmazsa dini yaşantımız da özüne uygun olur. 05/10/2018



* 08/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde