19 Ağustos 2018 Pazar

"Öksüzlere Bakıyorum" *

Bayram öncesi sıcağın altında alışveriş yaptım, eşyaları alıp eve geçeceğim. Yüz metre ilerimde caddeye çıkan kapımızın önünde iki bayandan biri "gelir misin" diye seslendi. Herhalde bir adres soracaklar diye yanlarına doğru yaklaştım. "Buradan geçerken sizi gördüm, biz şu yan tarafta oturuyoruz, öksüzlere bakıyorum, çorbada tuzunuz olsun" dedi. Tanımadığım komşuma cebinden çıkarıp bir katkıda bulundum, geri dönüp aldıklarımı evime çektim.

Komşum olduğunu söyleyen bu iki kadını tanımıyorum. Bugüne kadar da bir göz aşinalığımız oluşmadı. Giyim-kuşamları ve konuşmalarından dilenci izlenimi edinmedim. Doğru mu söylüyorlar yoksa yalan mı emin değilim. Ama garipsedim bu durumu. Eğer bu iki kadın komşum ise iki sene oldu ben bu evime taşınalı. Daha bugüne kadar evime gelip kimsin, necisin, hoş geldin komşu demediler. Yolda karşılaşıp selamlaşmadık, bir alışverişte karşılaşıp iki kelam etmedik. Cadde üzerinde durmuşlar ve beni çağırıyorlar, baktıkları öksüzler için yardım istiyorlar. Haydi diyelim ki burası Konya. Yerleşmiş kuralları var. Kişi özellikle kadın tanımadığı erkekle konuşmaz, hatta selamlaşmaz, yanında erkeği olmadan hoş geldine gelmez. Bu düşünce ve bakış açısına eyvallah diyelim. Tamam konuşmasın, yüzüme bakmasın. O zaman benden para istemeyecek ve yanına da çağırmayacak. Demek ki işine geldiğinde benimle konuşacak, işine gelmediğinde yüzüme bakmayacak. Gülünç duruma düşüyor ve çelişiyoruz böyle yapınca.

Yeni bir dilencilik şekli mi bu acaba? Çünkü dilencileri bugün çok mesafe katetmiş görüyoruz. Çarşıda bir şey soracakmış gibi yanına yaklaşıyor bazıları: "Bir şey söyleyebilir miyim? Af edersiniz dilenci değilim..." diyor. Dilenci değilim deyince maksat anlaşılıyor. Böylelerine alıştık da mahalle arasında yanına çağırıp da "...çorbada tuzun bulunsun" diyeni ilk defa gördüm. Daha ne tür isteme şekilleriyle karşılaşacağız Allah uzun ömür verirse.

Komşum olduğunu söyleyen kadın yalan söylüyor iddiasında falan değilim. Gerçekten de öksüzleri vardır, onlara bakıyordur. Allah kimseyi başkasından isteyecek duruma düşürmesin. Kimi, kimseye muhtaç etmesin. Allah öksüzlerin yüzüne baksın. Ama öksüzlere bu şekil bakma nereye kadar? İstersin kimi verir, kimi vermez. Ayrıca elden gelen öğün olmaz, o da zamanında gelmez. Bu tip öksüzler ve gerçek muhtaçların ihtiyaçlarını giderecek bir yol bulmak lazım. Öyle bir yol olmalı ki muhtacın durumunu üstlenen istemek durumunda kalmayacak, istenen de doğru mu söylüyor diye şüphe etmeyecek bir yol bulunmalı. Böyle bir yöntem bulunursa istemek durumunda kalanın onuru da korunmuş olacaktır.

İlk aklıma gelen sayısız yardım kuruluşu var. Çoğu da yurtdışındaki ihtiyaç sahipleri üzerine yoğunlaşmış durumda. Bazı yardım kuruluşları ülkemiz içindeki ihtiyaç sahiplerine yönlendirilemez mi? Bu konuda bir arazi çalışması yapılamaz mı? Unutmayalım ki İslam'da yardım yakından uzağadır. Buradaki aç ve susuzlara kol kanat germeden ülke dışını düşünmek  -teşbihte hata olmasın- camiye lazım olan mescide haram gibi bir şey…

* 28/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sılayı Rahim Dilde Kalmamalı!

İslam dini toplumsal bir dindir. Bireysellikten öte sosyal ilişkilere önem verir. Kişinin etrafına ışık tutmasını ister. Sılayı rahim de bunlardan biridir. Nitekim cuma hutbelerinin sonunda okuna okuna kulağımızın aşina olduğu, çoğumuzun ezberlediği ayet meali bize adaletli olmamızı, iyilik yapmamızı ve akrabayı görüp gözetmemizi emrederken fuhşuyattan, kötülüklerden ve aşırılıktan kaçınmamızı sakındırır. Görüldüğü üzere ayette üç iyi ahlaki değeri yerine getirmemiz istenirken üç kötü hasletten kaçınmamız istenmektedir. 

Nahl 90.ayette belirtilen hasletlerin her biri ayrı bir yazı konusu. Burada akrabayı görüp gözetme üzerinde durmak istiyorum. Akraba dendiği zaman soy ve nesebe dayanan akrabalık var. Bir de evlilik vb. nedenlerle sonradan oluşan akrabalık var. Birinci tür akrabalık kişinin kendi seçimi değildir, ikincisi ise sonradan isteğe bağlı oluşan bir akrabalıktır.  Her ikisi de sılayı rahimdir. 

Ayette geçen zil kurba ifadesi genel bir ifade. Kısaca akraba ilişkileri diyebiliriz buna. Bu ilişkiler; görüp gözetme, ziyaret etme, hal-hatır sorma, maddi ve manevi destek olma, selam verme/alma, elinden tutma, derdini dinleme, derdine ortak olma, iyi ve kötü gününde yanında yer alma, hediyeleşme, zekat ve sadakada ihtiyaç sahibi akrabaya öncelik verme, düğün ve cenazesinde yer alma, her kayıt ve şartta ilişkiyi kesmeme, gönül alma, tebessüm ve güler yüz, akrabayı olduğu gibi kabul etme, hata yaptığı zaman kırmadan düzeltme ...vs içine girer. Bu sayılanlar akrabanın akraba üzerindeki olmazsa olmaz haklarıdır, toplumsal bir gerçekliktir; dinin  namaz, oruç gibi bir emridir. 

Namaz ve oruç gibi ibadetlerde bireysellik yani kişinin kendini terbiye etmesi ön plana çıkarken zil kurbada toplumsal yön öne çıkmaktadır. Namaz ve oruç kişinin Allah ile bireysel ilişkisi ise, zil kurba kişinin toplumla ilişkisidir. Yani anne-baba, amca-dayı, teyze-hala, kuzen-kardeş; kayın valide-kayın peder, kayın, bacanak, baldız, elti, görümce vs arasında ilişkiyi sürdürmektir. Zira bir kişiye kimin, kimsen yok mu dendiğinde ilk akla gelen bunlardır.

Akrabalar arasında  zaman zaman istenmeyen anlaşmazlıklar çıkar. Bu da doğaldır. Çünkü insanın olduğu yerde sorun çıkar ve insan sorun çözmek için vardır. Yeter ki insanoğlu istesin. Bazı sorunların çözümü, zaman her şeyin ilacı denerek zamana bırakılırken bazısı sıcağı sıcağına halledilmesi gerekir. Küstüm, kırıldım, o bana şunu söyledi, o bana şunu yaptı, bunu yapmadı demek suretiyle çekip gitmek, mesafe koymak, aradaki sorunu deve yapmak, sorunu kayaya yazmak, çözmek için adım atmamak, sorunu temcit pilavı gibi sürekli dillendirmek, akrabalık ilişkilerini önce zayıflatır, sonra bitirir. Sorundan kaçmaktır bu. Akrabalık ilişkilerini düzeltmek istememektir. Suçluluk psikolojisidir, kinciliktir, geçmişle yaşamaktır, Öz güven eksikliğidir. Halbuki Allah dilimizi aranızdaki sorunları çözesiniz diye verdi. Problemin çözümü için çaba sarf etmemek, kendi kabuğuna çekilmek sorundan kaçmaktır, akrabalık ilişkilerine önem vermemektir. Ayette geçen "ve îtâi- zi'l kurba" emrine muhalefet etmektir. Rabbin bu emrine kulak tıkamaktır. Ha namaz kılmamışsın, ha oruç tutmamışsın, ha akrabayı görüp gözetmemişsin. Bu emirler arasında fark yoktur. Hepsi önemlidir. Ama bir önem sırası denirse akrabayı tallukat sonuçları itibariyle öne çıkar.

Eşle-dostla sevinç ve üzüntülerin paylaşılması denen bayramlar kırgınlıkları gideren, küsleri barıştıran, geçmişe sünger çeken, yeni tertemiz bir sayfa açan günlerimizdir. Allah'a yakınlaşmak demek olan kurban; bizi akrabalarımıza, akrabalarımızı da bize yaklaştırmayı nasip etsin. Kurban bayramınız mübarek olsun!

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Köpekler Bazı İnsanlardan Daha Anlayışlı Olabiliyor

Birçok öğrencinin kazanmak ve okumak için can attığı bir bölümü bitirerek özel çalışmaya başlamış. İşi iyi olmalı ki yüksek kirasından dolayı kimsenin tutmaya yanaşmadığı, kıştan beri boş duran tripleks bir evi kiraladı. Daha doğru dürüst yerleşmeden küçücük bakımsız bahçeyi temizlettirerek çim ektirdi. Ardından bir köpek getirdi. Yerine alışıncaya kadar köpek biraz havladı, özellikle ilk geldiği gün. Şimdi ara ara havlıyor.  Köpek bu, ne zaman, kime havlayacağı belli olmaz, bizi uyutmaz diye düşündüğüm köpek beni mahcup etti. Özellikle geceleri bir güzel uyku çekiyor olmalı. Çünkü sesi çıkmıyor.

Köpeğin sesi çıkmıyor ama başka sesler eksik değil. Bizim okumuş münevverimiz taksi kullanmak yerine java türü iki tekerleğine biniyor. Zevk meselesi. Olabilir. Ama uykuya daldığın gecenin bir saatinde bir bakmışsın ki har sesi. Bizimki bir yere gidiyor, ya da bir yerden geliyor. Bereket bu ses sayesinde komşunun ne zaman gittiğini, ne vakit döndüğünü bilebiliyoruz. 

Gece terasta otururken ha ha ha, he he he gülüşme sesine kulak verdim. Yeni komşumuz, geldiğinde hemen çim ektirdiği bahçede gece sefası yapıyor. Kıskandım. Zira kadınlı erkekli muhabbetleri saat ikiyi geçmesine rağmen devam ediyor. Birbirine karışan yüksek ses ve atılan kahkahaların haddi hesabı yok. Bitişiğimdeki ve karşı binadaki komşular rahatsız olur diye bir dertleri şükürler olsun olmadı. Ne muhabbetleri bitti, ne de kahkahaları. Saat 2.50 olmuş hala oturduklarına göre sabahında işe gidecek yok sanırım. Bizimki yüksek tahsilli olduğuna göre misafirleri de okumuş olmalı. Menülerinde içki var mı bilmiyorum ama eksik olan sanırım bir davul, bir de zurna. Bunlar da olsaydı kare tamamlanmış olurdu. Pardon bir de anlayış. Davul-zurna bir gece olabilir ama anlayış hiç olmaz. Çünkü yeni geldikleri, mahalleyi ve sakinleri tanımadan yıllardır burada oturuyormuş gibi acemilik çekmemeleri nasıl bir kafaya sahip olduklarını gösteriyor. Edep ve görgünün maalesef mektebi olmuyor. Okuyunca da adam olunmuyor. Çünkü okullarda adamlık da öğretilmiyor. 

İmkan ve şöhret şımartmış bunları. Görünüşlerine göre "Allah'tan korkmuyorsan, bari kuldan utan" dedikleri tam bunları anlatıyor. Çünkü utanma duyguları da yok. Herhalde ar damarları çatlamış olmalı. Çünkü sürdükleri safa, sakinlere cefa veriyor. Bahçede gece sefası yapanların en anlayışlı olanı sanırım köpek. Çünkü sesi çıkmıyor, mışıl mışıl uyuyor. Keşke dört ayaklı köpekteki anlayış biraz da iki ayaklı zavallılarda olsaydı. Keşke köpek iki, bu iki ayaklılar dört ayaklı olsaydı.

Saatim 2.49'u gösteriyor. Ben yazıyı bitirdim, onların sesleri bitmedi. Sanırım sabah namazını bekleyecekler...18.08.2018