2 Ağustos 2018 Perşembe

Ekonomide Gidişat Hayra Alamet Değil *


Faiz, döviz ve borsa üçgenine veya kıskacına bağlı 'üçkâğıt' ekonomisi piyasayı istediği şekilde dizayn ediyor. Yani bozuyor. Kimini batırıp kimini çıkarırken bu üçkâğıt ekonomisini elinde bulunduran güç, paraya para demeden kazanmaya devam ediyor. Nedense hep kendi kazanıyor. Olan da alın teriyle evine ekmek götürmeye çalışan orta ve dar gelirli insana oluyor.

Dolar, borsa ve faiz piyasaya göre şekilleneceği yerde piyasayı bu üçkâğıt belirliyor. Daha doğrusu yıkıp geçiyor.  Dolardaki kritik eşik aşıldı diyor görsel medya. Kaç kritik eşik aşıldı bugüne kadar.

Bir yerde dursun artık diyoruz. Fakat o, almış başını gidiyor. Kronometre çalışır gibi yukarı doğru bir trend izliyor durmadan. 

Zam görmeyen ürün kalmadı, hem de kaç defa. Zaten döviz oynamayı görsün, zam kapıda demektir. Çünkü yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, bindiğimiz, kullandığımız her şey dövize endeksli. Kara kara düşünüyoruz şimdi. Çünkü elimizi, ayağımızı her şeyimizi bağlıyor. 8-10 senedir fiyatların artmadığı, hatta düştüğü tek haneli enflasyon döneminden sonra yeniden çift haneli enflasyonlu hayatı yeniden yaşamaya başladık. Bu demektir ki cebimiz daha fazla yanacak. Merkez Bankası yüzde 8 olan enflasyon tahminini 5 puan birden artırarak yüzde 13,4'e çıkardı. Ardı arkasına gelen zamların etkisi açıklanan tahminin çok üstünde.

Dövizin yükselmesiyle birlikte akaryakıta arka arkaya gelen zamlar dolayısıyla hükümet, vatandaş etkilenmesin diye akaryakıt zammını yansıtmadı. Çözümü de akaryakıttan dolayı devlete ödenmesi gereken vergiden kesintiye giderek buldu. Bu da bütçenin daha fazla açık vermesi anlamına geliyor. Zamlardan 1 Ağustos'tan itibaren elektrik ve doğalgaz da nasibini aldı.

Son yılların en kırılgan ekonomi hayatını yaşıyoruz. ABD'nin olur olmaz yaptırımlar alması ve arkasının gelecek olması dövizi fırlatıyor. Dış güçlerin özellikle ABD'nin burnumuzu sürtmek için elindeki para kozunu oynuyor. Derdi ekonomimiz sürdürülemez olsun, batsın ki Türkiye'nin burnu sürtülsün. Çıkar yol bulunmaz tedbir alınmaz, piyasalara güven verilmez, sıcak para bulunmaz ise bizi ekonomiyle vurmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüş olacağız.

Olağanüstü bir durum var şu an karşımızda. Milletçe ne bedel ödenecekse kararı alınsın, yeter ki dövizin ateşi söndürülsün. Umarım ekonomideki bu çalkantı durulur/durdurulur, iflaslar görmeyiz, paramız iyice pul olmaz, likidite sıkıntısı yaşanmaz, cari açık iyice açılıp bizi zora sokmaz. Dış borçların ödenmesi, piyasaların rahatlaması/rahatlatılması veya dışarıdan yeni borç alınmaması için Malezya'da olduğu gibi devlet vatandaştan bağış alma yoluna gidebilir.

* 08/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Pazarcı Esnafı ve Maarif Sistemimiz

Son yıllarda uygulanmakta olan eğitim ve öğretim sistemimizin durumunu semt pazarlarında esnaflık yapan pazarcı esnafının durumuna benzetirim. İçinizden ne alaka diyebilirsiniz. Görüntüsü ve iş alanları itibariyle bir bağlantı göremeyebiliriz. Her ikisinin de sattığı/ortaya çıkardığı ürün dolayısıyla aradaki bağlantıyı anlatmaya çalışayım efendim! Önce pazarcı esnafı kimdir, özelliği nedir sorusuna cevap arayalım. Bilenler için tekrar olsun. Hemen hemen her ilimizde semt pazarları kurulur. Ben burada Konya semt pazar esnafından bahsetmeye çalışacağım. Baştan söyleyeyim anlatacağım pazarcı esnafının istisnaları var. Kastım hepsi değil. Ama bir algıyı ortaya koymaya çalışacağım.

Pazarcı esnafı her gün satacağı meyve veya sebzeyi pazarın kurulacağı semte taşır. Sabahın erken vaktinde tezgahını açar, görenleri hayran bırakacak şekilde tezgahını bir güzel istifler. En öne ürünün en iyisini koyar. Satış yapmaya başlar. Müşteri öndeki ürüne bakar, malı beğenir, pazarcı tezgahın arkasından verir. Çünkü seçmece yoktur. Müşteri ön taraftan istese de pazarcıya göre önü de aynı, arkası da aynı malın.

Pazarcı, müşterinin istediği kiloyu vermek için poşete malı koyar, arka taraftaki terazi ile tartar ve poşetin ağzını -onca işinin arasında- bir güzel bağlayarak sana teslim eder. Beğendiğin ürünü en uygun fiyata alarak -üstelik- senin doldurmana imkan vermeden kendi doldurup bir de poşetin ağzını kapatması seni memnun eder. İyi alışveriş yaptım diye evinin yolunu tutar, mutfağa koyarsın. Yorgunluğu atmak için hafifçe uzanırsın. Az sonra eşinin çığlığını duyarsın. Hanım, ne oldu demeye kalmadan. Poşetten çıkan ürünleri gösterir: “Şuna bak! Ne kadar çürük çarık varsa doldurmuş içine, görmedin mi alırken…” der eşin. Görmek ne mümkün efendim! El çabukluğuyla tezgahın ardından öyle itina ile poşete koyar ki sen birinci sınıf malı aldım sanırsın. Üstelik pazarcı yalan söyleyecek değil ya. Ona göre hepsi aynı.

Anlatmak istediğim; pazarcı, halden aldığı sebze ve meyvenin ezik ve çürük çarığını, irili ve ufaklı olduğunu ayırmadan akşama kadar müşteriye satar. Elindeki malı tüketerek kalan çöpü -nasılsa belediye temizliyor diyerek- olduğu yere boşaltır ve evinin yolunu tutar. Farkındaysanız pazarcı; malın eziği çürüğü diğer sağlamları çürütür, bozar demeden hepsini satar. (Hakkını yemeyelim, üç-beş ezik ve çürüğün yanında birkaç tane de sağlam koyuyor. Milli servet atılır mı? Ya da daha düşük fiyata verilir mi?)

Sadede gelelim…pazarcı esnafının satışının maarifimizle alakasına. Türk Milli Eğitim sistemine okumak için giren her bir öğrenci; ana sınıfından liseyi bitirinceye kadar hedefi olsun veya olmasın, notu yüksek olsun veya olmasın, dersi zayıf olsun veya olmasın, sorumlu olsun veya olmasın, okulun beyefendisi/hanımefendisi olsun, okulun altını üstüne getirsin… aynı sınıf ortamında fire vermeden hepsi mezun olur. Yani bizim eğitim sistemimiz çürüğü çarığı, eziği, sorumlulara zarar vereni, ders yaptırmayanı da mezun eder. Herkese diploma verir ve üniversite kapısına yığar. Hoş üniversiteye girenler de kolay kolay sınıfta kalmaz. Sonra hepsi birden şu okuldan diplomam var deyip toplum içerisine çıkar.

Sanırım derdimi anlatabildim. Pazarcı da tüm ürününü satar, cebini ve mutfağını yakar. Okullar da önüne gelen herkesi kapasite ve yeteneğine bakmadan, bilgisini doğru dürüst ölçmeden piyasaya sürer. Piyasa ehil veya değil, işe yarar veya yaramaz diplomalı insanla dolu. Pazardan aldığın üründen kolay kolay yemek olmaz. Okullarımızdan mezun olanlara da kolay kolay iş veremezsin. Öyle zannediyorum toplum hem pazardan aldığı üründen, hem de herkesi diplomalı yapan insan kaynağından şikayetçi. Ne zaman farkına varacağız pazardan alınan malın içindeki çürüklerin sağlam ürünlere zarar verdiğini…Ne zaman kafamıza dank edecek okullarda okumam/okumayacağım diye direnenlerin, sorumluluğunu bilen öğrencilere zarar verdiğini…   

Semt pazarlarını ve esnafını beğenmesek de pazarlara alışverişe gitmeye devam ediyoruz. Maarifimizin içinde bulunduğu durumu, okullarını ve mezun ettiği öğrencileri beğenmesek de okullara çocuklarımızı göndermeye devam ediyoruz. Büyük çoğunluğumuz bu durumdayız. Çok azımız pazar yerine manav ve marketlerden alışveriş yapar, çünkü imkanı yerindedir. Yine çok azımız çocuğunu alıp özel okulda okutuyor. 

İşte ben pazarcı esnafıyla maarif sistemimiz arasında böyle bir bağlantı kurabildim. Çok mu zorlama oldu yoksa?

1 Ağustos 2018 Çarşamba

Niçin Hep PKK'ya Kızıyoruz?

Hakkari'de görev yapan bir astsubayımız terör örgütünün yola tuzakladıkları  bombayı patlatmaları sonucu eşini ve on bir aylık çocuğunu teröre kurban verdi. Aynı anda iki canını kaybeden astsubayımızın başı sağ olsun. "Vatan sağ olsun" diyerek metanetini koruyan astsubayımızı tebrik ediyorum. Allah kendisine yeni hayırlı bir eş ve çocuklar versin. İnşallah bu menfur olayın benzeriyle Rabbim insanımızı  bir daha karşı karşıya getirmez.

Terör genelde asker ve polisimizi hedef alır. Sıkıştı mı çoluk çocuk demeden pusu kurar. İşte bu defa da elinde silahı olmayan bir kadını ve on bir aylık yavrusunu hedef aldı. Gözü dönmüş, kalleş ve kahpe bir örgütten de başkası beklenmez zaten. Mert değildir bir defa. Görünür değildir. Ne zaman, nerede, kimi vuracağı belli olmaz. 

Bu menfur olay olduğu zaman da tıpkı diğerleri gibi milletçe kenetlendik, teröre lanet ettik. Başka da elimizden bir şey gelmiyor.  Kızdık, kızmaya devam ediyoruz. "Ne isterler kadından ve on bir aylık çocuğundan" diyoruz. Kime kızıyoruz? Başkasının maşası taşeron bir örgüte kızıyoruz. Bence bu örgüte kızmaktan ziyade bu örgütü besleyen, üzerimize salan arkasındaki güce kızmamız lazım. Çünkü hiçbir terör örgütü arkasında bir devlet olmadan operasyon yapamaz ve yaşayamaz. 

Polisimiz ve askerimiz bizim huzurumuz için bu alçak ve hain sürüsüyle uğraşırken devlet aklı, bu örgütü üzerimize salan gücü tespit ederek işi masada halletmesi lazım. PKK'nın bu alçaklığı ne ilk ne de son olacağa benziyor. Her olaydan sonra "Kanı yerde kalmayacak, bu terör örgütü bunun bedelini ödeyecek" demek ve operasyon üzerine operasyon yapmak çözüm değildir. 

Askeriye ve polisiye tedbirlerle devlet terörün rahat operasyon yapmasının önünü kesti. Bitirebilir mi? Bitmez. PKK, pes der mi? Demez. Çünkü PKK'nın elinde bir irade yoktur. Ne zamanki nefretimiz ve oklar PKK'ya değil de arkasındaki güce yönelirse bir mesafe kat ederiz. Yoksa her olaydan sonra şimdi olduğu gibi bir maşaya kızar dururuz. Bu da bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisineklerle uğraşmaya benzer.

Allah bu milleti terör belasından kurtarsın. Bu ülkeye karşı kötü emelleri olanların tuzaklarını kursaklarında bıraksın, birlik ve beraberliğimizi bozmasın. Terör en kısa zamanda köpeklerini üzerimize salanların boynuna dolansın, tıpkı bumerang gibi. Allah bu milletin yardımcısı olsun.