18 Nisan 2018 Çarşamba

Erkenin Erkeni Bir Seçim *

İşaret fişeğini salı günü bir siyasi vermiş: “26 Ağustos’ta erken bir seçim yapılabilir” demişti. İki siyasi lider ertesi günkü görüşmelerinde erken seçime karar vererek seçimin 24 Haziran 2018 tarihinde yapılmasında mutabık kaldı. Açıklanan bu tarih erkenden de öte erkenin erkeni bir seçim. Dört yılda bir seçim süresini kısa bulmuş ve geçen yıl yapılan Anayasa referandumuyla seçimlerin beş yılda bir yapılmasını kabul etmiştik. Daha seçimlere 1,5 yıl kala iki ay içerisinde erken bir seçime kalkışmayı nasıl izah etmek lazım. Ülkede tek başına bir iktidar var, kabine kendi arasında uyumlu. Orta yerde bir hükümet krizi ve çoğunluğunu kaybetme durumu yok. Daha önlerinde 1,5 yıl var iken bir hükümet niçin seçime gider?

Baştan söyleyeyim seçimlerin bu kadar öne alınmasını anlamış değilim. Erken seçime gitme gerekçesi için sayılanların dışında başka sebepler mi var? Benim aklıma ekonomi geliyor hemen. Çünkü son günlerde döviz fırlamış, yapılan müdahalelere rağmen ateşi bir türlü söndürülememişti. Son bir haftadır tutunduğu zirvede yatay bir seyir izleyen döviz, tekrar yukarı doğru bir seyir mi izleyecek? Eğer öyleyse bu, büyük bir ekonomik kriz demektir. Şayet ekonomik bir kriz kapıdaysa kriz sonrası seçime giden hiçbir hükümet sandıktan kolay çıkamaz.

Erken seçime gitmenin nedeni ekonomi değilse şayet, cumhur ittifakı karşısında daha kendi aralarında bir ittifak oluşturamamış karşı bloğu erken bir seçimle sandıkta alt etme düşüncesi yatabilir.  Halkın Zeytin Dalı Harekâtına verdiği büyük desteği, sıcağı sıcağına oya tahvil etme yatabilir. Çünkü bildiğim kadarıyla başta iktidar olmak üzere siyasi partiler belirli aralıklarla kamuoyu araştırması yaptırmaktadır.  Anketlerde cumhur ittifakının yüzde elliyi geçtiği verileri olabilir. Daha yakın zamanda kurulmuş, belki doğru dürüst teşkilatlanamamış yeni partinin seçimlere katılmasının önüne geçme, katılabilecekse iyi bir hazırlık süreci geçirmeden seçime girmesi istenmiş olabilir.   Benim aklıma başka haklı bir gerekçe gelmiyor.

Eskiden hükümet krizleri olur, süresi tamamlanmadan erken seçim yapardı bu ülke. Hükümet istikrarıyla beraber nice seçimleri zamanında yapmaya alışmıştık. Seçimler zamanında yapılıyordu yapılmaya, ama ortalama yılda bir seçim yapar olduk. Çünkü son yıllarda referandum da bizimle beraber yaşamaya başladı.   Bu durum millet olarak tam bizim istediğimiz bir şey. Çünkü biz seçimsiz yapamayız. Dört yıl-beş yıl bekleyemeyiz. Kısa zamanda önümüzde bir sandık olmalı ki tartışmalar gırla gitsin, ortam kutuplaşsın. Bizde Demirel’in deyimiyle “Siyasette 24 saat bile uzun kabul edilir.”

Erken bir seçime gitmenin sebep ve gerekçeleri ne olursa olsun; adına ister erken, ister baskın seçim densin seçim hemen yapılmalıdır. Çünkü daha seçimlere bir yıldan daha fazla bir zaman varken milletçe seçimle yatıp seçimle kalkmaya başlamıştık. Bir an evvel yapılsın da herkes önünü görsün, işine-gücüne baksın. Gerçi her seçim ülkenin ekonomisine ek bir maliyettir. Ama yapabilecek bir şey yok. Gülü seven dikenine katlanır.

Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, kazanan kim olursa olsun sonuçta kazananın ülkemiz olmasını, seçimlerin ülkemiz toplumsal barışına, birlik ve beraberliğine katkı sağlamasını diliyor ve hayırlı olsun diyorum.



* 21/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



17 Nisan 2018 Salı

"Boş Ver, Takma Kafana!"

Uzun süredir görüşmediğim bir tanıdık ve akrabamla karşılaştım geçen gün bir program vesileyle. "Çocukları evlendirmişsin, niye haberim yok? Bunu da ilk defa birine söylüyorum" dedi hal-hatır faslının ardından. Sessiz kalma hakkımı kullandım. Programın bitiminde "Ağabey, kusura bakma" dedim gönlünü almak için. "Boş veeer, takma kafana!" dedi, vedalaşıp ayrıldık. Onun boş ver demesine yine sessiz kaldım, mizacım olmamasına rağmen. Söyleyeceklerim dilimin ucuna geldi. Ortam müsait olmayınca onun metodunu kullandım ve "Boş ver, Ramazan" dedim kendi kendime. O, bastıran olmuştu, ben ise suçlu.

Programın bitiminde evimin yolunu tutarken akrabamın bastırmasına, dilimin ucuna gelip de söyleyemediklerim zihnimde bir bir belirdi. Cevap vermedim ama içimi dökmeliydim. İyi ki bu blog var, beni en iyi o anlar dedim.

Düğün yapıyorsun, hem de kırk gün arayla iki düğün birden. Düğün dediğin eşle, dostla olur. Akrabayı da  çağırmayacaksın da kimi çağıracaksın. Üstelik makam sahibi, itibarı olan okumuş biri. Böyle demekte haklısınız. Umarım, savunmaya da söz hakkı verirsiniz.

Akrabam olan kişiyi sever sayarım. Çok sık bir araya gelmesek de karşılaştığım zaman hal-hatır sormada ve saygıda kusur etmem. Yakın arayla yaptığım iki düğüne de çağırmadım. Unutmuş falan değilim, özellikle çağırmadım. Niye mi? Prensip gereği. Davet etmenin prensibi olur mu diye düşünebilirsiniz. Bu akrabamı üç yıl önce yaptığım en büyük çocuğumun düğünüme davet ettim. Hatta kendisine kardeşinin davetiyesini de verdim, beklerim dedim. İnşallah diyen akrabam ne düğünüme geldi, ne gelemedim; "Hayırlı olsun" diye aradı, ne mesaj gönderdi, ne de karşılaştığım zaman "gelemedim" dedi. İlk düğünüme gelmediği, gelemeyeceğini beyan etmediği için ikinci ve üçüncü düğünlerime çağırmadım. Belki çok ince düşündüğümü, gelmese de davet etmem gerektiğini söyleyebilirsiniz. Katılır veya katılmazsınız, benim prensibim bu.

Düğün ve cenaze işleri eş-dost ve akraba ile olur. Gelenlerle düğün yapılır. Gelen de sağ olsun, gelmeyen de. İnsanoğlu mutlu gününde davet ettiklerini bekler. İcabet edenden memnun kalır, gelmeyene ise üzülür. Mazereti çıkıp gelemeyene, gelemeyip hayırlı olsun diyene sözüm olmaz. Ama gelmediği gibi hiç tınmayana gönül koyarım. Düğününe iştirak etmeyenler çeşit çeşit olsa da bu tiplerin ortak özelliği, davet ettiğin zaman düğününe iştirak etmez; nasılsa gelmiyor, o halde çağırmama gerek yok diye kart düzenleyip vermezsin, karşılaşınca "Düğün yapmışsın, niye haberimiz yok" diyerek suç bastırması

Anlamak zor böylelerini. Adamlar hem suçlu, hem de güçlü. Hele bir de "Boş ver, takma kafana" demesi yok mu? Sağ olsun, kendisi takmadığı gibi "takma" diyerek bana yol gösterdi. Halbuki ben takmamıştım aslında. Son yaptığım düğünden bu yana dört ayı geçmiş, çağırmadığımı dert edinmiş olmalı ki karşılaştığımızda dile getirdi. Yani suç bastırdı. 

16 Nisan 2018 Pazartesi

Öğretmen Kadar Başınıza Taş Düşsün!

Gün geçmiyor ki yurdun herhangi bir okulunda öğretmenle ilgili bir haber çıkmasın. Önceleri öğrencisini döven öğretmen işlenir, dönüp dönüp tekrar gösterilirdi ekranlarda. Şimdilerde öğretmene atılan dayak, yaralama ve öldürme revaçta. Ekranlarda fazla yer kaplamıyor ve çok tepki de çekmiyor. Haberlerin arasına sıkıştırılıp geçiştiriliyor. "Belki de iyi oldu, bu öğretmenlere haddinin bildirmek gerekiyor" deniyor geri planda. Çünkü çoğumuzun bilinçaltında suçlu öğretmen psikolojisi yatıyor.

Son vukuat Bursa'da bir ilköğretim okulunda polis olan bir veli tarafından okulun müdiresi ve yardımcısı kurşunlara hedef oluyor. Hem de okulda öğrenci varken, koridorda öğrencilerin gözü önünde yapıyor rezilliğini, güya bizi korumakla mükellef bir polis. Emniyet teşkilatının yüz karası dense yeridir. Polislerin genelini tenzih ederim.

Okullar artık herkesin uğrak yeri oldu. Canı sıkılan okula uğrayıp hıncını idareci ve öğretmenden alıyor. En hafifi şiddete maruz kalmak şeklinde cereyan ediyor. Öğretmenler "Şiddete hayır" deseler de, yetkililer tedbir alsın diye serzenişte bulunsalar da eğitimciye yönelik şiddet hız kesmeden devam edeceğe benziyor. Bugün öğretmenler her kesimden şu hikayede geçen tavşanın gördüğü muameleyi görüyor: “Ormanın kralı aslan, günlük içtima yaparmış. İçtima için gelen tavşanı her gün dövermiş; nerede senin kravatın diye. Bu dayak atma  her gün devam edermiş. Aslanın yardımcıları ‘Efendim, hep aynı gerekçe ile dövüyorsunuz. Dövmek için başka bir gerekçe bulsanız artık’ demişler. Aslan, ‘Yarın gelince sigara almaya gönderelim” demiş. ‘Efendim! İyi de sigara yüzünden nasıl döveceksiniz’ dediklerinde aslan, ‘Parayı veririz, sigara al gel diye. Filtreli alırsa niçin filtresiz almadın, der döveriz; filtresiz alır gelirse niçin filtreli almadın der, yine döveriz’ demiş.  Ertesi gün tavşan gelince, ‘Gel buraya! Al şu parayı! Git bir paket sigara al gel bana!’ demiş. Tavşan parayı alıp giderken geriye dönüp ‘Efendim, sigaranız filtreli mi olacak, yoksa filtresiz mi’ deyince aslan yanına çağırmış. ‘Gel lan buraya! Nerede senin kravatın’ diyerek tavşanı yine pat-çat dövmeye başlamış.” (Anadolu’da Bugün gazetesi)

Bugün öğretmenlere uygulanan muamele, dayak ve şiddeti de geçti. Artık ya silahla yaralanıyor veya öldürülüyor. Yaralama ve öldürmeler artarsa bu mesleği icra edenler, “Şiddet yine en iyisiymiş, en azından yaşamaya devam ediyorsun, bari öldürmeyin de  şiddet uygulayın” diyecek. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir şey bu! Veli şiddet uyguluyor, vuruyor, kırıyor, öldürüyor da öğretmeni korumak ve onu güdülemek görevini yerine getirmesi gerekenler ne yapıyor? Bırakın koruyup güdülemeyi. Onların psikolojisinde de suçlu, öğretmendir. Biz toplumun her kesiminde suçlu olarak kabul ettiğimiz öğretmenden sonra verim bekleyelim. Mümkün mü bu? Asla. İtibarı yerlerde sürünen, toplumun her kesiminde ve devletin en tepesine varıncaya kadar vebalı görülen bir kesimin zaten başarılı olması mümkün değildir. Bunun tek faydası oluyor. Öğretmen günah keçisi ilan edilince diğer sorumlular yine kefeni yırttık diyor.

Öğrenciliğimde sınıfı susturmakta zorlanan bazı öğretmenler, “İnşallah! Öğretmen olursunuz” derdi. Sanırım öğretmen olanlar, hocalarının beddualarını almış olmalılar ki bugün kendini ve dertlerini kimseye anlatamadan yaşam mücadelesi veriyorlar. Ne diyelim, öğrencinin yetişmemesinden, toplumda işlenen her suçta boş plak gibi her defasında öğretmeni suçlu görenlere bir bedduada bizden olsun: Öğretmen kadar başınıza taş düşsün.