Ana içeriğe atla

"Boş Ver, Takma Kafana!"

Uzun süredir görüşmediğim bir tanıdık ve akrabamla karşılaştım geçen gün bir program vesileyle. "Çocukları evlendirmişsin, niye haberim yok? Bunu da ilk defa birine söylüyorum" dedi hal-hatır faslının ardından. Sessiz kalma hakkımı kullandım. Programın bitiminde "Ağabey, kusura bakma" dedim gönlünü almak için. "Boş veeer, takma kafana!" dedi, vedalaşıp ayrıldık. Onun boş ver demesine yine sessiz kaldım, mizacım olmamasına rağmen. Söyleyeceklerim dilimin ucuna geldi. Ortam müsait olmayınca onun metodunu kullandım ve "Boş ver, Ramazan" dedim kendi kendime. O, bastıran olmuştu, ben ise suçlu.

Programın bitiminde evimin yolunu tutarken akrabamın bastırmasına, dilimin ucuna gelip de söyleyemediklerim zihnimde bir bir belirdi. Cevap vermedim ama içimi dökmeliydim. İyi ki bu blog var, beni en iyi o anlar dedim.

Düğün yapıyorsun, hem de kırk gün arayla iki düğün birden. Düğün dediğin eşle, dostla olur. Akrabayı da  çağırmayacaksın da kimi çağıracaksın. Üstelik makam sahibi, itibarı olan okumuş biri. Böyle demekte haklısınız. Umarım, savunmaya da söz hakkı verirsiniz.

Akrabam olan kişiyi sever sayarım. Çok sık bir araya gelmesek de karşılaştığım zaman hal-hatır sormada ve saygıda kusur etmem. Yakın arayla yaptığım iki düğüne de çağırmadım. Unutmuş falan değilim, özellikle çağırmadım. Niye mi? Prensip gereği. Davet etmenin prensibi olur mu diye düşünebilirsiniz. Bu akrabamı üç yıl önce yaptığım en büyük çocuğumun düğünüme davet ettim. Hatta kendisine kardeşinin davetiyesini de verdim, beklerim dedim. İnşallah diyen akrabam ne düğünüme geldi, ne gelemedim; "Hayırlı olsun" diye aradı, ne mesaj gönderdi, ne de karşılaştığım zaman "gelemedim" dedi. İlk düğünüme gelmediği, gelemeyeceğini beyan etmediği için ikinci ve üçüncü düğünlerime çağırmadım. Belki çok ince düşündüğümü, gelmese de davet etmem gerektiğini söyleyebilirsiniz. Katılır veya katılmazsınız, benim prensibim bu.

Düğün ve cenaze işleri eş-dost ve akraba ile olur. Gelenlerle düğün yapılır. Gelen de sağ olsun, gelmeyen de. İnsanoğlu mutlu gününde davet ettiklerini bekler. İcabet edenden memnun kalır, gelmeyene ise üzülür. Mazereti çıkıp gelemeyene, gelemeyip hayırlı olsun diyene sözüm olmaz. Ama gelmediği gibi hiç tınmayana gönül koyarım. Düğününe iştirak etmeyenler çeşit çeşit olsa da bu tiplerin ortak özelliği, davet ettiğin zaman düğününe iştirak etmez; nasılsa gelmiyor, o halde çağırmama gerek yok diye kart düzenleyip vermezsin, karşılaşınca "Düğün yapmışsın, niye haberimiz yok" diyerek suç bastırması

Anlamak zor böylelerini. Adamlar hem suçlu, hem de güçlü. Hele bir de "Boş ver, takma kafana" demesi yok mu? Sağ olsun, kendisi takmadığı gibi "takma" diyerek bana yol gösterdi. Halbuki ben takmamıştım aslında. Son yaptığım düğünden bu yana dört ayı geçmiş, çağırmadığımı dert edinmiş olmalı ki karşılaştığımızda dile getirdi. Yani suç bastırdı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde