16 Nisan 2018 Pazartesi

Geçmişten Günümüze Güneysınır ve İkindi Sohbetleri


Geçen gün bir arkadaşımdan "Yaşayan Konya Hafızası, İkindi Sohbetleri" başlıklı bir mesaj aldım. Panelin yapılacağı gün ve saatte Koyunoğlu Müzesine gittim. İlk defa gittiğim Müzenin salonu 80-100 kadar kapasitesi olan bir yer idi. Güzelce dizayn edilmiş salonda boş yer yoktu.



Samimi bir hava içerisinde "Geçmişten Günümüze Güneysınır" anlatıldı. Bildiğimi sandığım, doğup büyüdüğüm yeri, işin uzmanlarından dinleyince küçük ilçemi yeterince tanımadığımı anladım. Güneysınır'ın Yalıhüyük'ten sonra Konya'nın en küçük ilçesi olduğunu; dağların başladığı, ovanın sona erdiği veya dağların bitip ovanın başladığı ve Konya'nın ilk ürününü hasat eden ilçe olduğunu Aziz Bey'in sunumundan öğrendim. Ahmet ÇELİK, küçüklüğünde ayrıldığı ilçesinin yaşayan hafızası olduğunu bir kez daha gösterdi. Bülent ÇEVİK ise, ilçenin folklorik yapısından kısaca bahsetti. İki saat süren program, gelenler tarafından ilgiyle karşılandı, çoğu notlar aldı. Konuşmacılarda konularına hakimiyet, dinleyicilerde de bir heyecan vardı. Geçmişten günümüze Güneysınır ile ilgili saha ve arşiv çalışması yaparak bizlere faydalı bir iki saat geçirmemizi sağlayan Dr Aziz AYVA'ya, Ahmet ÇELİK'e ve Bülent ÇEVİK beylere, gelen misafirlere gösterdiği ilgi-alaka ve tevazuu sahibi görüntüsüyle ortamı bize sağlayan ve orada tanıştığım Müze Müdürü Hasan YAŞAR Bey'e ve toplantının başında yaptığı açılış konuşmasıyla ilçeyle ilgili bilgilendirme yapan Başkan İsmail ÖZCAN Bey'e ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. Daha büyük tanıtımlı bir toplantının ilçe merkezinde yakın zaman içerisinde yapılacağını yine Belediye Başkanından işitmiş olduk. Emek sarf edilerek yapılan panelin ilçenin tanıtımına katkıda bulunacağına yürekten inanıyorum.

Benim için ilçem olan Güneysınır ile ilgili olması bakımından bu panel önemliydi. Bu programa gitmeme de zaten bu, sebep oldu. Daha önemli olanı ise adını "İkindi Sohbetleri" koydukları bu etkinliğin birkaç yıldır devam ettiği, her hafta cumartesi günleri saat 16.00'da Konya'nın yaşayan hafızası olmak için değişik tanıtımlar yaptıklarını Müze Müdürünün konuşmasından öğrendim. Güzel bir hizmet gerçekten. Konya Büyükşehir Belediyesini böyle bir etkinliğinden dolayı tebrik ediyorum.

Hafta sonlarını gezip-tozma, alışveriş yapma, kahvehane ve çay ocaklarında muhabbet etmek suretiyle geçiren şehrimizin insanını, işini hallettikten sonra sohbetlerine kaldıkları yerden devam etmeleri için cumartesi günleri Koyunoğlu Müzesine gitmesini hararetle tavsiye ediyorum.

14 Nisan 2018 Cumartesi

Böyle Cezaya Can Kurban! *

Kamuoyunda "28 Şubat Davası" olarak bilinen post modern darbede dahli olanlara yönelik yargılama, beş yıllık bir yargılamadan sonra nihayet sona erdi. Tutuklu sanığın olmadığı yargılamada sanıklara ceza -pardon- bereket yağdı. 21 tanesi müebbet mahkûmiyeti aldı. Hepsi dışarıda olan suçluların tutuklanmasına gerek duymadı adalet mekanizmamız. Yurtdışı yasağı konan bu kişiler, adli kontrol şartıyla müebbet hapis cezası almalarına rağmen elini-kolunu sallayarak aramızda gezmeye devam edecekler. Onlardan istenen tek şey, vereceğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz anlamına gelen, haftada bir en yakın karakola giderek "Ben buradayım" imzası vermek. Gerekçe yaşlı olmaları, kaçma tehlikelerinin bulunmaması. 28 Şubat sürecinde Zatı âlilerinin içeriye attırıp gün yüzü göstermedikleri mazlumlar, hapishanede cezalarını çeke dursun; kendilerine ev hapsi bile yok. Kararın alınmasında sanıkların mahkemedeki iyi halleri de göz önünde bulundurulmuş. 

Mahkemenin millet adına verdiği, müeyyidesi olmayan bu ceza davasının tüm hukuk tarihine hayırlı/ibret olmasını dilemekten başka ne diyebiliriz. Bu kararı gördükten sonra "Hukukun üstünlüğü Endeksi" sıralamasında 113 ülke arasında ülkemizin niye 101.sırada olduğunu daha iyi anladım. Bu son karardan sonra bir dahaki sıralamada ülkemin  113.sırada olmaması için hiçbir engel görünmüyor.

Dindar-mütedeyyin insanların mağdur edildiği, kılık-kıyafetinden dolayı okullarda okuyamadığı, çalışanların görevlerine son verildiği, vatandaşın fişlendiği, katsayı uygulamasından dolayı binlerce başarılı gencin hayallerinin yıkıldığı ve önlerinin kesildiği, ülkenin meşru hükümetinin yerin dibine geçirildiği…bir sürecin ardından dönemin aktörlerine verilen ceza, olsa olsa bu kadar olur. Bir defa gecikmiş adalet zaten adalet olmaz, kamu vicdanının beklentilerine cevap veremeyen bu karar asla adalet olmaz. Bir dava beş yıl sürer mi? Sonra 28 Şubat sürecini bu ülkeye yaşatanlar sadece 21 kişi mi? Nerede bunun siyasi ayağı, süreci finanse eden iş adamları, gazete ve televizyonlarda tetikçilik yapan gazeteciler, kendilerini STK olarak lanse eden darbe sever beşli çete? Darbe çığırtkanlığı yapan rektörler, Genel Kurmay'a brifing almaya giden ve askeri ayakta dakikalarca alkışlayan yargı mensupları bu davanın içinde niçin yoklar?

Mahkememiz sanıklara hazırladığı iddianameyi okusa ve hakkınızda iddia edilen cürümü işlediğiniz tespit edilmiş olup "Haydi kendi cezanızı kendiniz verin, vereceğiniz cezaya mahkememiz müdahale etmeyecek, kendi göbeğinizi kendiniz kesin" dese sanıklar, az veya çok kendileri için bir hapis cezası keserdi. Gerçi mahkemenin hakkını yemeyelim. Bu yargılamanın tek elle tutulur tarafı, "Bin yıl devam edecek" denen sürecin mahkûm edilmesidir. Anormal yanı ise, aktörlere ceza verilmemesidir. Eğer mahkemelerimiz bana da bir garanti verirlerse ben de suç işlemek isterim. İşlediğim suç hakkında on yıllar sonra dava açılsın, davamda tutuksuz yargılanayım, davam beş yıl sürsün, ihtiyarlayınca bana müebbet verilsin, ama yaş ve sağlık durumumdan ve mahkemedeki iyi halimden dolayı "Adli kontrol şartı" ile elimi-kolumu sallayarak çıkıp gitmek isterim.

Yapmayın, etmeyin. Ne olur tuzu kokutmayın. Bu ülkede yapanın yanına hiçbir şey kar kalmasın. Olayın müsebbiplerine ceza veremeyecekseniz bu işe hiç kalkışmayın, milleti "Adalet yerini bulacak" diye heveslendirmeyin. Bu ülkenin başbakanlık yapmış en beyefendi, en kibar insanına -hasta ve yaşına rağmen- o süreçte ev hapsi verilmiş ve cezasını evinde çekmişse siz bu sürecin mimarlarına ev hapsi de mi veremezdiniz? Lütfen böyle ucube karar verecekseniz bundan sonra "Yüce Türk milleti adına" ceza vermeyin. Kendi adınıza karar verin.

* 16/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Suçlusun Osmanlı!

Sen altı yüz sene üç kıtada at koştur, dünyaya hüküm sür, hiçbir ülkeyi sömürme, iç işlerinde serbest bırak, kendi dilini ve kültürünü dayatma; sonra kendini yenileyip geliştirme ve yenileme, ayakta tutunmak için Bizans oyunlarına başvurma. Ardından hakimiyetinin altındaki bütün topraklardan "Pardon, benden bu kadar" deyip çekil git.

İş mi senin yaptığın? Gittin de ne oldu? Metre ile ölçerek paylaştılar senin bıraktığın yerleri. Güdülecek ve sömürülecek küçük küçük devletler kurdular. Her sözde devletin başına da kuklaları birer vali koydular. Bugün gelinen nokta, çekip gittiğin hiçbir yerde ne huzur var, ne sükun, ne de devlet. Hepsi Batı'nın, ABD'nin ve Rusya'nın kuklası dense yanlış olmaz. Çünkü onları oraya getiren güç böyle istemişti. Kimi akılsızlığının, kimi ihanetinin, kimi iş bilmezliğinin, kimi iktidarda kalma hırsının bedelini halkına ödetiyor bugün. Bir gün "Ben sıkıldım, şımardım, kendimi geliştiremiyorum" diyecektin, hiç olmazsa çekip gitmeden/ayağın kaydırılmadan önce ora halkına devlet olmayı, sömürülere ve işgallere karşı kendi kendilerini korumayı öğretseydin... 

Dünyadan el-etek çektikten sonra boşalttığın yerleri dolduran işgalciler ne yaptı? Akbabalar gibi üşüştü İslam dünyasının başına. Önce kendi dil ve kültürlerini dikte ettiler. Bugün İngiliz'in, Fransız'ın, Alman'ın, ABD'nin Rus'un girdiği her yerde halk, çatır çatır kendilerini sömüren efendilerinin dilini konuşuyor. Dilini ve kültürünü kaybeden bir halk ardından yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürtür. Efendileri çekip gitse de ayakları üzerine duramaz. Varlık sebebi saydıkları efendisi için çalışır. Bugün de olan bu. Kendi benliğini kaybedenlerden de başkası beklenmez zaten. Keşke asırlarca yönettiğin ülkelerden çekip gitmeden önce onları kendi haline bırakmadan kendi dilini öğretseydin. Çünkü millet olma, devlet kurma ve yönetmeden aciz insanları kendi haline bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya kaçar misali akbabaların kucağına düşer. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Bugün de olan bu.

Madem gidecektin, mağdur milletlerin hamiliğini bırakacaktın hiç olmazsa güvenilir bir hamiye teslim etseydin. Maalesef bunu da yapmadın ve "Ne haliniz varsa çekin" deyip tarih sahnesinden çekilip gittin. Düşene tekne vurulmaz bizde. Ama suçlusun. Çünkü senin dün yapmadıklarının ceremesini bugün İslam dünyası hala çekiyor. Madem oyunu kuralına göre oynamayacaktın, kurtlar sofrasında tutunamayacaktın o halde niçin ilayı kelimetullah diye çıktın ortaya. Yazık değil mi kendi kendini güdemez insanları kendi haline bırakmak. Kendini yaktın, fethettiğin yerleri de. 

Bıraktığın yerlerin yüzü gülmedi hiç ne dün, ne de bugün. Yarın da güleceğe benzemiyor. Belki de dünyanın sonunu getirecek buralardaki paylaşım. Ne yaptın, giderken? "Siz benim kıymetimi bilemediniz, beni anlamadınız, dünya durdukça buralar huzur bulmasın" diye beddua mı ettin? Senin "hasta" haline bile dünya o kadar muhtaç ki! Çünkü denge unsuruydun. Sen hala olsaydın bu diyarlar bu derece peşkeş çekilmezdi. 

Hasılı suçlusun: Suçunu, emaneti hoyratça kullanan hanedanın çektiği gibi bugün biz, İslam dünyası ve herkes çekiyor. İyi yapmadın Osmanlı! Heyhat ki heyhat! Allah senin hayrını versin...14.04.2018