Ana içeriğe atla

Suçlusun Osmanlı!

Sen altı yüz sene üç kıtada at koştur, dünyaya hüküm sür, hiçbir ülkeyi sömürme, iç işlerinde serbest bırak, kendi dilini ve kültürünü dayatma; sonra kendini yenileyip geliştirme ve yenileme, ayakta tutunmak için Bizans oyunlarına başvurma. Ardından hakimiyetinin altındaki bütün topraklardan "Pardon, benden bu kadar" deyip çekil git.

İş mi senin yaptığın? Gittin de ne oldu? Metre ile ölçerek paylaştılar senin bıraktığın yerleri. Güdülecek ve sömürülecek küçük küçük devletler kurdular. Her sözde devletin başına da kuklaları birer vali koydular. Bugün gelinen nokta, çekip gittiğin hiçbir yerde ne huzur var, ne sükun, ne de devlet. Hepsi Batı'nın, ABD'nin ve Rusya'nın kuklası dense yanlış olmaz. Çünkü onları oraya getiren güç böyle istemişti. Kimi akılsızlığının, kimi ihanetinin, kimi iş bilmezliğinin, kimi iktidarda kalma hırsının bedelini halkına ödetiyor bugün. Bir gün "Ben sıkıldım, şımardım, kendimi geliştiremiyorum" diyecektin, hiç olmazsa çekip gitmeden/ayağın kaydırılmadan önce ora halkına devlet olmayı, sömürülere ve işgallere karşı kendi kendilerini korumayı öğretseydin... 

Dünyadan el-etek çektikten sonra boşalttığın yerleri dolduran işgalciler ne yaptı? Akbabalar gibi üşüştü İslam dünyasının başına. Önce kendi dil ve kültürlerini dikte ettiler. Bugün İngiliz'in, Fransız'ın, Alman'ın, ABD'nin Rus'un girdiği her yerde halk, çatır çatır kendilerini sömüren efendilerinin dilini konuşuyor. Dilini ve kültürünü kaybeden bir halk ardından yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürtür. Efendileri çekip gitse de ayakları üzerine duramaz. Varlık sebebi saydıkları efendisi için çalışır. Bugün de olan bu. Kendi benliğini kaybedenlerden de başkası beklenmez zaten. Keşke asırlarca yönettiğin ülkelerden çekip gitmeden önce onları kendi haline bırakmadan kendi dilini öğretseydin. Çünkü millet olma, devlet kurma ve yönetmeden aciz insanları kendi haline bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya kaçar misali akbabaların kucağına düşer. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Bugün de olan bu.

Madem gidecektin, mağdur milletlerin hamiliğini bırakacaktın hiç olmazsa güvenilir bir hamiye teslim etseydin. Maalesef bunu da yapmadın ve "Ne haliniz varsa çekin" deyip tarih sahnesinden çekilip gittin. Düşene tekne vurulmaz bizde. Ama suçlusun. Çünkü senin dün yapmadıklarının ceremesini bugün İslam dünyası hala çekiyor. Madem oyunu kuralına göre oynamayacaktın, kurtlar sofrasında tutunamayacaktın o halde niçin ilayı kelimetullah diye çıktın ortaya. Yazık değil mi kendi kendini güdemez insanları kendi haline bırakmak. Kendini yaktın, fethettiğin yerleri de. 

Bıraktığın yerlerin yüzü gülmedi hiç ne dün, ne de bugün. Yarın da güleceğe benzemiyor. Belki de dünyanın sonunu getirecek buralardaki paylaşım. Ne yaptın, giderken? "Siz benim kıymetimi bilemediniz, beni anlamadınız, dünya durdukça buralar huzur bulmasın" diye beddua mı ettin? Senin "hasta" haline bile dünya o kadar muhtaç ki! Çünkü denge unsuruydun. Sen hala olsaydın bu diyarlar bu derece peşkeş çekilmezdi. 

Hasılı suçlusun: Suçunu, emaneti hoyratça kullanan hanedanın çektiği gibi bugün biz, İslam dünyası ve herkes çekiyor. İyi yapmadın Osmanlı! Heyhat ki heyhat! Allah senin hayrını versin...14.04.2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde