12 Nisan 2018 Perşembe

Dünya Bir Deliye Emanet! ***

Dünya bir deliye kaldı. Ama deli olduğunu bilmiyor. Kimse de deli olduğunu söyleyemiyor. Çünkü dengesiz biri var karşılarında. Ne yapacağı belli değil. Bir dediği, diğerini tutmuyor. Bir devlet adamı ciddiyeti yok; çünkü serbest büyümüş, serbest çalışmış. Paraya para dememiş. “Para ve kaba kuvvet herkesi yola getirir, her kapıyı açar” diye düşünüyor.

Devlet adamı desem, değil; haddini bilen biri desem, değil; bir ülke yönetiyor desem, değil; bir insan evladı desem; değil. İnsan görünümlü bir azman sanki! İnsanlar mikrofon uzattıkça sevinçten dört köşe oluyor, yemi fazla gelen bir canlı misali sağa-sola saldırıyor/sataşıyor. Hep kazanmaya alışmış ülkesi kaybetmeye başlayınca çıldırıyor. Ülkesinin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmayacağını anlayınca dünyayı ateşe vermeye kalktı. Yarım saat öncesi konuştuğu diğerini tutmuyor. Önce savaş tamtamcılığı yapıyor, ardından geri adım atıyor. Ardından tehlike var diye BM’yi toplantıya çağırıyor. Dünyayı kutuplaştırıyor. Herkes bakalım ne yumurtlayacak diye nefesini tutmuş bekliyor.

İşin garibi ülkesi seçti bunu. Seçip başlarına getirdi. Şimdi, ne yapacağız bunu deyip düşünüyorlar. Daha çok düşünürler! Çünkü herkes layığını getirir başına ve layığıyla yönetilir.  Ülkesi, “Dünyayı şu ana kadar akıllı geçinenler yönetti, getirdikleri nokta belli. Bir de deli getirelim, o ne diyecek bakalım,” dedi sanırım. O da, “Siz misiniz beni seçen, görün o zaman gününüzü. Bu daha iyi günleriniz” dercesine kollarını sıvadı. Kendi şirketini yönettiği gibi dünyaya ayar vermeye başladı. Herkesin sinirine ve damarına basıyor.

Kiminle görüşse, nereye gitse; oturuşu, kalkışı, bakışı, tavrı, görüntüsü bir olaydır; her yönü haber oluyor. Haber oldukça galeyana gelip zevkten dört köşe oluyor: “Beni izlemeye devam edin, sakın ola ki görmezden gelmeyin. Yoksa neler yaparım neler! Aklıma bile getirmek istemiyorum,” diyor.

Dünya patolojik bir vaka ile karşı karşıya. Çünkü dünya bir deliye emanet! Ama kimse kendisine hasta olduğunu, tedavi olması gerektiğini söyleyemiyor. Astığı astık, kestiği kestik. Çünkü deli, ne yapsa yeridir. Geldiği andan itibaren yediği herze yetmediği gibi hala sağa-sola saldırıp duruyor. Aklı sıra dünyayı yola getirecek.

Dünya bilsin ki bu deli, bu dünyaya kan ve gözyaşından başka bir şey vermez. Hiçbir işe yaramayan, niçin varım diye kendini sorgulamayan BM, nafile toplantıları bir tarafa bıraksın. Eğer bir varlık ifade ediyorsa bu delinin başında olduğu ülkenin güdümünden kurtulsun, onun dümen suyuna girmesin ve bundan sonra yapacağı ilk toplantıda “Bu dünya, bir delinin eline bırakılmayacak kadar önemlidir ve içinde yaşayan insanlar da değerlidir” kararı alıp bu delinin ipini çekmelidir.

Bir deliyi başlarına getirerek dünyanın başına bela eden ülkesinin seçmenleri de “Bu deli, dünyayı yola getireceğim derken bizim de sonumuzu getirecek, çünkü dünya kanın içinde boğulurken bizim yaşamamız mümkün değil, olduğundan fazla rezil olduk. Hatamızı kendimiz telafi edelim” diye düşünmeli ve bu deliyi derdest edip kimsenin görmediği, kimsenin giremediği layık olduğu bir yere tıkıp geri kalan ömrünü orada tamamlamasını sağlamalı. Zaten başka da yapacakları bir şey görünmüyor. İşin garibi getirdiği adamlarının dediği de birbirini tutmuyor. Sanki eyalet yönetir gibi işgal ettikleri makamı yönetiyorlar. Hepsi birbirinden bağımsız ve özerk! Deli bir tane değil yani.

Tez elden Allah dünyayı bu deliden ve yandaşlarından kurtarsın. Eğer başta durursa dünyanın çekeceği var…Barbaros ULU

*** 17/04/2018 tarihinde Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Veli Değil, Zırdeli!

Bizim güvenliğimizden sorumlu bir polis, çocuğunun sınıf değişikliğinden dolayı okula gelerek okul koridorunda, küçücük çocukların gözü önünde idarecilere kurşun yağdırmış. Adam veli değil, zırdeli! 
*
Canı sıkılan hıncını okullardan alıyor. Kimi dayak atıyor, kimi yaralıyor, kimi de öldürüyor. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Vurup öldürdüğünüz geleceğimizdir. 
*
Boşuna demiyormuş rehber öğretmenlerimiz: " Problem çocuk yoktur, anne-baba vardır" diye.
*
Gördüğümüz bu menfur olay ne ilk, ne de son. Arkası gelecektir. Öğretmeni eğitimin önündeki en büyük problem görenlerin bir eseridir bu görüntü. Eserleriyle ne kadar gurur duysalar azdır.
*
Eğitimde yeni bir sisteme geçilse iyi olacak. Çocuğuna toz kondurmayan, burnundan kıl aldırmayan bu tipler, çocuklarını eğitim ve öğretimden anlamayan öğretmenlere verme yerine evlerinde tutup turşularını kursalar iyi olacak.

11 Nisan 2018 Çarşamba

Müsteşar mı Büyük yoksa Bakan mı?


Bir zamanlar bir okul müdürü kafasında çözemediği bir sorunu gündeme getirmişti: Okul müdürü mü büyük yoksa okul aile birliği başkanı mı diye. Cevap vermedim ama günün yorgunluğunun ardından stres atmama sebep oldu. Epey bir güldükten sonra eğitimin tüm sorunlarını çözdün de birlik başkanının statüsü mü kaldı dedim. Zaman zaman da sorunu çözdün mü, sen mi büyüksün yoksa birlik başkanın mı diye takıldım durdum. Ben güldükçe o da gevrek gevrek gülerdi.

Her zaman başkası soru soracak değil ya. Bir soru da ben sorayım size: Bakan mı büyük yoksa bakana yardımcı olarak görevlendirilen, yaptığı işlerden dolayı bakana karşı sorumlu olan bakanın emrindeki müsteşar mı? Hemen "Okumuşsun ama boşuna! Bu da sorulur mu? Elbette bakan daha büyük" diyeceksiniz. Normal de okul müdürü mü yoksa birliğin başkanı mı büyük diyen arkadaşa güldüğüm gibi bana da bakan-müsteşar statüsü sorulsa gülerdim. Ama benim penceremden bakarsanız sormakta haklı olduğumu göreceksiniz. 

Tanıdığım bir müsteşar var, eskittiği bakan sayısını unuttum. Gelen bakan her fani gibi gitti, o yerinde sanki bir demirbaş gibi kaldı. Hala da kalmaya devam ediyor. Tam hız çalışıyor, gidecek gibi durmuyor. Verdiği görüntü, siyasi iktidar gitse de ben buradayım der gibi. Tıpkı tanıdığım şef gibi. Kaç iktidar döneminde nice müdürle çalıştığını ancak kendisi bilir. Gelen, bayrağı sonrakine devretmiş, o hep yerini korumuştur. Saçı-başı ağarsa da hala çalışmaya devam ediyor. Müsteşarımızın bir kopyası sanki.

Nasıl biridir, donanımı nasıldır bilmem. Belki de işinin ehli, ahlakı düzgün biridir. Yakışıklı bir görüntüsü var. Pek güldüğüne rastlamadım. Müsteşarlığını yaptığı bakanlık toplum nezdinde her geçen gün geriye gitmesine rağmen o hep yerinde kaldığına göre sanırım başarısızlıkta kendisinin payı yok diye düşünülüyor. Hitap ettiği camiasına karşı acımasız kararlara imza atmasıyla ve bağlı olduğu bakanın Meclis’te yaptığı konuşmayı nakzeden açıklaması ile ünlüdür. Çünkü hep kendisinin dediği oldu, oluyor. Gelen bakanlar görüntüden ve protokol takılmaktan ibaret. Çalışanları tepki gösterse de o, doğru bildiği yoldan bir adım sapmıyor. Görüntü, çalışanlarının kendisini, kendisinin de çalışanlarını sevmediği yönünde. Kendisi iyi olabilir, hatta ülke kendisini anlamamış, kararları anlaşılamamış olabilir. Fakat yanlış anlamayı giderecek bir adımı da yok. Çıkıp kolay kolay konuşmuyor. Sanki eğer bir kişi beni anlarsa veya bir kişi beni severse kendimden şüphe ederim der gibi burnunun dikine gidiyor.

Seçime giden hiçbir iktidar çalışanları veya seçmenleri etkileyecek, onları mağdur edecek, yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek radikal kararlar almaz. Fakat müsteşarı olduğu yerde seçim öncesiymiş, tepki çeker, oy kaybına uğrarız diye bir derdi bugüne kadar hiç olmadı. Beni buraya getirdiniz, ben burada isteyerek durmuyorum, o zaman görürsünüz der gibi tepki çeken icraatlarına devam ediyor. Ya da başkasına hizmet ediyor veya danışmanları kendisini doğru yoldayız diye yanıltıyor.

Sebebini bilmediğimiz yönleri çok. Her ne yapıyorsa tepki çeken eylemlerine rağmen bulunduğu yerde yerini sağlamlaştırarak yoluna devam ediyor. Bu hareketler devam ettiği müddetçe çalıştığı camiasına olumlu katkı yapması mümkün değil. Şimdi tekrar soruyorum: Bu müsteşar mı büyük, yoksa bakan mı? Cevap sizin. Takdir de. 11/04/2018