Ana içeriğe atla

Dünya Bir Deliye Emanet! ***

Dünya bir deliye kaldı. Ama deli olduğunu bilmiyor. Kimse de deli olduğunu söyleyemiyor. Çünkü dengesiz biri var karşılarında. Ne yapacağı belli değil. Bir dediği, diğerini tutmuyor. Bir devlet adamı ciddiyeti yok; çünkü serbest büyümüş, serbest çalışmış. Paraya para dememiş. “Para ve kaba kuvvet herkesi yola getirir, her kapıyı açar” diye düşünüyor.

Devlet adamı desem, değil; haddini bilen biri desem, değil; bir ülke yönetiyor desem, değil; bir insan evladı desem; değil. İnsan görünümlü bir azman sanki! İnsanlar mikrofon uzattıkça sevinçten dört köşe oluyor, yemi fazla gelen bir canlı misali sağa-sola saldırıyor/sataşıyor. Hep kazanmaya alışmış ülkesi kaybetmeye başlayınca çıldırıyor. Ülkesinin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmayacağını anlayınca dünyayı ateşe vermeye kalktı. Yarım saat öncesi konuştuğu diğerini tutmuyor. Önce savaş tamtamcılığı yapıyor, ardından geri adım atıyor. Ardından tehlike var diye BM’yi toplantıya çağırıyor. Dünyayı kutuplaştırıyor. Herkes bakalım ne yumurtlayacak diye nefesini tutmuş bekliyor.

İşin garibi ülkesi seçti bunu. Seçip başlarına getirdi. Şimdi, ne yapacağız bunu deyip düşünüyorlar. Daha çok düşünürler! Çünkü herkes layığını getirir başına ve layığıyla yönetilir.  Ülkesi, “Dünyayı şu ana kadar akıllı geçinenler yönetti, getirdikleri nokta belli. Bir de deli getirelim, o ne diyecek bakalım,” dedi sanırım. O da, “Siz misiniz beni seçen, görün o zaman gününüzü. Bu daha iyi günleriniz” dercesine kollarını sıvadı. Kendi şirketini yönettiği gibi dünyaya ayar vermeye başladı. Herkesin sinirine ve damarına basıyor.

Kiminle görüşse, nereye gitse; oturuşu, kalkışı, bakışı, tavrı, görüntüsü bir olaydır; her yönü haber oluyor. Haber oldukça galeyana gelip zevkten dört köşe oluyor: “Beni izlemeye devam edin, sakın ola ki görmezden gelmeyin. Yoksa neler yaparım neler! Aklıma bile getirmek istemiyorum,” diyor.

Dünya patolojik bir vaka ile karşı karşıya. Çünkü dünya bir deliye emanet! Ama kimse kendisine hasta olduğunu, tedavi olması gerektiğini söyleyemiyor. Astığı astık, kestiği kestik. Çünkü deli, ne yapsa yeridir. Geldiği andan itibaren yediği herze yetmediği gibi hala sağa-sola saldırıp duruyor. Aklı sıra dünyayı yola getirecek.

Dünya bilsin ki bu deli, bu dünyaya kan ve gözyaşından başka bir şey vermez. Hiçbir işe yaramayan, niçin varım diye kendini sorgulamayan BM, nafile toplantıları bir tarafa bıraksın. Eğer bir varlık ifade ediyorsa bu delinin başında olduğu ülkenin güdümünden kurtulsun, onun dümen suyuna girmesin ve bundan sonra yapacağı ilk toplantıda “Bu dünya, bir delinin eline bırakılmayacak kadar önemlidir ve içinde yaşayan insanlar da değerlidir” kararı alıp bu delinin ipini çekmelidir.

Bir deliyi başlarına getirerek dünyanın başına bela eden ülkesinin seçmenleri de “Bu deli, dünyayı yola getireceğim derken bizim de sonumuzu getirecek, çünkü dünya kanın içinde boğulurken bizim yaşamamız mümkün değil, olduğundan fazla rezil olduk. Hatamızı kendimiz telafi edelim” diye düşünmeli ve bu deliyi derdest edip kimsenin görmediği, kimsenin giremediği layık olduğu bir yere tıkıp geri kalan ömrünü orada tamamlamasını sağlamalı. Zaten başka da yapacakları bir şey görünmüyor. İşin garibi getirdiği adamlarının dediği de birbirini tutmuyor. Sanki eyalet yönetir gibi işgal ettikleri makamı yönetiyorlar. Hepsi birbirinden bağımsız ve özerk! Deli bir tane değil yani.

Tez elden Allah dünyayı bu deliden ve yandaşlarından kurtarsın. Eğer başta durursa dünyanın çekeceği var…Barbaros ULU

*** 17/04/2018 tarihinde Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde