7 Nisan 2018 Cumartesi

Adam Kazanmak veya Kaybetmek

Lisede okurken boş geçen dersimiz  pek olmazdı. Herhangi bir nedenle bir öğretmenimiz dersine gelemezse bir nöbetçi öğretmenimiz dersi doldurmak için gelirdi. Rahatsızlığından dolayı hastaneye gitmek durumunda olan öğretmenimizin muayene olmasıyla gelmesi bir olurdu. Öğretmen olduğu için öncelik verilir, bir-iki saatlik bir bekleme ve muayeneden sonra koşa koşa derse gelirdi öğretmenlerimiz. Derse gelmeme durumu çok ender rastlanan bir durumdu. Çünkü öğretmenlerimizin birinci önceliği okul ve ders idi. 

Bir gün derste öğretmenin gelmesini bekliyoruz. Sınıfın kapısı açıldı. Dersimize girmeyen, simaen tanıdığımız bir kır saçlı öğretmendi kapıyı açan. Aynı anda ayağa kalkan bize selam verdi, oturmamızı söyledikten sonra kendisini tanıttı. Ardından eline tebeşiri aldı, tahtaya bir nehir çizdi. Sınıf olarak "Ders öğretmenimiz gelmedi, felekten bir gün/bir saat çaldık" demeye kalmadan, sevincimiz kursağımızda kaldı. Çünkü öğretmen, kendi dersiymiş gibi derse başladı.  Aklımda kaldığı kadarıyla öğretmenimiz, "Toplumu, bu/bir nehir içinde akan kirli suyun içine belenmiş kabul edin. Sizin göreviniz bu kirli suyun içine batmış, çıkmak için debelenen insanları sudan çıkarıp yukarı doğru çekmek, onların elinden tutmak olmalıdır. Ne kadar kişiyi bu kirli sudan çekip alırsanız kardır. Bunun için kendinize yüksek bir hedef çizgisi belirleyin, hedefinize ulaşmak için çabalayın. Bunun yolu da bu ülke insanını dert edinmekten geçiyor..." meyanında verimli bir boş ders geçirmemizi sağladı. Bize bir yol gösterdi sağ olsun. Anladım ki her geçen boş ders, boş değildir. Yeter ki biri verici olsun, karşı taraf da alıcı. Öğretmenlik mesleğinin yerlerde süründüğü, itibarının sıfırlandığı günümüzde toplumu ve öğrencileri dert edinmiş böyle idealist kişilere ihtiyacımız var. Rabbim merhamet etsin ona, sayılarını artırsın.

Günümüzde biz veya bazımız ne yapıyoruz? Kirli suya batmış, çıkmak için çabalayan insanları bırakın elinden tutup çıkarmayı, ya sırtımızı dönerek görmezden gelerek çekip gidiyoruz, ya "Kendi düşen ağlamaz, ne halin varsa gör, canın cehenneme" deyip sudan çıkarmak için bir çaba sarf etmiyoruz, ya da "Seni sudan çıkarmak için sana elimi verirsem suça batmış insanları koruyor algısına muhatap olurum" endişesini taşıyoruz. Böyle mi olmalıydı bizim insanlara bakışımız? Nerede kaldı bizim insanları bataklıktan kurtarma ve onları yeniden hayata döndürme gayemiz? Şimdiki hedefimiz adam kaybetmek mi oldu? Halbuki dün, ne kadar insanı kurtarırsak kar mantığı güderken bugün kalan sağlar bizimdir deyip ekmeye başladık. Şöyle geriye dönüp bir bakarsak kaç kişiyi yüzüstü yolda bıraktık, kaç kişiyi küstürdük, kaç kişiyi kendi haline bıraktık, kaç kişiyi karşı safa gönderdik.

Bir akıl tutulması yaşadığımızı düşünüyorum. Ne yapıp ne edip bu psikolojiden kurtulup yeniden insanlara el uzatma yönümüzü ön plana çıkarmamız lazım, tıpkı eskiden yaptığımız gibi. İnsanları kazanmak için ne yapılması gerekiyorsa onu dert edinmeliyiz. İnsana yatırım yapmalıyız, insanların gönlüne girmeliyiz, gönül adamı olmalıyız. Elimizden geleni göstermezsek unutmayalım ki oyun ve eğlence olan bu dünyanın değişmez bir kuralı var: Bugün bana, yarın sana şeklinde. Çünkü düşmez-kalkmaz bir Allah'tır. Ötesi imtihana tabidir. Hangi gün, kimi, ne ile imtihan edeceğini biz değil, Rabbim bilir. 07.04.2018, Ramazan Yüce, Konya 

Çok mu Zor Kavli Leyyin Olmak? *

Bazı insanlar vardır; gözünü budaktan esirgemez, asla kimseye boyun eğmez, diklenmeden dik durmayı bilir. Tırnaklarıyla kazıyarak geldiği kurtlar sofrasında ne yapar, ne eder tutunur. Bulunduğu yer neresi olursa olsun yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışır, hata yaparsa hatasıyla yüzleşir, özür dilemekten kaçınmaz. Doğru bildiğini ölümüne savunur. Kınayanın kınamasına aldırmaz. Söyleyeceğini açık ve net olarak söyler. Lafı eğip bükmez. İşini ibadet aşkı içerisinde yerine getirir. Mazlum ve mağdurun yanında yer alırken mağrur ve zalimin karşısına dikilmeyi bilir. Tam bir mücadele adamı! Mükemmellik için didinir durur. Yorulma nedir bilmez, durmadan koşturur. İhanete asla tahammülü yoktur.


Hatası yok mu böylelerinin? İnsan olup da hata yapmayan olmaz mı? Zaten hatasız kul olmaz.  Her insan gibi bu tiplerin de kusurları vardır. “Yapacak çok iş var, zaman dinlenme zamanı değil” diyerek koşturuyor. Ama aslında yorgundur. Çünkü insan olup da yorulmamak mümkün mü? Fakat yorulduğunun farkında değil. Belki yorgunluğundan, belki uğradığı ihanetlerden, belki hep kazandığından, belki kendine olan özgüveninden midir, kızgındır. Dilinin de kemiği yoktur. Muhatap kırılır mı demez, yerin dibine geçirir. Bu adam başka bir ülkenin devlet başkanıdır, buna karşı diplomatik bir dil kullanayım demez, içinden geldiği gibi paylar. Bu adam kaymakammış, din görevlisiymiş, gazeteciymiş, esnafmış, fabrikatörmüş, valiymiş, polismiş, komisermiş, bunun sosyal statüsü yerle bir olacakmış, bu adam benim dengim mi/değil mi? Ben şuna cevap vereyim, ekibimden falan kimse de ona cevap versin demez, herkese cevap verir. Bu tavrı zaman zaman taşı gediğine koyarcasına tam otururken, bazen kendisini sevip destekleyenlere verdiği cevaplar ise üzmektedir. Rakipleri ve kendisine muhalif olanlara cevap verince  “Oh! Bizi muhatap aldı” diyerek sevindirmektedir.

Had bildirircesine sert konuşması dostlarının içinde bir ukde olarak kalmaktadır. Sonucunda gönül kırgınlığına sebebiyet vermekte, uzaklaşmak suretiyle içine kapanmaktadır. Sorumlu insan, elbette uyarıp ikaz edecektir. Çünkü gördüğü kötülük veya eksikliği “ya eliyle düzeltecek, ya diliyle düzeltecek veya hiçbir şey yapamıyorsa kalbiyle buğz edecektir.” Ama bu işi yaparken kırmadan dökmeden yapması gerekir. Kavli leyyin olmalıdır, yumuşak bir üslup kullanmalıdır, kelamı kibar olmalıdır. Mesafesini korumalıdır, sevgi ve nefrette aşırıya kaçmamalıdır. Çünkü nefret ettiğimizle bir gün dost, dost olduğumuzla bir gün düşman olabiliriz. Öyle söz söylenmeli ki, yeri geldiği zaman yılanı deliğinden çıkarmalıdır. Bir davaya gönül veren, bir misyon ifa eden insanlar her şeyden önce kucaklayıcı olmalı. Kızsa bile nezaketi ve tatlı sözü elden bırakmamalıdır. Tıpkı Firavun’a giden Musa ile Harun gibi yani. Allah, o günün bir numaralı zalimine Musa ve Harun’u gönderirken “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki aklını başına alır veya korkar.” buyurmuştur. Atalarımız, “Söz vardır iş bitirir söz vardır baş yitirir” diyerek sözün insanlar üzerindeki etkisine değinmiştir. Yine Nahl 125’te Allah, “Rabbinin yoluna hikmetle ve meviza-i hasene ile çağır. Onlara da en güzel yolla karşılık ver...” buyurmak suretiyle yapacağımız işlerde nasıl bir yol ve yordam takip etmemiz gerektiğine işaret etmektedir.

Sonuç olarak Musa ve Harun’un, konuşmada Firavun’a gösterdiği müsamahayı özellikle kendi insanımızdan esirgemeyelim. Söylediğimiz doğru bile olsa insanların onuru ile oynamamak gerekir. Yoksa kıra kıra kıracak adam bulamayız ve herkesin bir gün yanımızdan uzaklaştığını görürüz ama iş işten geçmiş olur. Önemli olan etrafımızdaki yağcı ve yardakçı kesimin ötesine göz atıp kendimizle ilgili bir öz eleştiri yapmak gerekir diye düşünüyorum. Ne diyor Yunus? “Derviş Yunus der hoca istersen var bin hacca/Hepsinden iyice bir gönle girmektir.” 07/04/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 09/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Nisan 2018 Cuma

Korkaklar Kalabalık Yerde Horozlanır

Siz hiç kimsenin olmadığı tenha bir yerde iki kişinin birbiriyle itiş-kakış olduğunu, birbirine bağırdığını, birbirinin üzerine yürüdüğünü, birbirine küfrettiğini gördünüz mü? Görmemişsinizdir. Gördüyseniz de çok nadirdir. Çok tenha yerde kavga eden, bir başkasının haberi olmasın, sorunumuzu kimsenin olmadığı yerde halledelim, başkasını rahatsız etmeyelim, daha fazla rezil olmayayım şeklinde düşünür.

Topluluk içerisinde kavga etmeyi, bağırıp çağırmayı, küfürlü konuşmayı ancak korkaklar yapar. Niçin böyle bir yol izlerler? Çünkü aralayacak  veya araya girecek olur diye hümerir, birbirlerinin üzerine yürürler. Hele bir de araya girip sakinleştirmeye çalışan olursa el-kol, ayak sallamalar, gün görmedik laf ve hakaretler ardı ardına sıralanır. Ozanların atışması gibi küfürler havada uçuşur. Sen araya girdikçe, elinle tuttukça yumruk sallamaya çalışır. Sanırsın ki bu adamı yiyecek? Aracılar, "Öyle mi? Buyrun kozunuzu paylaşın" deyip aradan çekilse ses tonları düşer, alttan almaya başlarlar. Çünkü pabuç pahalıdır. 

Böylesi korkak kişileri insan yoğunluğunun olduğu çarşı-pazarlarda, eğlence yerlerinde, okul bahçesi ve sınıflarda çokça görürsünüz. İnsanlık bende kalsın deyip araya giren oldukça hümerir de hümerir. Bunlar korkaktır ama çok akıllıdır, canları da çok kıymetlidir. Nerede kavga edeceğini bilir. Nasılsa birileri araya girer, eşek değiller ya! 

Bugün gördüm böylesi atışmayı. Biri, diğerine kızıp bağırırken ve küfrederken gördüm. Birinin sesi yüksek çıkarken diğeri sessiz bir şekilde çekip gidiyordu. Onun sessizliğinden diğeri cesaret alarak daha fazla bağırmaya başladı. Oradan geçenler, "durun" demeye kalmadı. Sessiz olan hümermeye, o da diğeri gibi bağırmaya başladı. Orta yerde aralamak için aracılar çoğalınca atışanlar yerinde tutulma, ele avuca sığmaz birer cengaver olup çıkıverdiler. Kenarda biraz seyrettim bunları. Sonra çekip gittim. Maalesef ramak kalan bir kavgayı görmemi bir aracı ekibi daha engellemiş oldu.  06.04.2018