28 Mart 2018 Çarşamba

MSB: Milli Seminer Bakanlığı


Sene başından beri görevli izinli sayılarak gittiğim seminerlerin sayısını unuttum. Bir de dersim yokken zorunlu gittiklerimi sayarsam epey bir yekûn tutar. Ben yine şanslı olanlardanım. Çünkü emsallerimin gittiği seminer, kurs, eylem planı ve sunumların haddi hesabı yok. Yani bilgi, birikim ve donanım yönünden benden fersah fersah ilerideler.

Merak edip ne zaman gidiyorsunuz bu seminerlere derseniz, eğitim ve öğretimin içindeyken, dersler boşaltılarak yapılmaktadır derim. Siz seminerler dışında ne yaparsınız derseniz yine derim ki, yaptığımız seminerlerden arta kalan zaman diliminde fırsat bulabilirsek derse girmektir. Milli Eğitim kendini aştı, tek felsefesi var: Eğitim ve öğretim boyunca güne gün, olmazsa gün aşırı seminer düzenlemektir. Yani hayat boyu eğitim felsefesi gibi hayat boyu semineri kendisine misyon edinmiş durumda. Oldu olacak adını da Milli Seminer Bakanlığı şeklinde değiştirse daha iyi olacak. Eğer bu yeni ismin MSB ile karıştırılacağı iddia edilirse çok problem olacağını sanmıyorum. Bu ülkenin kardeş kurumları ne de olsa. Üstelik her ikisinin başında "milli" var. Ayrıca mevcut Bakanımız, her iki bakanlıkta da çalışmış ender kişilerden hatta tek kişidir. Savunma Bakanlığından sonra yeni kabinede adını Eğitim Bakanı olarak görünce bir an için her iki bakanlığın başındaki "milli" kelimesinden dolayı karıştırılmış olabileceğini düşündüm. Bu düşüncenin sadece bana ait bir vehm olduğunu anlamam uzun sürmedi. Ardından kısa bir araştırma yapınca birbirine zıt gibi görünen iki bakanlığı birbirine yakınlaştıranın, Sayın Bakanın mezun olduğu okullar olduğu anlaşılacaktır. Zamanında düşünemedim tabi. Önümü görememişim. Aslında Bakanı şanslı kılan iki üniversite mezunu olması: hukuku bitirmesi değil, gemi mühendisliğini bitirmesi sanki. Ne edersiniz ki kör talih hiç peşimi bırakmadı. Bilseydim Sayın Bakanın okuduğu okulları okurdum. Haydi geçmişte düşünemedim. Çocuklarımı aynı okullarda okutarak önlerini açabilirdim. Ama burnunun ucunu göremeyen ben; ne kendime ne de çocuklarıma katkı verebildim bu konuda.

Bize durmadan seminer ve kurs düzenleyenlerin bilinçaltında eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engelin öğretmen olduğu o kadar işlemiş olmalı ki biz bunları yola getirirsek eğitim ve öğretimimiz düze çıkar düşündesindeler. Bunun yolunu da öğretmenleri eğitmek, yani seminer vermek suretiyle halledebileceklerine kendilerini öyle inandırmışlar ki gece-gündüz seminer düzenliyorlar. Hatta hızlarını alamayıp seminerin bitiminde film bile izletiyorlar. 

Bize fırsat buldukça dersi var mı yok mu dersleri boş geçer, öğrenci mağdur olur, okulun düzeni bozulur demeden seminer düzenleyenler, yaptıklarınızda iyi niyetli olabilirsiniz. Ama bilin ki metodunuz, zamanlamanız yanlıştır. Usulsüz vusül olmaz. Biz yaparız olur diyorsanız oluyor. Ama bir faydadan hali değil yaptığınız. Yok, dostlar alışverişte görsün diyorsanız evet, herkes sizi görüyor, hatta seyrediyor. Hem de ibret ve hayretle. 28.03.2018, Ramazan Yüce, Konya


27 Mart 2018 Salı

Seminerler Arasında Eğitim veya Şeytan Taşlamaktan Tavafa Vakit Bulamamak

—Sayın müdürüm! Nereden böyle?
—Toplantıdan.
—Ne toplantısı bu saatte?
—Eksik olmaz bizde toplantı.
—Faydalı mı bari?
—Nerde? Eften-püften şeyler, ardı arkası kesilmeyen gündem...
—Kim yapar toplantıyı, amiriniz mi?
—Evet.
—Tüm toplantıları o mu yapar?
—Bizde amir çok, yedi kocalı hürmüz gibiyiz. Kafası esen yapar.
—Geçmiş olsun!
*
—Müdürüm, nereye böyle acele acele?
—Toplantı var da...onun için.
—Daha geçen gün yapmadınız mı?
—Yaptık, bu başka.
—Bu sefer konu ne?
—Varınca öğreneceğim.
—İnsan gündemi bilmez mi?
—Toplantıları kovalamaktan gündemi takip edemiyorum artık.
*
—Müdürüm, seni bir ziyarete geleceğin, yarın okulda mısın?
—Çok iyi olurdu ama okulda olamayacağım.
—Niçin, bir manin mi var?
—Toplantım var.
—Yine mi?
—Maalesef!
—Sahi siz okula ne zaman gidersiniz?
—Toplantılardan fırsat buldukça...
***
—Öğretmenim, hayırdır dersi yok mu bugün?
—Vaar.
—Niçin okulda değilsin?
—Seminer varmış, ona geldim.
—Okuldaki derslerin ne olacak?
—Programı uygunsa nöbetçi öğretmen, değilse okul idarecileri doldurur. Bu da mümkün değilse ders doldurulmaz, çocukların dersi boş geçer.
—Dersi dolduran sınıfta ne iş yapar?
—Sınıfa bekçilik yapar.
—İşlenmeyen konu ne olacak?
—Öğretmen daha sonra hızlandırarak konuyu telafi eder.
*
—Öğretmenim, dün dersimize gelmediniz, hasta mıydınız?
—Hayır çocuklar, hasta değildim, bizi kursa aldılar. Ondan dolayı gelemedim.
—Ama hocam, geçen hafta da gelmemiştiniz.
—O zaman da bizi seminere almışlardı.
—Bizim dersimiz ne olacak? Epeyce geride kaldık.
—Telafi edeceğiz.
—Bu nasıl olacak?
—Dört ders saatinde işlenmesi gereken dersi iki saatte hızlandırarak vereceğiz.
*
—Müdürüm, sınıfımda kimse yok. Çocuklar nerede?
—Aşağıda salonda bir seminer alıyorlar.
*
—Buyrun müdür bey!
—Hocam çocukları salona alacağız, zira bir sunum olacak. Siz de öğrencilerin başında gideceksiniz, orada bulunacaksınız.
—Hocam, zorunlu değilse benim sınıf gitmese olur mu? Konulardan epey geri kaldık da.
—Olmaz hocam! Sunum bu, mecburen yapmamız lazım.
—Hocam ben falan öğrencinin velisiyim. Öğretmenleriniz çok devamsızlık yapıyor, çocuklarımızın dersleri geride kalıyor. Dersleri boş geçince derslere odaklanamıyor.
—Hanımefendi! Devamsızlıkların çoğu mazeretten, keyfi devamsızlık olmaz bizde.
—Ne mazeretiymiş beyefendi! Eğitim ve öğretimden önemli mazeret ne ola ki?
—Mazeret dedimse öğretmenlerimize yönelik kurs, seminer ve toplantıdan kaynaklı. 
—Bu seminerleri yapmak için bula bula ders saatleri mi ayarlanıyor. Bu, bir şeyi yaparken başka bir şeyi yıkmak değil mi?
—Hanımefendi, bu durum bizden kaynaklanmıyor, planlayıcı biz değiliz, emir demiri keser.
—Bu planlayıcılar koca yaz dönemini bitirdiler de kervan yola çıktıktan sonra mı seminer yapmaya kalkıyor?
—Yaz dönemine gerek yok hanımefendi. Öğretmenlerin iki haftası haziran, iki haftası da eylülde olmak üzere toplam bir ay mesleki çalışma denilen seminer dönemleri var. Üstelik bu dönemde öğrenci de yok. Kimse mağdur olmaz. Yapılacak bütün seminerler bir planlamaya mesleki çalışma dönemlerinde verilebilir. Ama yapılmıyor maalesef.
—O zaman çocuklarımızın boşa geçen vakitleri ne olacak, bu mağduriyetimiz nasıl giderilecek?
—Seminerlerden fırsat buldukça ders işleyeceğiz.
—Sizinki teşbihte hata olmasın, şeytan taşlamaktan Kabe'yi tavaf edemeyen kişinin durumuna benziyor. 27.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

26 Mart 2018 Pazartesi

Bu Gidişle Kimseyi Hayırla Yâd Edemeyeceğiz *

Siyaset, bilim veya hayatın herhangi bir alanında fikri, zikri, duruşu ile gıpta ettiğimiz insanlar vardır. Çoğu, derdimize tercüman olur, göğsümüze su serper. İyi ki böyleleri var dedirtir insana. Kimi ekiple ön plana çıkar, kimi de kendisi tek başına bir ekiptir. Kiminin işi yaver gider, her türlü itibarı görür, makam-mevki edinir. Kimi de sevilmekle beraber tek gelir, tek gider. Çoğu zaman sevgiden öte karşılığını görmez.

Dünya dediğimiz; kiminin nasiplendiği, kiminin nasibini teptiği, kiminin de nasibinin ötelendiği bir yer olsa gerek. Kimi gücünü para-puldan, kimi makam-mevkiden alır. Kimi de karşılığını almasa da kişilik ve duruşuyla bir değer ifade eder. Gönüllerde taht kurar. Gözünü budaktan esirgemez böyleleri. Söylenmesi gerekeni usturuplu bir şekilde söyler, gerekirse vücudunu ve ruhunu ortaya koyar. Bedel ödenecekse en önde yer alır. Kınayanın kınamasına aldırmaz. Kendisinin gösteremediği cesareti böylelerinde görür insan. Takdirdir hep aldıkları bunların.

Ülkesi ve inandığı değerler adına tek başına mücadele ederek vatandaşın gönlünde taht kuran böyleleri vefat edince geride kalanların içi cız eder: “İyi adamdı, yeri doldurulamaz, kıymeti yeterince bilinemedi, emeğinin karşılığını alamadı, cebine değil, inandığı değerlere çalıştı, bu dünyadan dikili bir ağacı olmadan gitti” şeklinde içinden geldiği gibi yazar, çizer ve söyler. Yani ardından hayırla yâd eder. Fakat içimizde öyleleri var ki ölenin ardından hayırla yâd etmene bile fırsat vermiyor. Hemen başlar eleştirmeye: “Adamın değerini yeni mi anladınız, öldükten sonra badem gözlü mü oldu. Yaşarken neredeydiniz, madem bu kadar değerliydi, o zaman bu adama niçin oy vermediniz?” şeklinde eleştiriler getirir sevdiğini izhar edenlere. Haklılık payı var mıdır bu tür eleştirilerin? Var elbet. Fakat hesap etmedikleri veya göz ardı ettikleri bir başka yön var. Sanıyorlar ki her değer, dünyadayken karşılığını alacak. Bu bakış açısı her zaman doğru olmaz. Çünkü dünyanın kuruluş felsefesine aykırıdır bu. Eğer dünyada her şeyin karşılığı alınsaydı veya karşılığı olsaydı ahiret olmazdı, ebedi âleme ihtiyaç olmazdı. Bu dünyanın adaleti, kiminin yüzünün güldüğü, kiminin de gülmediği yönündedir. Her şeyin, herkesin hak ettiği yer ancak ukba âlemdir. 

Olaya başka bir açıdan bakarsak siyaset dediğimiz alan bir arenadır, güç gösterisinin yapıldığı yerdir. Halka kendini beğendirme ve ikna etmedir, kendini ve fikirlerini pazarlamadır, podyuma çıkmadır. Bir ekip işidir aynı zamanda. Ekipsiz yola çıkan kişi, diğer aksesuarları olmayan bir aracın motoru gibidir. Motorsuz arabanın bir karşılığı olmadığı gibi kaportası olmayan motorun da kıymeti bilinmekle beraber tek başına bir değer ifade etmez. Motor ve diğer aksamı birlikte ancak araç olur ve yola koşulur. Siyaset böyle bir şeydir. Ayaklar yere basarak yapılır. Siyaseti tek başına sırtlayan değerler, gönüllerde taht kursalar da tek başına mücadeleleri oya tahvil edilemez. Çünkü siyasetin kendi başına raconu vardır: Baraj bunlardan biridir. Baraj problemini aşamayanlar değeri bilinse veya bir değer ifade etseler de hak ettiklerini alamazlar. Çünkü insanlar siyasette ideal olandan ziyade sonuç almaya yoğunlaşır. Ehveni olmuyorsa ehven-i şerde toplanır.

Tek başına yaptıkları siyaseti yapanlar, sevilmelerine rağmen halktan oy alamadıkları için kimseye kızıp gücenmediler, küsmediler, halkla barışık yaşadılar ve kendilerine yakışanı yaparak çekip gittiler. Buraya kadar bir sorun yok. Sorun, bu iyi insanlar adına racon kesenlerde, sevgisini izhar edenleri ayıplayanlarda diye düşünüyorum. 26.03.2018 Ramazan Yüce, Konya

* 28/03/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.