6 Ocak 2018 Cumartesi

Gönül almak çok zor değilmiş!

Bir ara okul kantincilerinin dertlerini kaleme almıştım bir yazımda. Bu yazım, kantinciler arasında epey bir ses getirdi. Birçoğu sosyal medyada paylaşımda bulundu. Olumlu tepkiler aldım.

"Okul Kantincilerinin Feryadını Duyacak Yok mu?" başlıklı yazımı sosyal medyada paylaşan kantinci ve kantinci dernekleri, ismime veya bloguma yer vererek sosyal medyada paylaşırken Kocaeli Kantinciler Derneği Başkanı Sayın Alican KAZGAN ise kendi derneklerinin yazısıymış gibi göstererek Kocaeli'nde yayın yapan iki gazeteye Sayın Başkanın ifadeleriymiş gibi haber yaptırmış olmaları dikkatimi çekmiş ve garipsemiştim. İlk önce Kocaeli Kantinciler Derneğinin web sayfasına, ardından yazıyı haber yapan iki gazeteye "Yazının şahsıma ait olduğunu" belirten e posta gönderdim. Taraflar dönüş yapar düşüncesiyle belli bir süre bekledim. Dönüş olmadı. Bunun üzerine 20.11.2017 tarihinde "Yakışık Almadı Hiç" başlıklı bir yazı daha kaleme alarak yazım; hem blogumda, hem de 'Anadolu'da Bugün' gazetesinde yayımlandı. Bu yazımda Kocaeli Kantinciler Derneği Başkanı Alican Kazgan Beyi tenkit etmiş, yaptığının doğru olmadığını ifade etmiştim. Yazımın kendisine mal edilmesinden geçmiş, geri dönüş yapmamalarına içerlemiştim.

Bir akşam telefonumu bilinmeyen bir numara aradı. Açtım. Telefondaki kişi Alican KAZGAN Bey idi. "Kantincilerin durumuyla ilgili benden demeç vermemi istemişlerdi. Kendilerine birkaç gün sonra olabilir dedim. Sizin yazı elime geçince tam bizi anlatıyor diyerekten basına verdim. Kusuruma bakmayın..." sadedinde durumunu anlatan ve gönlümü alan şeyler söyledi. "İletişim numaranızı aradım, bulamadım. O yüzden aramayı bu kadar geciktirdim" dedi. Alican Beyin bu duyarlı davranışından dolayı ben de kendisine 'Bu şekilde olmasaydı daha iyiydi, ismimi verseydiniz daha şık olurdu. Ama duyarlılık gösterip aramanızdan dolayı ben de teşekkür ederim, önemli olan kantincilerin sesini, feryadını duyurmaktı. Bir nebze de olsa katkım olduysa kendimi bahtiyar hissederim" dedim. Ardından birbirimize karşı iyi dilek ve temennilerde bulunarak, birbirimizi bulunduğumuz yerde ağırlamaktan memnuniyet duyacağımızı ifade ederek vedalaştık. 

Gördüğünüz gibi insanoğlunun gönlünü  -hele benim gönlümü- almak o kadar da zor değilmiş. Bir telefon bile yüz yüze gelmediğimiz bir insana olan kızgınlığımızı yok ediverdi. 06.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya 

İnsanları Potansiyel Suçlu Görmek

İnsanları hepten potansiyel bir suçlu gibi görmek, onlardan şüphelenmek, onlara suçlu muamelesi yapmak günümüzde özellikle son yıllarda ön plana çıkan davranışlarımızdandır. Bu tür hareketler hız kesmeden devam ediyor, niyet okuyuculuğu yapıyoruz, insanlara ön yargılı davranıyoruz. Maalesef hastalık derecesine vardı bizim bu bakış açımız. Bu durum aramızda var olan güvensizliği artırmakta ve toplumsal barışı dinamitlemektedir. 

Suçlu olana suçlu muamelesi yapılmasın demek istemiyorum. Herkese açık çek verelim, suçlular aramızda barınsın demiyorum. İnsanlara güvenelim, fakat tedbiri elden bırakmayalım. İnsanları araştırırken kılı kırk yarmayalım. 

Önemli bir yere getirmek veya gelmek isteyenleri yeterince araştıralım ama bu işi farkına varmadan yapalım. Çünkü insan kendisinden şüphelenilldiğini hissettiği an farklı duygular yaşar, suçluluk psikolojisi hissetmeye başlar, incinir, insanlara ve hayata küser. Hayata küsüp içine kapanan normal hareketlerde bulunamaz.

İnsanoğlu öyle bir varlık ki hemen hemen hepsi hata ve yanlış yapabilir. Çünkü hata yapma potansiyelini bünyesinde taşır. Hiç hata yapmayan, tertemiz insan aramak ve bulmak mümkün değildir bu dünyada. İlk insan ve ilk peygamber Hz Adem bile ilk denenmede hata yapmıştır. Hatasına rağmen Rab Teala, özür dileyen ve pişmanlık duyan Hz Adem'e tekrar şans vermiş ve üstelik peygamber olarak tayin etmiştir.

Biz hata ve yanlış potansiyelini taşıyan insana güvenerek işe başlasak, bu tiplere bir şans daha versek içlerinde mutlaka ihanet edenler çıkar ama öyle zannediyorum, büyük bir çoğunluğunu tekrar kazanırız. Bunlar suç potansiyeline sahip diyerek onlara şans vermemek tamamen kaybetmek demektir. İhtiyacımız olan toplumsal barışa da katkısı olmaz. 06.01.2018 Ramazan YÜCE Konya

Bazı camilerdeki ses sistemi ne işe yarar?

Cami ve mescitlerimiz gerekli-gereksiz ses yığınından ibarettir desem abartmış olmam. Bazı camiler vardır ki mikrofonsuz olmaz. Çünkü caminin alt katı, üst katı var. Cuma ve bayram namazlarında dışarıya sarkan kalabalık cemaatleri olur. Böyle camilerimizde mikrofon olmasa cemaatle namaz sıkıntıya girer. Çünkü imam ve müezzinin sesi dışarıya ve alt kata kadar gelmez. Bazı camilerimiz vardır ki -aslında mescittir- kutu gibidir. Cemaati de yok denecek kadar azdır. İmam ve müezzinin normal okumasıyla caminin her tarafına ses yayılır. Namaza ve cemaate mani bir durum ortaya çıkmaz. Fakat gel gör ki bu tür küçük camilerde de ses sistemi var. Hem de kaç tane birden: Mihrapta, müezzininlikte, minberde. Dış ezanın okunduğu yerde de var olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Ki buraya elzemdir, belirli bir mesafeye ezan sesi gitsin diye.

İmam ve müezzinin fazla sesini yükseltmeden normal şekilde okumasıyla herkesin duyduğu küçük camilerde bu ses sistemi rahatsızlık vermekten öte bir görev ifa etmiyor. Gürültü yığını yani.

Bu cuma namazını farklı bir camide kılalım diyen bir arkadaşımla beraber yolumuz, gördüğümüz bir camiye düştü. Bulunduğu mahal itibariyle tam yerinde bir cami. Girdik içeriye. Dış ezanın bitmesiyle birlikte ilk sünneti kılarken müezzinin sesi kulağımızda yankılandı. Namazı güç-bela bitirdim. Ardından hatip hutbe okumaya başladı. Onun da baktım yakasında bir yaka mikrofonu. İmamın sesini bize öyle bir yansıtıyor ki kulakları tırmalıyor. Dinlenmek için gittiğim camide kafam zonklamaya başladı. Çünkü ses yığınından doğru dürüst hutbe dinlemeye kendimi veremedim. Önündeki mikrofona rağmen bir de imamın bağırarak okuması gürültüyü iyice artırdı.

İlk defa geldiğim bu caminin benim görmediğim başka müştemilatı var mı diye göz gezdirdim. Göz göze geldiğim cemaatten başkası da yoktu.

Hatibin hutbe iradı bitti, farza kalktık. Namaza başladık, yine mikrofonun sesi gelmeye başladı. Namaza ve hutbeye tam kendimi verebildim mi? Maalesef sesten kendimi veremedim.

Farzdan sonra hutbe okunurken hissettiğim soğuk ortam hala devam etti. Bu havada, bu soğukta kaloriferleri niçin yakmamışlar dedim, sağıma-soluma baktım. Camide petek yoktu. Acaba alttan ısıtma mı dedim. Varsa da yanmıyordu. Demek ki görevli ihtiyaç hissetmemiş yakmaya. Nasılsa kalabalık cemaat gelecek, nefesleriyle ısınırlar diye düşünmüş olmalı. Hoş cami büyük olsa, kalabalık cemaatin nefesi camiyi ısıtır diyeceğim. Ama cami küçük. İçerisi ve üst cemaat mahalli dolu olmasına rağmen cami ısınmadığı gibi üşütmeye devam etti.

Camideki önceliğin ne olduğunu görevliler tespit etse, ona göre hareket etse hiç gam yemeyeceğim. Bir defa bu caminin mikrofon ve ses sisteminden önce ısınmaya ihtiyacı var. Haydi diyelim ki bir gün lazım olur diye bir hayırsevere ses sistemi aldırdı diyelim. Bu zımbırtıyı ihtiyaç olduğu zaman kullansa fena olmazdı. Diyelim ki ihtiyaç olarak gördü. Mikrofonun sesini biraz kıssa veya kendi sesini camiye göre ayarlasa kimseyi rahatsız etmezdi.

Sonuç olarak bazı büyük camilere ses sistemi farz kadar elzem. Fakat bazılarına ise caiz değil. Görevlilerimiz nasılsa hayırsever buluruz diye ihtiyaç veya değil, olur-olmaz şeyleri aldırıyor. Ama yazık gerçekten! Giden paraya mı yanarsın, yoksa yüksek sesten namaza kendimizi veremediğimize mi? 06.01.2018 Ramazan Yüce Konya