23 Aralık 2017 Cumartesi

Hep Beraber Başardık Bunu

-Notun kadar konuş öğretmenim-

Ortaokullardan liseye geçiş adı verilen LKS sınav sistemi ilk defa bu yıl uygulamaya konacak. Belirlenen okullara öğrencilerin yüzde onu yerleşecek, diğer yerleşemeyenler ise kayıt alanlarına göre mahallesindeki veya evine en yakın okul türlerinden birine tercih sonucuna göre yerleşecek. Sistem ilk defa uygulanacağı için ne getireceği, ne götüreceği belli değil. Zaten niyetim de yeni sistemle ilgili olumlu-olumsuz görüş serdetmek değil.

Önceki yıllarda yapılan ortaokuldan ortaöğretim kurumlarına geçiş sınavlarında alınan puanın yüzde yetmişi, geriye kalan otuz puan ise okul derslerinden alınan puanlardan oluşuyordu. Burada, öğrencinin okul derslerine de önem vermesi amaçlanıyordu. Yeni sistemle okul puanlarının bir etkisi olmayacak. İyi mi oldu, kötü mü oldu? Bunu da zaman gösterecek. Görünen, okul derslerinin etkisiz eleman olması.

MEB, yeni sistemde okul puanlarının etkisini kaldırdı, ya da kaldırmak zorunda kaldı. Çünkü öğrencisi, velisi, öğretmeni, vatandaşı, MEM ve MEB yetkilileri okullarda verilen puanların gerçeği yansıtmadığını, öğretmenler tarafından şişirildiğini biliyor. İşte bundan dolayı Bakanlık, haksız rekabete sebebiyet verir düşüncesiyle yeni sistemde okul puanlarını hesaplamaya dahil etmedi. Yani öğretmenin verdiği notun hormonlu olduğunu, öğrencinin gerçek başarısını yansıtmadığını düşünüyor. Burada olan kime oldu? Kimin itibarı zedelendi? Öğretmenin tabii. Zaten öğretmenin notuna güvenilseydi yıllardır uygulanmakta olan merkezi sınav sistemlerine gerek olmazdı. Bunda pay kimin? Sadece öğretmenin mi? Bu başarı ise, bu başarıda iç ve dış paydaşların hepsinin sorumluluğu var. Başarısızlık ise yine tüm paydaşların sorumluluğu var. Her ne kadar ihale öğretmenin üzerinde kalsa da burada sorumluluğu en az olan kişi öğretmendir. Zira öğretmen burada sadece kobay olarak kullanılmıştır.

Sonuç olarak lise giriş sınavlarında okul puanlarının hesaplanmamasında pay hepimizin. Hepimiz birlikte başardık bunu. Nasıl mı başardık? İşi ve inisiyatifi öğretmene bırakmayarak. Öğrencisi, velisi, yöneticisi öğrencinin aldığı 90 puana bile razı olmadık. Hemen öğretmeni sıkı bir markaja aldık. " Aman hocam! Özel okullar, tüm öğrencilerine yüz puan verirken sizin verdiğiniz bu puanla bu çocuk fen liselerine nasıl girecek? Sanki notu cebinizden mi veriyorsunuz? Fazla verip çocuğu moral-motive edeceğinize düşük puan vererek öğrenciyi demoralize ediyorsunuz. Bu sistemde virgülden sonraki küsuratların bir etkisi büyük. Binlerce kişiyi geride bırakabiliyor, öne geçebiliyorsunuz. Siz okul ve öğrencinizin başarılı olmasını istemiyor musunuz yoksa? Bir defa sizin 90 puan verdiğiniz çocuk, etüt merkezinde tüm soruları ful çekiyor. İnsaf ya!..." demek suretiyle mahalle baskısı yapmaya başladı. Öğrencisi durumuna razı olmadı, veli çocuğunun durumunu kabullenmedi, okul yönetimi ve milli eğitim yetkilileri bol bol not verin dedi. Baktı ki olmayacak...öğretmen kesenin ağzını açtı. Herkes iyi olurken niçin ben öğrenci, veli ve yöneticilerin gözünde kötü olacağım dedi. Çocuğun notunu en yüksek düşürmek için ne yapılması gerekiyorsa yaptı. Sonuç, bir sınıfta takdir almayan öğrenci kalmadı neredeyse. En kötüsü teşekkür aldı. Okullar başarıya doydu. Bakanlık da yaptığı merkezi sınavla bundan geri kalmadı. Sınav sistemini kolaylaştırdıkça kolaylaştırdı.17 bin birinci çıkararak başarısını taçlandırdı. 

Hasılı; bu bakış açısıyla öğrenci, öğretmen, veli ve üst yetkililer denizi bitirdiği gibi kumu da bitirdi. Sistem tıkandı. Sonunda Bakanlık, kendi sınav sistemini lağvetti. Öğretmenin verdiği puanları da es geçti. Şimdi ne not isteyen var, ne de notu hesaba katan. Öğretmen kendi notuyla kala kaldı. Kimsenin onun verdiği notta gözü yok artık. Tabir yerindeyse kendisi gibi notu da etkisiz eleman oldu. Aslında bu durumda olması gereken, okullarda sınavların da kaldırılması. Böylece öğretmen ne soru hazırlar, ne fotokopi çeker, ne sınav yapar, ne kağıt okumaya çalışır, ne de kağıt israfı olur. Ekonomiye katkısı da olur bu yöntemin. Öğretmen dersini anlatır, geri kalan zamanda öğrencinin etüt merkezinde yanlış yaptığı soruları çözer. Böylece öğrenci konuyu daha iyi kavramış olur. Bazı derslerinde öğrencileri test çözmesi için serbest bırakarak etüt yaptırır. Öğrenci de etüt merkezinin şu kadar soru çözeceksin ödevini derste çözmüş olur.  Öğretmenin okullardaki misyonu etüt hocalığı olur. Böylece hayatın hiçbir alanında işe yaramayan notlar da böylece kalkmış olur. Yine bu sistemde devlet karne çıkarmak zorunda kalmaz, okullar karne çıkaracağım daha telaşına kapılmaz. Nasılsa okullarda kalma da yok. Ana sınıfından başlayan çocuk hiç kalmadan Prof olabiliyor bu ülkede.

Bu sistem işlemez mi? Pekâlâ işler. Yeter ki çözüm merkezli düşünelim biraz. Hala eski alışkanlığı olarak öğretmen, öğrenciyi notla değerlendirmeye kalkarsa öğrenci ve veli, "Notunun değeri kadar konuş öğretmenim" diyerek eğitim ve öğretim görmeye devam eder. 23.12.2017 Ramazan Yüce 


21 Aralık 2017 Perşembe

Dünya, Mazlumun Yanında Yer Aldı *

“Kudüs’ü, İsrail’in başkenti ilan eden” ABD kararının, hukuken geçersiz sayılması için BM Güvenlik Konseyine getirilen Kudüs tasarısı, Konseyin 15 üyesinden ABD dışındaki 14 üye tarafından lehte oy verilmesine rağmen karar, ABD tarafından veto edildi.

Konsey’de veto edilen bu tasarı, BM Genel Kuruluna getirildi. Yapılan oylamada 128 ülke, karara evet derken 9 üye ret, 35 ülke de çekimser kalmıştır. Oylamada, ABD ve İsrail’in yanında yer alan ülkelere baktığımız zaman adı-sanı duyulmamış, varlığı-yokluğu belli olmayan devletlerin olduğu göze çarpmaktadır. Çekimser kalan ülkelerin çoğu yine kelli-felli devletler değil.

Bu oylamaya göre BM Genel Kurulu, ABD’nin tek taraflı olarak ‘Kudüs’ü, İsrail’in başkenti ilan ettiği kararını dünya devletlerinin kahir ekseriyetiyle onaylamamış oldu. Üstelik kendi ülkesinde dünyaya mağlup oldu. ABD’nin kaç gündür sürdürdüğü lobi faaliyetleri, tehdit, şantaj, aba altından sopa göstermesi hiçbir işe yaramadı. Dünya devletlerinin kahir ekseriyeti, kovboyun yaptığı onca arsız ve ahlaksız tehdidine boyun eğmedi. Haklının, mağdurun ve mazlumun yanında yer alan 128 ülkeyi tebrik ve her birine ayrı ayrı teşekkür etmek lazım. Gerçi dünya devletlerinin çoğu, her Filistin davasında hep Filistin’in yanında yer aldı. Ama karşımızda ‘Ben güçlüyüm; silahım var, param var. Bundan dolayı her şeyi yaparım, her kararımı dünyaya dikte ettiririm. Kabul etmezlerse de veto ederim. Peşimden gelmeyenlerin burunlarını sürterim…” diyen bir dünya kabadayısı var. Ömrünü Orta Doğu’nun gayri meşru çocuğunu koruyup kollamakla geçiriyor. İsrail’in yayılmacı politikası, uyguladığı terör, dünyaca tasvip edilmemesine rağmen bu yapay devleti ayakta tutmaya çalışıyor. Sanıyorlar ki paran varsa, silahın varsa senden güçlüsü yoktur.

Son BMGK kararı gösterdi ki dünya; ABD’nin uyguladığı, dünyaya dayattığı politikalardan memnun değil. Aslında bu karardan dolayı utanması lazım diyeceğim ama ar damarı çatlayan insan ve devletlerin utanması olmaz, yüzlerine tükürsen yağmur yağıyor sanırlar. Öyle zannediyorum ABD ve İsrail, nasıl ki daha önceki BM kararlarına uymadıkları gibi bu son karara da uymayacak, yayılmacı politikalarını devam ettirmeye çalışacaklardır. Ama dünyanın hoşnut olmadığı bu politikaları nereye kadar sürdürecek? Dünya, ABD ve İsrail’i nereye kadar sırtında taşıyacak? ABD ve İsrail, dünyaya rağmen daha ne kadar at oynatabilecekler? Sanki iyice yalnızlaştıklarını ve istenmediklerini bir kez daha anlayacaklar.

Dünya devletleri ABD ve İsrail’in hak bilmez ve hukuk bilmez tavırlarına karşı her zaman topyekûn birlikte hareket edebilirlerse iyi bir sinerji meydana getirebilirler, iyi bir blok oluşturabilirler. ABD ve İsrail, bundan sonra bu bloğu çatlatmaya çalışacaktır. Bu kararın çıkmasında çaba gösteren öncü bir iki devlete haddini bildirerek diğer devletlere aba altından sopa göstermeye çalışacaktır. Suyumu bulandırdın diyerek yaralı bir kurt gibi saldıracaktır. Bu yüzden özellikle Türkiye’nin çok dikkatli olmasında fayda vardır. ABD ve İsrail’in ne tür hamleler yapabileceğini düşünerek karşı hamleler yapmalıdır. Birlikte hareket ettiği ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmelidir. Hatta ABD menfaatini korumaktan veya ABD’ye söz geçirememekten başka bir işe yaramayan mevcut BM’e alternatif bir birleşmiş milletler kurulmasına öncülük etmelidir. Bu işi, sessiz ve derinden götüreceği diplomasiyle yürütmelidir. 21/12/2017 Ramazan YÜCE

* 25/12/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bir Lawrence Uşağının Hezeyanı *

Hangi anne-babadan doğacağıma, hangi millet ve milliyetten olacağıma kendim karar vermedim. Kimsenin doğumu ve ırkı kendi elinden kaynaklanmamaktadır. Bu durum, Allah’ın kaderinde (ölçüsünde) olan biyolojik yasanın bir sonucudur. ‘Allah tanışalım diye farklı millet ve milliyetler şeklinde yaratmış.’ Bundan dolayı hiçbir ırkın diğerine karşı asla bir üstünlüğü yoktur. ‘Üstünlüğün ancak takva ile olduğunu’ belirtir Kur’an.

Müslim’de geçen bir hadiste Peygamberimiz: “Ümmetimde dört şey vardır ki, cahiliye işlerindendir, bunları   terk etmeyeceklerdir: Irkla övünme, soyu sebebiyle başkasını kötüleme, yıldızlardan yağmur bekleme, ölenin ardından matem ve ağıt yakma.”

Bu açıklamayı yapmamın sebebi Birleşik Arap Emirlikleri Dış İşleri Bakanının Iraklı bir twitter kullanıcısının tweetini paylaşması. Paylaşımda "1916 yılında Türk Fahri Paşa'nın Medinetü'l Münevvere halkının hakkına girdiğini ve onların mallarını çaldığını, onları kaçırdığını, Şam'dan İstanbul'a "Seferberlik" ilan ederek, Medine'deki el yazması eserleri çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan'ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu."

Tweet değil, deve…Neresini düzelteceksiniz bu tweetin? Burada 'Medine Müdafaası' ile nam salmış Fahrettin Paşa hırsız tutuluyor. Bununla da yetinmemiş, işi Erdoğan'a getirerek 'Atalarının Araplarla ilişkisine' işaret etmiş. Hırsızın torunu da olsa olsa hırsız olur demek istiyor aklı sıra.

Bu tweete ancak insaf, vicdansızlık, nankörlük denir. 17-25 Aralık kumpasını düzenleyenlerin ağzı bu.  Arap ırkçılığı kokuyor bu tweette. Bunu beğenip paylaşan bir bakan. Normal biri değil. Lawrence'nin iyi bir öğrencisi, onun tohumu belli. Size Lawrence'yi anlatacak değilim. Zira hepiniz bilirsiniz bu Arap elbisesi giymiş, Arapları Osmanlı aleyhine kışkırtan kişiyi. Şerif Hüseyin'in akıl hocası. Bir olup Osmanlı'yı arkadan vuran bir kısım hainlerin nesli bu. Osmanlı, tarih sahnesinden çekildikten sonra Batı’nın kendilerini sömürdüğü yetmediği gibi hala da çanak yalamaya devam ediyorlar.

Sen hiçbir yardım almadan iki yıl yedi ay çekirge yiyerek Medine'yi müdafaa et, İngilizler çalıp çırpmasın diye o hengâmede kutsal eserleri İstanbul'a taşıt. Karşılığında kadir-kıymet bilmeyen, kendini bilmez birileri sana laf etsin. Görünüşü Arap, kendisini Müslüman olarak lanse eden bu Lawrence'nin  torunu laftan anlamaz, çünkü Osmanlı'ya ve Türkiye'ye karşı ön yargılı. Arap görünümlü bu modern Lawrence, ancak çüşten anlar. Buna laf fayda etmez. Boynundaki tasmayı asılır, ‘çüüüş’ dersen ne âlâ!

Geçmiş ihanetlerini sorgulayacakları yerde saldırı oklarını bize çevirmiş bu bedevi. Densizliktir yaptığı. Yediği ve yumurtladığı haltı hiçbir söz temizlemez.

Haydi diyelim ki Osmanlı sizi sömürdü. Böyle inandırıldınız buna. Peygamberimizin dediği gibi cahiliye adeti olan ırkçılığı devam ettireceksiniz. Müslümanlık diye bir derdiniz yok. Yanı başınızda sizinle aynı ırktan olan Filistinliler var, yüzyıldır esir hayatı yaşıyor. Bize hömereceğine git İsrail’in ağzının payını ver. Yüz yıl öncesini karıştırma! Şayet karıştırırsanız sizin ihanetiniz çıkar ortaya. Bizim utanacak bir geçmişimiz yok. En iyisi edebini takın, geçmişi karıştırma. Zira biz geçmişi çöpe attık, arşive kaldırdık. Geçmişi karıştıran kedi ve köpektir. Sen bugüne dair bir şey söyle. Gayri Allah’tan korkmuyorsunuz, bari kuldan utanın! 21/12/2017 Ramazan YÜCE

*23/12/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.