Bazı insanlar aldıkları görevlerini bihakkın yerine getirir, makamı da kendisinden güç alır. Böyleleri göz doldurur, makamın hakkını da verirler. Bazıları da koltuğu işgal eder, gücünü koltuğundan alır. Koltuk gitti mi elinde ne gücü kalır, ne de itibarı. Çünkü koltuğa hakkıyla gelmemiştir. Sırıtır durur.
Hak ederek veya hak etmeyerek bir koltukta yıllanan insanlardan bazıları iki lafının arasında 'Şu kadar hizmet ettim' diye söze başlar. Koltuğun veya görevin ne kadar yapıldığını Allah bilir. Burada dikkat çekmek istediğim 'hizmet ettim' denmesi. Sahi her birimiz çalışırken bulunduğumuz yere mi hizmet ettik, yoksa bulunduğumuz yer mi bize hizmet etti? Diyelim ki hizmet ettik. Pekiyi biz bu hizmeti fahri olarak mı yürüttük, meccanen mi çalıştık? Adına hizmet dediğimiz işi yürütürken hiç fayda sağlamadı mı bize? Hep mi biz çalıştığımız yere verdik? Çalıştığımız yer bize hiçbir şey vermedi mi? Öyle zannediyorum, çalıştığımız yeri ilk önce kendi rahatımızı düşünerek dizayn ettik. Ekmek kapımıza hizmetten önce bu ekmek teknesi bize nasıl hizmet eder hesabı yaptık.
Kanaatimce gerçek hizmet etmek, çalıştığımız yerde ibadet aşkıyla çalışmak, terlemek, varlığımızı hissettirmek, yokluğumuzda aranan biri olmak, işimizden kaytarmamak, bugünün işini yarına bırakmamak, bulunduğumuz yerdeki imkanları kullanırken devlet imkanlarını şahsi işlerde kullanmamak, faydalandığımızdan daha fazlasını vermektir.
Farz edelim ki yapılması gerekenin en iyisini yaptık, kuruma artı katma değer kattık. Emekli olduk, ya da ayrıldık. Yeri geldiği zaman "Şu kadar yıl hizmet ettim" demekten ziyade "Elimizden gelen gayreti gösterdik, iyisiyle, kötüsüyle şu kadar yıl çalıştım" demek daha uygun olur diye düşünüyorum. Yaptığımızı kendimiz değil, arkamızda kalanlar ifade etsin. 08.11.2017
8 Kasım 2017 Çarşamba
Müslümanların Başka Düşmana İhtiyacı Yok *
Tarihler, İngiltere ile Fransa arasında süren
savaşlara 'Yüzyıl Savaşları' adını verir. İki ülke arasında 1337 yılında
başlayan savaş 116 sürmüş ve 1453 yılında sona ermiştir. Aralarındaki
anlaşmazlığı çözmüş olmalılar ki şimdi kardeş gibi geçiniyorlar. Hatta bir
araya gelip sırt sırta vererek başka ülkeleri dizayn bile ediyorlar.
Halkı Müslüman olan ülkelerin birbiriyle olan ihtilafı,
sürtüşmesi ve savaşı İngiltere-Fransa arasında geçmişte cereyan eden savaşlar
gibi yüzyıl sürüp bitse şapkamı havaya atıp hele şükür diyeceğim. Karamsar
değilim ama Müslümanların birbirine düşmanca tavır içerisinde olma durumu
-görünen köy kılavuz istemez- kıyamete kadar süreceğe benziyor.
Hiçbir gün geçmiyor ki Müslümanlar kendi arasında
kedi-köpek gibi olmasın. Şimdilerde gündemimizde İran ile Suudi Arabistan'ın
gerginliği var. İki ülke tansiyonu düşüreceği yerde savaş tamtamlığı yapıyor
birbirine karşı. Zaten aralarında savaş olmasa bile ikisini aynı kazana atsak
birlikte kaynamazlar. Allah bu ülkelerden her ikisine "Cennete
gideceksiniz, yalnız orada Suud-İran bir arada duracaksınız dese cennet yerine
cehennemi tercih ederler. Güya biri Vahhabilik'in, diğeri ise Şiilik'in yılmaz
savunucusu. Biri sünniliğin, diğeri Şiilik'in hamiliğini yapıyor. Müslümanlık
ve Müslümanlar diye bir dertleri olsa hiç gam yemeyeceğim. Kendilerine grup ve
mezhepçilik ile İslam arasında bir tercih yapın dense tereddütsüz
hizipçiliklerini seçerler. Hiç Müslümanlık ve İslam dünyası gündemlerinde
olmadı. Biri sırtını ABD'ye, diğeri Rusya ve Çin'e sırtını dayamış,
birbirlerine karşı aslan kesilip horozlaşıyorlar. Tek dertleri sırtını dayadığı
ülkelerin menfaatlerini korumak şartıyla güçlü görünmek ve ideolojilerini
yaymaya çalışmak. Ayakta kalmaları da buna bağlı. Şımarıklık ve azınlıklarının
nedeni petroldür. Dünya petrole gebe kaldıkça bunların borusu ötmeye devam
edecek, devletler yüzüne bakmaya devam edecek. Merak ediyorum, bir gün petrol
biterse yüzlerine kim bakar?
Bu iki devletin başını çektiği İslam ülkelerinde zerre
kadar Müslüman feraset ve basireti olsa aralarındaki nizayı çözer, petrol
silahını kullanarak Ortadoğu'daki tüm İslam ülkelerindeki akan kanı durdurur.
Ama yapmazlar, çünkü İslam kaygıları yok. Yapamazlar, sırtını dayadıkları
efendileri izin vermez. Başını İran ve Suud'un çektiği ülkelerden Müslüman
kardeşin olacağına, açık-mert düşmanın olsun daha iyi. Bunlardan Müslümanlar'a
hayır gelmez.
Kimse kusura bakmasın, yanlış anlamasın, böyle Müslüman
kardeşin olacağına olmasın, dünyada yapayalnız kalalım, inanın durumumuz
bugünden daha kötü olmaz. Birbirlerini kırıp geçirseler tüh, yazık oldu, demem.
Bunlarda utanma, sıkılma, arlanma yok. Biraz sıkılma olsa 'Şimdi zamanı değil,
zira İslam dünyası kan ağlıyor' diyerek aralarındaki sorunu buzdolabına
kaldırırlar. Ama nerede? Bu ruhsuzluk ve çapsızlıklarıyla bunları ancak teneşir
paklar.
Rabbim bunlara bu yaptıklarının hesabını soracak inşallah!
Kendimi kurtarabilirsem, Rabbim imkan verirse rûzi mahşerde bunların hesaba
çekilişini izlemek ve bunlardan şikayetçi olmak için müdahil olmak isterim.
Rabbim bildiği gibi yapsın bunları ve İslam diye bir derdi olmayanları...
08.11.2017
* 18/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 18/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
İçimizdeki Suçluları Öldürsek Rahat Eder miyiz?
Ülkemizde değişik nedenlerle bazı insanlarımız suç işleyebiliyor, bazılarının üzerine suç isnat edilebiliyor, bazen de zamanında suç olmayan bir eylem bir müddet sonra suç sayılabiliyor.
Adı ne olursa olsun bunlar kanmış, kandırılmış, suça belenmiş, oradan çıkmaya çalışıyor veya içten içe pişmanlık duyuyor, içi kan ağlıyor olabilir ama belli etmeyebilir. Hiç pişmanlık emaresi göstermese bile bir akıl tutulması yaşıyordur, gerçekleri görme melekelerini kaybetmiştir, basiretleri kaybolmuştur. Bu tipteki insanın çoğu işini, aşını veya itibarını kaybetmiştir. Kaçıp gitmemişse aramızda sessiz-sakin dolaşıyordur. Öyle zannediyorum -bulabilirse- ne yediğinden zevk alır, ne de içtiğinden. Kolay kolay aramıza da giremezler. İçlerinde az sayıda da olsa öz eleştiri yapmaya kalksa böyleleri, "Şimdiye kadar aklın neredeydi, treni kaçırdın" diyoruz. Hasılı adamlar uzak kalsa da sorun, yanımıza yaklaşsa da. Suçluluk psikolojisi içerisinde dışlanmışlık sendromunu yaşıyorlar. Kazara birimiz onlara acımaya kalksın, hemen "Onların eline fırsat geçseydi bize acırlar mıydı" demeye başlıyoruz. Yani niyetlerini okuyoruz. Yahu bu adam iyi biri diyorsun, zaten onlar iyidir cevabı alıyorsun.
İşin garibi bu insanlar içimizde vebalı gibi yaşıyorlar. Ellerine imkan geçseydi bizi kıtır kıtır doğrarlar mıydı bilmiyorum. Çünkü gelecek hakkında bir şey söyleme imkanımız yoktur. Fakat gördüğüm bir şey var; bu durum böyle devam ederse, belirsizlik giderilmezse toplumsal yara iyice derinleşecektir. Devlete düşman nesiller yetişecektir.
Grup refleksi ile hareket eden bu insanları grubundan koparmanın yoluna gitmek gerekir. Bugünkü uygulanan bu yöntem bunları terbiye etmez, acından da ölmezler. Ya bunları birileri el altından destekliyorsa işte vahim olan budur. Çünkü yine onlara çalışmaya devam edecekler demektir.
Bir an için farz edelim ki bu insanlar suç işleyen bir grubun üyesi veya sempatizanı. Hepsini aynı kategoriye koyup kazana atmaktan ziyade suç işleyenlerin elebaşılarına ceza vererek pasif kalanlara gözdağı verilme yoluna gidilebilirdi. Askeriye mantığını bir tarafa bırakmak lazım. Askeriyede birkaç erat suç işler, tüm bataryaya ceza verilir. Halbuki ceza suç işleyene verilir, umumileştirilmez, bireyseldir. Hepsini potansiyel suçlu kabul edip aynı kategoriye koymanın kimseye, özellikle ülkeye bir faydası yoktur. Devlete, devlet aklıyla hareket etmesi yakışır. Maalesef bu konuda ne devlet ne de millet iyi bir sınav vermiştir. Kazara bugün suç işleyenlerin dünkü iyi görünümleri hakkında olumlu bir şey söylemişseniz, bu bile sizi, o suç ve suçlularla anılmanıza sebebiyet verebilir. Bu konuda hiçbir tavizimiz olmadı şu ana kadar.
Ülkenin birinde oynanan bir tiyatro oyununda rol gereği bir oyuncu, diğer arkadaşını kuru sıkı tabancayla öldürmesi gerekiyor. Fakat arkadaşı gerçek silah kullanır, adam can havliyle bağırır ve yere yıkılır. Seyirciden yardım ister, ölüyorum diye. Adam yerde kıvranıyor, bağırıp çağırıyor. Seyirciden yardım istedikçe 'Ne güzel rol yapıyor' diye seyirci, durmadan alkışlar ve sonunda adam sahnede iken ölür.
Kaçanlar, suça bizzat karışanlar için bir şey demiyorum. Bunlara en ağır ceza verilmelidir. Ama kaçmayıp içimizde sessiz duranlar için sessiz duruyorlar, konuşup öz eleştiri yaptıkları zaman takiyye yapıyorlar diyoruz. Gerçekten bize göre bu adamlar ne yapmalılar ki onların samimiyetine inanırız? Mesela tiyatro oyununda olduğu gibi bu adamları öldürsek veya kendilerini öldürseler içimiz rahat eder mi?
Halihazırda bizim durumumuz tiyatro oyunundaki seyircinin durumuna benziyor. Bence bu adamları rehabilite etmek, topluma kazandırmak gerekiyor. Beğensek de beğenmesek de bunlar bu toplumun insanıdır, hala da birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Dışlayarak, sürekli suçlayarak bir yere varamayız. 08.11.2017 Ramazan Yüce
Kaydol:
Yorumlar (Atom)