Ana içeriğe atla

Adına "Hizmet Ediyorum" Dedikleri Şey

Bazı insanlar aldıkları görevlerini bihakkın yerine getirir, makamı da kendisinden güç alır. Böyleleri göz doldurur, makamın hakkını da verirler. Bazıları da koltuğu işgal eder, gücünü koltuğundan alır. Koltuk gitti mi elinde ne gücü kalır, ne de itibarı. Çünkü koltuğa hakkıyla gelmemiştir. Sırıtır durur.

Hak ederek veya hak etmeyerek bir koltukta yıllanan insanlardan bazıları iki lafının arasında 'Şu kadar hizmet ettim' diye söze başlar. Koltuğun veya görevin ne kadar yapıldığını Allah bilir. Burada dikkat çekmek istediğim 'hizmet ettim' denmesi. Sahi her birimiz çalışırken bulunduğumuz yere mi hizmet ettik, yoksa bulunduğumuz yer mi bize hizmet etti? Diyelim ki hizmet ettik. Pekiyi biz bu hizmeti fahri olarak mı yürüttük, meccanen mi çalıştık? Adına hizmet dediğimiz işi yürütürken hiç fayda sağlamadı mı bize? Hep mi biz çalıştığımız yere verdik? Çalıştığımız yer bize hiçbir şey vermedi mi? Öyle zannediyorum, çalıştığımız yeri ilk önce kendi rahatımızı düşünerek dizayn ettik. Ekmek kapımıza hizmetten önce bu ekmek teknesi bize nasıl hizmet eder hesabı yaptık.

Kanaatimce gerçek hizmet etmek, çalıştığımız yerde ibadet aşkıyla çalışmak, terlemek, varlığımızı hissettirmek, yokluğumuzda aranan biri olmak, işimizden kaytarmamak, bugünün işini yarına bırakmamak, bulunduğumuz yerdeki imkanları kullanırken devlet imkanlarını şahsi işlerde kullanmamak, faydalandığımızdan daha fazlasını vermektir.

Farz edelim ki yapılması gerekenin en iyisini yaptık, kuruma artı katma değer kattık. Emekli olduk, ya da ayrıldık. Yeri geldiği zaman "Şu kadar yıl hizmet ettim" demekten ziyade "Elimizden gelen gayreti gösterdik, iyisiyle, kötüsüyle şu kadar yıl çalıştım" demek daha uygun olur diye düşünüyorum. Yaptığımızı kendimiz değil, arkamızda kalanlar ifade etsin. 08.11.2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde