9 Eylül 2017 Cumartesi

"Suyumu Bulandırdın Türkiye!” *

Türkiye'nin belirli gün ve haftaları arasına bir de 17-25 Aralık haftası girdi. Kimine göre ortaya çıkartılan büyük bir yolsuzluk operasyonu, kimine göre ise hükümete karşı yapılmış bir darbe operasyonuydu. Bu süreçte Rıza Zarrap, Zafer Çağlayan, Halkbank ve müdürü, İran gibi kişi ve yer isimleri çokça kullanıldı. Ayakkabı kutularına istiflenmiş paralar boy boy gösterime girdi. Gözaltı, soruşturma açmalar birbirini izledi. Gazete ve televizyonlarımız günlerce, aylarca bu konuyu haber yaptı, üzerine yorumlar alındı. Bunca yıl geçmiş olmasına rağmen taraflar birbirini ikna edemedi.

Ben 17-25 olaylarını sapla-samanın karıştırılarak ülkeye karşı yapılmış bir operasyon olduğuna inananlardanım. Ortada ABD’nin ambargo uyguladığı İran’a karşı Türkiye ve İran arasında yapılan bir ticari ilişki söz konusu. Bu ticaretin el altından ambargoyu delmeye yönelik olduğu anlaşılıyor.  17-25 sürecinde adı yolsuzluk ve rüşvet skandallarıyla anılan kimselerin ne kadar bu işin içerisinde olduğunu bilmiyorum. Yolsuzluk ve rüşvet var mı onu da bilmiyorum. Zira yolsuzluk yapacak olan ve rüşvet alıp verecek olan zaten kılıfını hazırlamıştır. Bunların belgesi olmaz. Ancak kişilerin itirafı ile ortaya çıkarılabilir. Basında çıktığı kadarıyla Zafer Çağlayan’ın kendisine hediye edilen pahalı saat mideyi bulandırmıyor değil. Ancak ortada bir algı oluşturulmak istendiği de sır değil.

Olaylar bu şekilde raflarda yerini alırken Rıza Zarrap’ın, Halk Bankası müdür yardımcısının ABD’de gözaltına alındığı haberleri ajanslardaki yerini aldı. MİT müsteşarı olayı, MİT tırları, tapeler, 17-25 Aralık, Gezi olayları ve son vuruş olarak 15 Temmuz darbe girişimini servise kondu birileri tarafından. Anlaşılan birilerinin bizimle sorunu bitmediği gibi işler kan davasına dönüşmüş. Burada garip olan adı anılan kişilerin tutuklanacaklarını bile bile ABD’de ne işlerinin olduğudur. Yeni hazırlanan iddianameye göre Zafer Çağlayan’a da dava açılmış. Daha arkadan neler gelecek, Türkiye’yi ne tür yaptırımlar bekliyor, zaman gösterecek. Ama görünen o ki perşembenin gelişi çarşambadan belli.

Şunu anladım ki dünyayı dizayn edenler bize küçücük bir toprak parçası bırakırken bile kendi halimize ülkeyi yönetmemizi istememiş. Öyle bir sistem kurmuşlar ki ancak onların bize verdiği rolü oynayabiliriz. Kim bu rolün dışına çıkmaya çalışırsa Çin işkencesi gibi başı ezilir. Onlar istediği gibi bir ülkeye ambargo koyacaklar, sen ona uyup o devletle alışveriş yapmayacaksın. Onlar ambargoyu kaldırırlarsa sen de buna uyacaksın. Onlar bir devleti kınayacak, sen de kınayacaksın. Onlar bir ülkeyi terörle yola getirmeye çalışacak, sen sesini çıkarmayacaksın. Onlar karşılıksız para basacak, sen kendi paranı bırakıp onun sahte parasını kullanacaksın. Onlar silah satmak için devletleri birbirine kızıştıracak, sen sadece seyredeceksin. Yani onlar dünyada ve bu ülkede istedikleri gibi at koşturacaklar, sen hepsine eyvallah diyeceksin. Şimdi de senin bakanını kendi ülkesinde rüşvet aldı iddiasıyla yargılayacak. Dünyaya kendi istedikleri şekilde nizamat vermeye çalışan emperyalist devletler Türkiye’yi boğmak için ellerinden ne geliyorsa hepsini bir bir sahaya sürüyorlar.

Gördüğüm kadarıyla Türkiye; ABD, Almanya vb devletlerin suyunu bulandırmıştır. Ülkenin kabuğunu kırması, kendi başına buyruk hareket etmesi istenmemektedir. Türkiye’yi yönetenlerin bu süreçte çok soğukkanlı olması gerekir, iyi bir diplomasi yürütmelidir. Her doğruyu her yerde söylememelidir. Dışarının bu düşmanlığı aleni bir hal almışken her şeyden önce içte birlik ve beraberlik için acilen yapıcı adımlar atması gerekir. 09/09/2017

** 11/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Eylül 2017 Cuma

Çok ucuza satmışsın be kardeş kendini!

Kurban Bayramında altımda arabamla kurban kesim yerine gittim. Bayramda ücretsiz olmasına rağmen ne olur ne olmaz diyerek cebime toplu ulaşımda kullandığım 'el kart' adı verilen indirimli kartımı da aldım.

Bayram geçtikten sonra evimi ve cebimi yokladığımda el kartın yerinde yeller estiğini anladım. Kesim yerini aradım orada düşmüş olabilir mi diye. Zira orada beklerken birkaç defa elime aldığımı hatırlıyorum. Ellerine böyle bir kartın geçmediğini ifade etti çardak sahibi. Orada olmadığına göre geriye kalan bir ihtimal cuma namazı kılmak için gittiğim cami veya civarında düşmüş olmalı.

Cebimde alternatif olarak bulunsun diye yeniden el kart çıkartmak için belediye el kart bürosuna gittim. Yeni kart çıkartmanın bedeli 2.5 lira, kartı yeniletmenin bedeli ise 11.00 lira imiş. Kaybetme cezası olsa gerek. Neyse başa gelen çekilir. Kartı çıkartamadım. Çünkü yetkili, aktif olarak çalışıp çalışmadığımı öğrenmek için görev yeri belgesi istedi.  Sisteme işleyecekmiş. Ben de sistemden otomatik olarak bakıyorlar diye yanımda belge götürmemiştim. Hasılı el kartı çıkartamadım.

Görevliye kartımın birinin eline geçip geçmediğini öğrenebilir miyim? Zira içinde 7 lira civarında para olması lazımdı dedim. Sağ olsun sisteme baktı. "Kartınızda bakiyeniz gözükmüyor, kullanılmış, kartınızı kullanıma kapatıyorum" dedi.

Yeni kart çıkartamadım. Ama boşu boşuna uğramamış oldum. En azından kartımın kullanımda olduğunu öğrenmiş oldum. İçin için de sevindim. Zira bir insanımıza faydam dokunmuş oldu. Keşke içinde biraz daha kredim olsaydı da bu beleşe yerleşen kardeşim, sayemde toplu taşımadan biraz daha faydalanmış olurdu. Hatta kendini tanımış olsaydım kendisi için bir boş mezar da satın alırdım. Ne yazık ki bu kardeşimiz bundan sonra hem el kartımdan, hem de kendisi için alacağım boş mezardan mahrum kaldı.

Severim fırsatları değerlendiren bu tip insanları. Üstelik ucuz adam! Fazla malda gözü yok, su akarken suyunu dolduruyor. Hem de nereden geldiğine bakmadan. Bulduğuyla yetinen biri anlaşılan. Üzümü yiyor, bağını sormuyor. Sonra kim götürecek bu kartı, bu sıcakta el kart bürosuna " Ben bunu buldum" diye.  O zaman insanlığından ödün vermiş olur. Kartı bulduğu yere bıraksa milli servete yazık! Sonra ortalık pek tekin değil; hırlısı var, hırsızı var. Sonra yedi mi kartını? Kullandı attı. Zaten bu kart kullanmak için değil mi? Ha sen kullanmışsın, ha o! Ne fark eder! Bir defa iyilik sevaptır. Belki de bekletiyordur cebinde. İnşallah bana kızmamıştır, "Allah'ın cimrisi, ha biraz daha yükleseydin" diye.

Ama bu kardeşimiz kendisini çok ucuza satmış, çok ucuza gitmiş. Bir de hayat pahalı derler. Alın size ucuz mu ucuz bir insan. Aslında tevazusundan olsa gerek ucuza gitmek. Ucuz insan pahalı mal almaz derler. Bu kardeşimiz de böyle biri anlaşılan.

Ucuz adam olduğunu, kendisini az bir pahaya sattığını anladım. Ama bu kişinin aynı zamanda cesur olduğunu öğrendim. Başkasına ait olan bir kartı şoförün gözünün önünde tutmak büyük cesaret ister. Çünkü fotoğrafta resmim var. Kıpkırmızı saçlarım en büyük alametifarikam. Ya şoför, "Sen öğretmen misin, üstelik resim sana benzemiyor" deyip karta el koysaydı. Hasılı cesur adam vesselâm! Gerçi kimsenin alnında öğretmen olduğu yazmıyor. Ayrıca şimdinin öğretmenlerinin öğretmen olduğu hiç belli değil. Eskiden bir teamül vardı öğretmende. Elinde kitabı, boynunda kıravatı, üzerinde takım elbisesi...tıraşı ise sinekkaydı olurdu. Şimdinin öğretmenleri hepten tebdili kıyafet artık.

Gelelim şimdi sana Ramazan. Altında araban varken, üstelik otobüsler bedava iken cebinde kalabalık eden her türlü eşyayı eve bırakırken ne diye yanına bu el kartı aldın? Haydi tedbirli birisin, kartı yanına aldın diyelim. O zaman ne diye sahip çıkamadın kartına? Haydi, insan kaybedemez mi diyebilirsin. O zaman bu el kartı kaybını bu kadar büyütmeye, üstelik yazı konusu etmeye ne gerek vardı? Sana sorulacak çok soru var Ramazan ama neyse...Anlaşılan yaşlandıkça kaybettiklerin artacak. Sen bırak kartı, kendini kaybetmediğine dua et! Belki de bu günler senin en iyi günlerin! 08.09.2017

7 Eylül 2017 Perşembe

Kişinin Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkarmanın Yolu

İnsanoğlu çözülmesi muamma bir varlıktır. Nasıl biri, kim olduğu; huyunu, suyunu ortaya çıkarmak zaman ister. Olaylara göre, zamana göre, menfaat ve çıkarına, kızgın ve sakin haline göre farklılık gösterir. Kendini gizlemeyi, pazarlamayı çok iyi becerir. Farklı farklı yüzü vardır.

Hangi insan olursa olsun her insanın gerçek yüzünü ortaya çıkaran damarına basılma anıdır. Kimin hassasiyetinin ne olduğunu tespit edebilirsen onun yumuşar karnı odur. Oraya bastın mı gerçek yüzünü öğrenirsin. Mesela adam iyi bir cemaatçi mi yanında bağlı olduğu cemaati eleştir. Bak bakalım o dostunun eski sakinliğinden eser kalır mı? Ne sapıklığın kalır ortada, ne de kafirliğin... Fanatik derecede iyi bir partizan mı? Partisinin bir icraatine bir vur bakalım. O zaman görürsün Hanya'yı ve Konya'yı... Düşüncesinin bağnazı mı, eleştiri getireceksen önce çoluk-çocuğuna helâlleşmeyi unutma.

İnsanoğlu önlerinde kemik yokken birbiriyle çok iyi geçinen köpekler gibidir. Aralarına kemik atılırsa o köpeklerin ne sakinliği kalır ortada, ne de oynaması. Kemik kapmak için birbirini paralar. Çünkü kemik, köpeğin yumuşak karnıdır, damarıdır, olmazsa olmazıdır.

İnsanoğlunun da yumuşak karnına basarsan sonucuna katlanmayı kabulleneceksin demektir. Kızar, hırçınlaşır, vurur, kırar, döker ve küser. Bu konuda gözünün üstünde kaşın var dememek, dostunun gerçek yüzünü göstermesini sadece öteler. Ama gerçek yüzü er veya geç ortaya çıkar.

Sonu acı olsa da gerçekleri örtmeye çalışmaktan ziyade insanların gerçek yüzünü ortaya çıkarmada fayda vardır. Bunun için güzel bir üslupla işe başlamak lazımdır, kırmadan-dökmeden... 07.09.2017