Ana içeriğe atla

"Suyumu Bulandırdın Türkiye!” *

Türkiye'nin belirli gün ve haftaları arasına bir de 17-25 Aralık haftası girdi. Kimine göre ortaya çıkartılan büyük bir yolsuzluk operasyonu, kimine göre ise hükümete karşı yapılmış bir darbe operasyonuydu. Bu süreçte Rıza Zarrap, Zafer Çağlayan, Halkbank ve müdürü, İran gibi kişi ve yer isimleri çokça kullanıldı. Ayakkabı kutularına istiflenmiş paralar boy boy gösterime girdi. Gözaltı, soruşturma açmalar birbirini izledi. Gazete ve televizyonlarımız günlerce, aylarca bu konuyu haber yaptı, üzerine yorumlar alındı. Bunca yıl geçmiş olmasına rağmen taraflar birbirini ikna edemedi.

Ben 17-25 olaylarını sapla-samanın karıştırılarak ülkeye karşı yapılmış bir operasyon olduğuna inananlardanım. Ortada ABD’nin ambargo uyguladığı İran’a karşı Türkiye ve İran arasında yapılan bir ticari ilişki söz konusu. Bu ticaretin el altından ambargoyu delmeye yönelik olduğu anlaşılıyor.  17-25 sürecinde adı yolsuzluk ve rüşvet skandallarıyla anılan kimselerin ne kadar bu işin içerisinde olduğunu bilmiyorum. Yolsuzluk ve rüşvet var mı onu da bilmiyorum. Zira yolsuzluk yapacak olan ve rüşvet alıp verecek olan zaten kılıfını hazırlamıştır. Bunların belgesi olmaz. Ancak kişilerin itirafı ile ortaya çıkarılabilir. Basında çıktığı kadarıyla Zafer Çağlayan’ın kendisine hediye edilen pahalı saat mideyi bulandırmıyor değil. Ancak ortada bir algı oluşturulmak istendiği de sır değil.

Olaylar bu şekilde raflarda yerini alırken Rıza Zarrap’ın, Halk Bankası müdür yardımcısının ABD’de gözaltına alındığı haberleri ajanslardaki yerini aldı. MİT müsteşarı olayı, MİT tırları, tapeler, 17-25 Aralık, Gezi olayları ve son vuruş olarak 15 Temmuz darbe girişimini servise kondu birileri tarafından. Anlaşılan birilerinin bizimle sorunu bitmediği gibi işler kan davasına dönüşmüş. Burada garip olan adı anılan kişilerin tutuklanacaklarını bile bile ABD’de ne işlerinin olduğudur. Yeni hazırlanan iddianameye göre Zafer Çağlayan’a da dava açılmış. Daha arkadan neler gelecek, Türkiye’yi ne tür yaptırımlar bekliyor, zaman gösterecek. Ama görünen o ki perşembenin gelişi çarşambadan belli.

Şunu anladım ki dünyayı dizayn edenler bize küçücük bir toprak parçası bırakırken bile kendi halimize ülkeyi yönetmemizi istememiş. Öyle bir sistem kurmuşlar ki ancak onların bize verdiği rolü oynayabiliriz. Kim bu rolün dışına çıkmaya çalışırsa Çin işkencesi gibi başı ezilir. Onlar istediği gibi bir ülkeye ambargo koyacaklar, sen ona uyup o devletle alışveriş yapmayacaksın. Onlar ambargoyu kaldırırlarsa sen de buna uyacaksın. Onlar bir devleti kınayacak, sen de kınayacaksın. Onlar bir ülkeyi terörle yola getirmeye çalışacak, sen sesini çıkarmayacaksın. Onlar karşılıksız para basacak, sen kendi paranı bırakıp onun sahte parasını kullanacaksın. Onlar silah satmak için devletleri birbirine kızıştıracak, sen sadece seyredeceksin. Yani onlar dünyada ve bu ülkede istedikleri gibi at koşturacaklar, sen hepsine eyvallah diyeceksin. Şimdi de senin bakanını kendi ülkesinde rüşvet aldı iddiasıyla yargılayacak. Dünyaya kendi istedikleri şekilde nizamat vermeye çalışan emperyalist devletler Türkiye’yi boğmak için ellerinden ne geliyorsa hepsini bir bir sahaya sürüyorlar.

Gördüğüm kadarıyla Türkiye; ABD, Almanya vb devletlerin suyunu bulandırmıştır. Ülkenin kabuğunu kırması, kendi başına buyruk hareket etmesi istenmemektedir. Türkiye’yi yönetenlerin bu süreçte çok soğukkanlı olması gerekir, iyi bir diplomasi yürütmelidir. Her doğruyu her yerde söylememelidir. Dışarının bu düşmanlığı aleni bir hal almışken her şeyden önce içte birlik ve beraberlik için acilen yapıcı adımlar atması gerekir. 09/09/2017

** 11/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde