27 Haziran 2017 Salı

Dilimde tüy bitti be Konyalılar! *

Düğün sezonumuz ramazan öncesinde başladı, ramazanda ara verildi, bayram sonrası hız kesmeden devam edecek görünüyor. Benim derdim düğünlerle değil, düğünlerde takdim edilen hediyeler. Aslında bu, tüm Konya'nın derdi. Sesli dillendirilmese de kapalı kapılar ardında konuşulan, kimsenin memnun olmadığı bir durum bu. Bu konuda birkaç yazı kaleme aldım. Dilim de tüy bitti dense yeridir. Ama nafile. Kellim kellim ya yenfeu.

Neden bahsettiğimi sanırım anlatabilmişimdir. Malumunuz davet edildiğimiz düğünlere büyük çoğunluğumuzun götürdüğü hediyeler ağırlıklı olarak çaydanlık, çay bayrağı, limonata takımı, borcam vs kap-kacak yani küçük mutfak eşyası. Götürdüğümüz hediyeler düğün sahibinin işine yarar türden değil. Büyük masraflarla yapılan düğünlerde düğün sahibine lazım olan para iken biz adet yerini bulsun, dostlar alışverişte görsün misali hala mutfak düzmeye çalışıyoruz. Düğünlerimizde düğün sahibi mi kazanıyor yoksa züccaciyeciler mi diye düşünmeden edemiyor insan.

Bugünkü götürdüğümüz hediyeler eski zamanın düğünlerinde iş görmüştür. Çünkü eski düğünlerde evlenecek çağa gelmiş birine ailesi 12 duvar yastığı, bir Demirci halısı, bir iki yorgan-yastık ve döşek temin edebilmişse düğüne kalkar, mutfak eşyası ise düğüne gelen davetlilerin getirdiği hediyelerle karşılanırdı. Ayrı ev döşenilmesi, evin içinin her şeyiyle donatılması gibi istekler olmazdı. Eski düğünlerde ihtiyaçtan doğan bu mutfak eşyası hediyeleşmesi uzun yıllar bir ihtiyacı karşılamıştır. Bugünün düğünleri eskinin düğünlerine benzemiyor. Neredeyse mutfak eşyasına varıncaya kadar tepeden tırnağa  bir eve ihtiyaç olan ne varsa düğün sahipleri tarafından alınıyor şimdi. Evlenen çift ve tarafların anne babası düğüne gelen hediyelere yüzünü dönüp bakmıyor. Ambalajı açılmadan gidilecek düğünlere götürülmek üzere varsa evin izbesine veya çatısına konuyor. İşin garibi ne düğün sahibi bu şekil gelen hediyelerden memnun ne de düğüne hediye getiren.

Elimiz boş gitmesin, ayıp olmasın, adet yerini bulsun diye kimimizin evinde olandan kimimizin market veya züccaciyeciden para vererek götürdüğümüz hediyelerin sadra şifa olmadığını hepimiz biliyoruz. Bundan dertliyiz. Ama dertten kurtulmak için silkinmiyoruz. Bunun için ne yapılması gerekir diye kafa yormamıza da gerek yok. Malumun ilamı olsa da eğer amaç düğün sahibinin derdine ortak olmaksa o zaman ne yapılması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Bunun yolu imkanlar çerçevesinde az veya çok para vermektir. Bunun için bazıları sandık koymayı teklif etse de zarfın içerisinde para takdim etmek en uygun yöntem gibi geliyor bana. Salonlarda para, altın takılmasını hatta bunu takı töreni haline getirip kameraya çekilmesini uygun görmüyorum. Çünkü takabilen var, takamayan var. Kimi de düğün salonlarına çiçek gönderiyor. Bunu da anlamış değilim. Çünkü bunda da çiçek sektörü kazanıyor. Hatta bazıları çiçekçi ile anlaşmalı olarak geri iade ediyor. Çiçekçi hem satarken hem de alırken kazanıyor. Düğüne çiçek gönderen iş yeri sahibi de bedava reklamını yapmış oluyor, bir faydası da davetliler çiçekleri görünce ’Amma da çiçek gelmiş’ demeleridir.

Çiçekçilik veya zücaciyecilik bir sektördür, yaşaması gerekir. Asla -kazanıyorlarsa- onların kazandıklarında falan gözüm yok. Benim derdim düğün sahibini korumak, kollamaktır; yarasına merhem olmaktır; çam sakızı, çoban armağanı çorbada tuzunun olmasını istemektir. Yok arkadaş! Bana böyle hediye getirildi, ben de böyle götüreceğim, ben yandım, başkası da yansın deniyorsa böyle düşünene sözüm olmaz. O zaman düğünlere yine mutfak eşyası götürmeye devam edelim. Bana da ‘Sana iyi yakmalar’ demek düşer.

Sözün özü, gideceğimiz düğünlere para vermek “Ev alanla, evlenene Allah yardım eder” atasözünün gereğini yerine getirmektir. Konyalıların bu şekil hediyeleşmesi hakkında yazı yazmamdan dolayı gına gelmişse o zaman düğünlerde kap kacak götürmeye son demeliyiz. 27/06/2017

* 01/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Haziran 2017 Pazartesi

Türk çarığı yerine Batı çarığını tercih edenler! *

Sonu -ci, -cı ile biten -izmlerle işim olmadı hiç. Herhangi bir yere aidiyetim yok. Cemaatlerle de bağım yok. Tam yaşayamasam da Allah'ın isimlendirdiği Müslüman kimliğinden başka bir isimle tavsifi kabul etmem. Irkçı bir insan da değilim. Herhangi bir  ırkı ne sever ne de yererim. Çünkü hangi ırktan doğacağım konusunda benim bir tercihimin olmadığını bilirim. Bu yazımda Arap ülkelerini özellikle körfez ülkelerini yönetenlere biraz verip veriştireceğim. Halklarıyla bir sorunum yok. Sorun ülkesini yönetmede Batılıların oyuncağı olan kukla krallardadır.

Malumunuz başını Suudi Arabistan’ın çektiği Körfez ülkelerinin Katar sorunu var gündemimizde. Bir öğretmenin öğrencisine verdiği ödev gibi Katar’ın yapmasını istedikleri 13 maddelik bir ev ödevi var. 13 maddenin her bir maddesi başlı başına sorun ama burada 5.maddeye dikkat çekmek istiyorum: “Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığını derhal iptal et. Katar toprağında Türkiye ile askeri işbirliğini bitir." maddesini okuyunca lafa bak, hizaya gel dedim. Diplomatik dilden yoksun, devlet ciddiyetinden uzak; çölde çadırda yaşamış, insan içine çıkmamış, yol-yordam bilmeyen, görgüsüz bir insanın üslubu bunlarınki. Aklı sıra emir veriyorlar.

Bu çöl bedevilerinin Türkiye ile dertleri nedir diye düşünmeden edemiyor insan. Bunların karın ağrısı ne anlamadım gitti. Yazıklar olsun size! Tüküreceksin yüzlerine. Ama tükrüğüme acırım billahi. İnsanda biraz utanma olur diyeceğim ama benimki de laf yani. İnsan denen varlıkta olur utanma duygusu. Sizler insanlıktan nasibini almamış insan görünümlü varlıklarsınız. Gerçekten Türkiye ile Türk askeriyle ne alıp veremediğiniz var sizin? Size hizmet etmekten başka ne yaptı bu ülke insanı? 

Katar'da ABD üssü de var. Niçin onlardan rahatsızlık duymuyorsunuz?  Yüreğiniz varsa "ABD üssünü de kapat" deyin. O zaman çelişkiye düşmemiş olurdunuz. Çünkü herkes, bunlar yabancı asker istemiyor diye anlayabilirdi. Siz kardinal çarığı göre göre Müslüman çarığına düşman olmuşsunuz. Ama haklısınız. Çünkü iktidarınızı devam ettirebilmeniz onların yolundan gitmenize bağlı. Sizin dilinizden sömürgeci devletler iyi anlıyor. Osmanlı ve Türkiye sizi sömürmediği için kaybetti anlaşılan. Hele Osmanlı, kendisine 'Hadimül Harameyn' diyerek size hizmet etmekten başka bir şey düşünmedi. Ne dilini dikte etti size, ne de sizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarınızı sömürdü. Sizler Arap görünümlü Amerikansınız diyeceğim ama bu da bir değerdir. Siz olsa olsa onların yalakası, işbirlikçisi olursunuz. 

İhanet içindesiniz. Baskı altında yönettiğiniz halka, inandığınız dine, dinin emrettiği ahlaki değerlere, Müslümanlara ve Müslüman alemine karşı hala ihanet içerisindesiniz. İhanetinizde sınır tanımıyorsunuz. Nasıl ki kalite tesadüf değilse sizin ihanetiniz de tesadüf değil.  Siz, İngilizlerle birlik olup Osmanlı’yı arkadan vuran hain atanız Şerif Hüseyin’in neslisiniz. İhanetinizin bedeli olarak sizlere peşkeş çekildi oralar. Siz kim devlet yönetmek kim? Osmanlı’yı parçalamanız sayesinde size o topraklar verilerek sözde bağımsız devlet oldunuz ve o devletin başına da onların ajanı olarak getirildiniz. Sizi hala sağıyorlar. Farkındasınız ama krallığınız onlara bağlılığınıza bağlı. Bu yüzden Türkiye’nin yanında olmanız zaten beklenmez. Ancak Türkiye’yi, Türk askerini düşman olarak görürsünüz.

Yazıklar olsun size! İbrahim peygamberin duası hürmetine karnınız doyuyor bugün. Ümit ederim ki İbrahim peygamber bu beldeyi ilanihaye rızıklandır, demiştir. Eğer öyle değil de faydalandığınız ve Batılıları beslediğiniz deniz maazallah bir gün biterse kim yüzünüze bakar…merak ediyorum. Sizden bir halt ve cacık olmaz. Hata bizdeki sizin gibi beşinci sınıf kişilerden bir şeyler bekliyoruz. Asla birinci sınıf olamazsınız. Kendi ayaklarınız üzere de duramazsınız. O yüzden siz Müslüman çarığı yerine Barı çarığını tercih etmeye devam edin. Yoksa başka türlü oralarda tutunamazsınız. 26/06/2017

* 28/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




23 Haziran 2017 Cuma

Yokluğunu hissetmedi kimse

Ne zaman kurumun işleri sıkışsa izne ayrıldı. Her defasında kendisini kurumunun dışına attı. Haliyle işlerini diğer mesai arkadaşları yaptı. Bu durum bir değil iki oldu. İşini hep başkasının üzerine yıktı dense yeridir. Niçin böyle yapıyor acaba? Belki de yapması gereken işlerin altından kalkamayacağı için yapıyordur. 

Oturduğu koltuktan kalkmadı hiç. Koltuktan emirler yağdırdı. kendisinin asli görevlerini başkasına yaptırdı kurumunda olduğu zamanlarda. Ne amiri ne yapıyorsun dedi, ne de birileri. O, hep bildiğini okudu. Koltuğunda otururken ne yaptığını, ne ürettiğini bilen olmadı hiç. Koltuğundan kalktığı zamanlarda ise emri altındaki mesai arkadaşlarına karşı hep kırıcı oldu. Ne kadar iticilik varsa mıknatıs gibi bünyesinde toplamıştı zira. Konuşması faul, yürüyüşü faul, iletişimi ise sıfırdı. Herkesin gözünde problem üreten bir fabrika idi. Fakat problemin kaynağı olduğunu hiç bilmedi, bilemedi, ya da görmek istemedi. 

Kendi yapması gereken işlerini yapmamasına rağmen başkasından işlerini dört dörtlük yapmasını bekleyecek kadar mükemmeliyetçi bir yapısı var. Kurum personeliyle daha çabuk iletişim kurmak için oluşturulan whatsapp kullanmayı iyi becerdiği, oradan emirler verdiği gözlerden kaçmadı hiç. Başkasına emir vermek için yaratılmıştı sanki. Moral bozmada, kusur bulmada üstüne yoktur. Bu konuda kimse eline su dökemez.

Kurumunun işlerinin sıkışık olduğu zamanlarda zorunlu veya isteğe bağlı olarak kendisine kurum dışına çıkacak şekilde bir iş buldu. O başka işle uğraşırken işini meslektaşları yaptı. İşi de kalmadı. Kurumun işleyişinde bir sıkıntı olmadı. Kimse onun yokluğunu hissetmedi bile. Hatta yokluğunda gönül kırdığı çoğu kimse sevinmiştir bile. 

Yok iken işler aksamadığına, kimse onu aramadığına göre kurumda fazlalık olduğu aşikar. Hatta kurumunda iken yaptığı işleri ağzına yüzüne bulaştırdığından yokluğu varlığından daha elzem dedirtti çoğu kimseye. Yani yokluğu mutluluk, varlığı ise ayak bağı dense yeridir.

Belki de kurumu onun kıymetini bilememiştir, kurumu ondaki cevheri ortaya çıkaramamıştır. Bakarsın gittiği yerde değeri tespit edilir, orada kalır. Böylece kurumu da kurtulmuş olur. 23/06/2017