19 Mayıs 2017 Cuma

Yemek göze mi hitap etmeli? Yoksa mideye mi?

Açık büfe yemek ortamında göze ve gönle hitap eden envaiçeşit yemekleri görmek mümkün. Fakat iştahla yiyebileceğin tadı tuzu olan yemeği ara ki bulasın. Ne tadı var ne de tuzu.

Anladığım kadarıyla buralardaki yemekler mideye hitap etmiyor, sadece gözü doyurmaya yönelik. Firmalar insan psikolojisini biliyor. Bu yüzden sadece gözü doyurmaya çalışıyor. Zaten göz doydu mu mide nasılsa doyar. Gözünün beğendiğini mideye yolladın mı istemez kalsın, açlık bundan iyi diyorsun. Aşçılar da özel seçilmiş olmalı. Öyle aşçı olacak ki  en güzel malzemeden nasıl kötü yemek çıkarabilecek. Zaten bu tür aşçılar da ancak böyle yerlerde çalışabilir.

Bu kadar adı, malzemesi ve görüntüsü güzel yemeği yapmaya zaman ayıracaklarına, o kadar masraf edeceklerine ve çok sayıda eleman çalıştıracaklarına müşterilerin yemek yerine parmaklarını yiyebilecekleri birkaç kap yemek pişirseler, nasıl olur? Hiç de fena olmaz sanırım. Böyle olsa menü zengin değil diye müşteri gelmez. Adamlar haklı. O zaman basacaksın yemeği. Müşteri zibil gibi olur. Nasılsa gelen bir defa gelir. Koşa koşa gelen memnuniyetsiz ayrılır. Onlar ayrılırken diğerleri girmek için sıra bekler. Bu durumda adam yemekleri niye güzelleştirsin, değil mi? Çok bile böylelerine bu yemekler. Şimdi de gözlerini doyurmak için aldıkları yemekleri midelerine indirenler, nasıl hazmedip sindirecekler...onlar düşünsün dursun. Az bile onlara... Firma da aldığı parayı nasıl karların onun hesabını yapsın. 19.05.2017

18 Mayıs 2017 Perşembe

Bu sene okullar erken havlu attı

Eğitim ve öğretim yılının son haftalarında ders işlenirken bir efor düşüklüğü olur. Ölümüne derse girilir, dersler lütfen işlenir. Çünkü kimsede bir istek ve şevk kalmaz. Bir yılın yorgunluğu üzerlerine çöker kalır. Okulun tüm paydaşları uzatmalara oynar. Son iki hafta bu şekilde geçer. Buna alıştı Türkiye.

2016-2017 öğretim yılının kapanmasına daha bir ay var. Bu sene önceki yıllardan çok farklı. Son bir buçuk ay kala herkeste bir boş vermişlik var. Öğrenci okula gelmiyor, gelen öğrenci ders işlenmesini istemiyor. Alıcı olmayınca öğretmenlerin canına minnet. Okul yöneticileri ise okullarında etkinlik üstüne etkinlik yapıyor. Okulunda etkinliğini bitiren bir başka okulun etkinliğine katılıyor. Her bir etkinliğin vazgeçilmezleri var. İlçe MEM ve sendika temsilcileri. Okullar durmadan protokol ağırlıyor bu günlerde. Her etkinlik protokol, her protokol reklam demektir bugünlerde. Ders olmuş olmamış, öğrenci derse gelmiş gelmemiş kimsenin umurunda değil. Önemli olan etkinlikle okulunu gösterirken kendini de ön plana çıkarmak.

Etkinliklerden fırsat bulup derse zaman kalır da az sayıda öğrenci gelirse öğrencileri oyalayacak oyuncağımız da var; akıllı tahtalar. Sağ olsun devlet düşünüp akıl edinmiş bu tahtaları. Öğrenci çantasını, kitabını getirmemiş ama yanlarında seyretmek üzere film arşivleri var. Filmin biri izlenip diğerine geçiliyor. Eğer devlet bu tahtaları düşünmeseydi okulların son günleri nasıl geçecekti? Ders işleniyor ama tahtalarımız çalışıyor şükürler olsun!

Okullarda istenen başarı gelmezse hiç düşünmeye gerek yok. Suçlu belli. Öğrencilerine dersi iyi öğretmeyen öğretmenler. Hepsi para göz zaten. Suçlu belli olduğuna göre faturanın kime çıkacağı da belli. O zaman dert edinmeye gerek yok. Vur patlasın, çal oynasın.

Eğitim öğretimin bitmesine bir ay kala durum bu ise milli eğitimin işi bitmiş demektir. Herkes uzatmalara oynuyor. Herkesin kafası kumda. Hal böyle iken MEB'in ağlayanı yok, sahibi yok. Olan daha hayatın cenderesinden geçmemiş, günaha batmamış taze dimağlara oluyor. Zararı görecek ve çekecek olan da Anadolunun saf insanı maalesef.

Hakkını yemeyelim, okulların bir iyi yönü var; çocuklarımız her türlü sahtekarlığı, düzenbazlığı, yalanı, dolanı buralarda öğreniyor. Buralarda bu şekilde iyi bir şekilde yetiştirilenler sonra piyasaya gönderiliyor. Her okul yetiştirdiği nesil ile ne kadar gurur duysa azdır.

Hasılı, okullar miadını doldurdu, uzatmalar da bitti. Deniz zaten bitti, kum göründü.

Ruhuna fatiha! 18.05.2017


Nice ramazanlara! *

"Recep, şaban derken on bir ayın sultanı ramazan geldi. Bu ay bizim rektifiye ayımız biliyorsunuz. Nefsi terbiye edeceğimiz bu günler biraz çetin geçeceğe benziyor. Malum yaz aylarındayız. İmsak geceye doğru, iftar ise yatsıya doğru koşuyor neredeyse. Bir öğün yemek atlamada içimiz dışımıza çıkarken dile kolay 16 saatten fazla nefsi terbiye için günlük yemeden, içmeden ve şehevi arzulardan uzak kalacağız.

Kim için? Elbette Onun için. Orucumuza kalben niyetleneceğiz, iftarımızı açarken “Allah’ım senin için oruç tuttum, sana inandım, sana güvendim ve senin verdiğin rızıkla iftar ettim.” diyeceğiz. Başka türlüsü de mümkün değil zaten. Hiçbirimiz dünyayı verseler de bir başkası için bu kadar saat aç ve susuz kalmayız. Amacımız rızayı Bari’yi kazanmak.

Zor olmayacak mı? Elbette zor olacak. Gönlümüz, kalbimiz, inancımız oruç tutmak isterken nefsimiz istemeyecek. Nefis: “Bu sıcakta, bu iş-güç arasında, bu kadar uzun bir zaman diliminde oruç tutmak nasıl olacak?” diye bin bir türlü vesvese verecek. Zira Yusuf peygamber, “Şüphesiz nefis, kötülüğü emreder…” demektedir. Nefsin görevidir bu. Nefse teslim olmak ve olmamak meselesidir. Oruç tutmak isteyenlerin çoğu bir sendrom yaşayacak oruca niyetin başlarında. Tıpkı çalışanların ve öğrencilerin haftanın ilk iş gününde pazartesi sendromu yaşadıkları gibi. Haftanın ilk iş günü işine ve okuluna isteksiz giden nasıl alışıyorsa oruca başlayanlar da hemencecik alışıveriyor. Yeter ki “Ya Allah ya bismillah” diyebilsin insanımız. Bunun için samimiyet, azim ve sebat gerekiyor. Yine  insanda mangal gibi yürek olması lazım. Ayrıca imanın bir gereğidir. İçerisinde riyanın olmadığı ibadetlerimizdendir oruç.

Ramazan geldi hoş geldi sefalar getirdi. Başüstüne deyip niyetleneceğiz hulusi kalp ile. Pekiyi ne yapalım ramazanda? Sadece oruç mu  tutacağız? Başka görevimiz yok mu? Var elbette. Dedik ya ramazan bizim için rektifiye ayı. Bu ayın manevi ikliminden faydalanacağız. Zaman depomuzu doldurma zamanı. Her şeyden önce Kur’an ile hemhal olacağız. Çünkü ramazanı mübarek ve değerli kılan, bizim için hayat rehberi olan Kur’an’ın bu ayda inmeye  başlamasıdır. İçerisinde,  bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini barındırıyor. O zaman bir taraftan gündüz saim olurken geceleyin kaim olacağız. Uykuya biraz ara vereceğiz. Hazır şeytanlar zincire vurulmuşken hasat olarak ne toplayabilirsek kardır bizim için. Kur’an’ı okurken ne okuduğumuzu, niçin okuduğumuzu, bize ne dediğini bilerek okumamız lazım. Yoksa günlük yirmi sayfa okumam lazım, ayın sonunda hatmetmem lazım çabası bizi onu anlamaktan alıkoyabilir. Rabbimizden, tuttuğumuz oruçlarımızı kabul etmesini isterken okuyacağımız Kur’an’ı anlamamızı ve anladığımızı yaşamamızı nasip etmesini niyaz ederiz.

Başka ne yapalım? Ramazanın manevi iklimine uygun yaşamak için çaba sarf edelim. Yalan, dedikodu, iftira, suizan vb kötülüklerden uzak duralım, öfkemize hakim olalım, açlık ve susuzluğa karşı sabırlı olalım; eşimizi, dostumuzu kırmayalım, işimizi aksatmayalım, mesaimize riayet edelim, orucu uykuya tutturmayalım, mümkün olduğunca namazlarımızı cemaatle camide kılmaya çalışalım, hayır ve hasenat yönümüzü daha bir ön plana çıkaralım, fukara ve gurabaya iftar vermeye çalışalım, iftar davetlerini ahbap-çavuş ilişkisine döndürmeyelim, iftar davetlerimizi mümkün olduğunca evlerimizde vermeye çalışalım, davetlerde ikram edilecek yemekleri abartmayalım, iftarda fazla yiyerek midemize eziyet etmeyelim. Yemeğimizi yedikten sonra yemek duasının başında okuduğumuz “Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Şüphesiz Allah israf edenleri sevmez.” ayetine  bağlı kalalım. Dilimiz farklı, midemiz farklı telden çalmasın.

Rabbim, içerisinde samimiyetin hakim olduğu ibadetlerimizde devamlı olmayı nasip etsin bizlere. Nefsin arzularına yem olmaktan korusun bizleri. Bu ramazan iklimi Müslümanların birlik ve dirliğine zemin hazırlasın. Bizi bize yaklaştırsın. Bizi bir başkasına muhtaç etmesin. Yalnızlaştırılmaya  ve burnu sürtülmeye çalışılan ülkemize yardım etsin. Orucumuzu tutmada bize kolaylıklar versin.

Birkaç kelam da oruç tutmayanlara…İsteyen oruç tutar, isteyen tutmaz. Kimse oruç tutmadığı için bir başkasını ayıplayacak değildir. Zira tutan kendisine tutar. Asla bizden onlara bir mahalle baskısı, ayıplama ve kınama gelmez. Oruç tutmalarında bir sakınca yoksa bir kardeş tavsiyesi olarak onların da oruç tutmasını gönlümüz arzu eder. Yok, eğer tutmak istemiyorlarsa  “Biri yer biri bakar, kıyamet işte ondan kopar” atasözüne ve kültürümüze uygun bir şekilde yeme ve içmelerini daha tenha, daha ıssız yerlerde yemelerini bekliyoruz onlardan. Buna da hakkımız var diye düşünüyorum. İnşallah onları da en kısa zamanda aramızda oruç tutarken görmek isteriz.

Biz oruç tuttuk/tutuyoruz/tutacağız. Karşılığını da sadece ondan bekliyoruz. Çünkü O, "Oruç, benim rızam için tutulmuştur. Bana aittir, mükâfatını da ben vereceğim” buyurmaktadır.

Birlikte nice ramazanlara inşallah! 17/05/2017

* 27/05/2017 tarihinde Pusula  gazetesinde yayımlanmıştır.