29 Nisan 2017 Cumartesi

Kutsal Topraklarda yapılan kavgayı nasıl okumalı? *

Bir cemaate mensup iki ayrı grubun yaptığı kavga konuşuluyor şimdi. Hangi ajansı açsanız bununla ilgili habere ulaşabilirsiniz. İçlerinde 8 yaralı varmış. Olay da Kutsal Topraklarda, Kabe’ye bir km uzaklıkta geçiyor. Anlaşılan taraflar Türkiye’de geçmişi olan anlaşmazlıklarını umrede kavgaya dönüştürerek ibadetlerini taçlandırmışlar. Ne denir bu habere? Ancak şapka çıkarılır ve tebrik edilir.

Kavganın seçildiği yer, emin belde.  Taraflar ise bir cemaat üyesi…şahane gerçekten. Haber olacaksan kavga edeceğin yeri iyi seçeceksin. Bu kavga Türkiye’de olsa haber değeri olur ama tıklanma rekorları kırmaz. Tarafları ve bunları yetiştiren camiayı bu açıdan tebrik etmek lazım. İşi yaralamayla bırakmışlar, öldürmeye güçleri yetmemiş, bir de öldürselerdi İslam dünyasının tarihine geçerlerdi. Ha gayret bakalım, daha vakitleri var, gelmeden önce umarım bunu da başarırlar. Bu işi Kabe’nin hemen dibinde yapsalardı daha iyi olurdu. Sanırım niyetleri de bu idi. Ama kavga bu. Kan gibidir. Nasıl ki akacak kan damarda durmuyorsa kavga da hedeflenen yerde her zaman gerçekleşmeyebilir. Ah o ham müritler yok mu? Kinlerini menzile varmadan hemen boşaltıverdiler.

Ülkemizdeki fırsatçılar bu küçük kavgayı hemen eleştiri bombardımanına tutabilirler. Onlar art niyetlidir. Halbuki bu iki güzide grubu bu yaptıklarından dolayı eleştireceğimize niyetlerini anlamaya çalışsak nasıl olur? Belki de bu kardeşlerimiz kutsal beldede kalmak için bu kavgaya tutuştular. Ne de olsa sayılı günler için gittiler. Süresi doldu mu bunları uçağa bindirip yolcu edecekler. Birbirlerini orada kıracaklar ki ölüp-öldürdükten sonra orada yani Cennetü’l Mualla mezarlığına defnedilecekler. Böylece mukaddes bölgede kalma imkanları olacaktı. Varsa ufak-tefek günahları onlar için şefaat edecek yakın kimseleri de vardır zaten. Bu kişilerin gördüğüm kadarıyla niyetleri halistir.

Hemen bu olaydan hareketle Türkiye’deki cemaatleri masaya yatıranları da iyi niyetli olarak görmemek lazım. Cemaatler yaşamalı, yaşatılmalı ki değerleri böyle yerlerde ortaya çıksın. Kim yapabilir bu kavgayı mübarek beldede. İçki içen, kumar oynayan ve dini duyarlılığı olmayan insanlara para verseniz bu işi Kabe’de yaptıramazsınız. Hatta, “Belki içki içeriz, dini yaşamayız ama bu işi Allah’ın evinde yapacak kadar düşmedik” gibi bir bahane de bulabilirlerdi. Birilerinin dediği gibi, cemaatlere saldırının arkasında İslam var sözünü yabana atmamak lazım. Bu cemaatleri ve mensuplarını iyi beslemek lazım ki istediğin kavgayı istediğin yerde sorgulamadan yapabilsinler. Bize de akıllarını sorgulamayacak adamlar lazım. Zaten istediğimiz de bu değil mi? Önemli olan cemaatlerin yaşaması. İslam nasıl olsa olur. İt ürür, kervan yürür misali bizler kafamızı kuma gömüp yolumuza devam edelim. Bu İslami cemaatlerin yaptığı kavgada mutlaka bir hikmet arayalım. Hatta daha iyi besleyelim. Çünkü anlaşılan yemleri yeterli gelmedi ki birbirlerini öldüremediler.

Türkiye’deki cemaatleri denetim ve kontrol altına alalım diyen kişiler de çıkacaktır bu olaydan sonra. Para giriş ve çıkışlarını kayıt altına alalım. Buralarda İslam adına ne anlatılıyor diyenleri de kulak ardı yapalım. Cemaatlere hiç sesimizi çıkarmayalım. Onlar istedikleri gibi at koştursunlar. Her yaptıklarında biz bir hikmet arayalım. Hatta etkili ve yetkili kişiler olarak bu cemaati ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerinde bulunalım. Cemaatin yetkililerinin “Efendim! Cemaatimize karşı bir algı operasyonu yapılıyor, aramıza fitne sokmaya çalıyorlar, bugün bu kavgada taraf olan kardeşlerimiz karıncayı bile incitmezler, cemaatimiz nazara geldi” derlerse de sorgusuz sualsiz kabul edelim.

Helal olsun, size yiğitlerim. Haya perdesini de şükürler olsun Kabe’de attınız. Kim tutar sizi bundan sonra. Haydi göreyim sizi! 29/04/2017 

* 03/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Nisan 2017 Cuma

Bazılarında eşeklik bakidir

Bu yazımda konu edindiğim eşeğin gerçek hayattaki dört ayaklı eşekle bir alakası yoktur. Buradaki eşek, insanlıktan nasibini almamış iki ayaklı bir eşektir. Herkesin bildiği eşeğe hakaret anlamı taşımaz. Konu edindiğim kişi/kişileri anlatmak için bu hayvan seçilmiştir.

Buradaki iki ayaklının dört ayaklıdan farkı sadece okumuş olmasıdır. Dört ayaklı eşek bir defa okuyamadığından kendini cahil bilir. Hiç bıkıp usanmadan eşekliğine devam eder. Tekerleğin icadından önce ve sonrasında insanlara binek görevi ifa etmiş, ömrü yük taşımakla geçmiştir. Zaman zaman anırır. Anırmasında hiç makam yoktur. Sesi de güzel değildir. Seslerin en çirkini olmasına rağmen zamanlı zamansız anırır. Kimse de niye anırdığını bilmez. Kim bilir belki de "Benden bu kadar faydalandığınıza göre benim kahrımı da çekeceksiniz, benim kahrım anırmak" demek istiyordur. Önüne sapını-samanını koydun mu ondan iyisi yoktur.

İki ayaklı olanı dört ayaklı olana kurban olsun bir defa. Çünkü iki ayaklı eşek okumuştur okumasına. Bir kesere sap olmuştur olmasına. Ama adam olamamıştır. Hani bir baba oğluna: "Oğlum sen adam olmazsın" demiş de oğlu, okumuş kaymakam olmuş ve gün bugün deyip babasını makamına getirtmiş ve babasına "Bak! Ben koskoca kaymakam oldum" deyince babası: "Oğlum, ben sana kaymakam olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim. Gördüm ki, olamamışsın. Eğer olsaydın, babanı ayağına getirtmezdin" diyerek kendisine caka satmak isteyen oğluna haddini bildirmiştir. Okumak bir defa haddini bilmektir. Madem fıkra ile başladık, yine devam edelim bir fıkrayla. Adamın adını zamanında eşek koymuşlar. İnsanlar eşek gel, eşek git dedikçe zoruna gidiyormuş. Hanımı: “İhtiyar heyetine git, sana yeni bir isim versinler” diye akıl verir. Adam heyete durumunu anlatır. Heyet buna yeni bir isim verir. Sevinçle evine gider. Hanımına müjdeyi verir. Hanım, artık adımı değiştirdim” der. Ne koydular diye hanımı sorar. Heyet oy birliğiyle adımı sıpaya dönüştürdü” deyince kadın gülmeye başlar: “Behey akılsız, niye itiraz etmedin? Bir defa sıpa eşeğin yavrusuna verilen isimdir. Bu durumda sen büyüyünce yine eşek olacaksın, bu gidişle sen eşeklikten kurtulamayacaksın” der.

Okumak güzeldir. Çünkü insana değer katar. Ama bazılarında bu değerin ‘de’si bile görünmez. Çünkü tahsili ondan sadece cehaleti alır, eşekliği ise baki kalır. Okur görev alır. Daha iyice pişmeden gözünü yukarıya diker. Çünkü çalıştığı alanda verimli değildir. Ayrıca çalışmakta da gözü yoktur. Nasılsa idareci olmak için bir kriter de yoktur. Kabiliyetli, çalışkan, liyakatlı ve ehliyet sahibi olman şart değildir. Hırlı-hırsız, tacizci olman fark etmez. Bunun için geçer akçe bir sendikaya üye olmaktır. Üye oldun mu en azından bir yerde idareci olarak işe başlar, bir koltuk sahibi olursun. Bayan isen yönetici olman daha kolaydır. Çünkü yönetici görevlendirme yönetmeliğine göre bayan kontenjanları vardır. Her bayan yönetici olmak istemediğine göre emsallerine göre şansı daha yüksektir. Koltuğa yapıştın mı dünya senindir artık. Kolay kolay kalkmazsın.

Daha ne ister insanoğlu bu durumda. Allah’tan istedi bir göz, Allah verdi ona iki göz. Daha dün işini beceremeyen bir öğretmendi, nasıl gelecek bu emeklilik derken Allah ona bir başka kapı açtı. Hele koltukta otururken ayağına çağırıp insanlara emir vermenin keyfi bir başkadır. Dört köşe yapar insanı. Sevmediği, nefret ettiği kişileri ezmek için bir fırsattır bu koltuk. Köyüne muhtar seçilen adam gibi tepeden bakar onlara. Hani adam muhtar seçildikten sonra eşiyle birlikte balkonda yemek yerken aşağıdan geçen insanları hanımına göstermiş: Hanım! Daha dün biz de şu adamlar gibiydik, hey gidi günler hey!” demiş ya. İşte öyle. Çünkü bu koltuğa oturmak öyle her kişinin harcı değildir. Haftalık gireceği derslere de girmesine gerek yok. Çünkü işinin yoğun olduğunu öne sürer. Sıkıldıkça egosunu tatmin edecek bir iş bulur.

Bu tiplerin sayısı az değil. Ne oldum delisidir bunlar. Yaptığı işi önemseyen, oturduğu evrak memurluğu koltuğunu bir şey sanan zavallılardır. Ekranın karşısında otura otura mayışır, bir müddet sonra beyni de uyuşur. Ne yaptığını, kimi kırdığını bile bilmez. Bu tipler okumuştur ama diplomalı cahillerdir. Bir yere kritersiz geldiği için o koltuğun hakkını vermeye de çalışmaz. Böylelerinin durumu kendisine miras kalan hayırsız evlat gibidir. Har vurur, harman savurur. Gününü gün eder. Etrafını kırar geçirir. Herkesi kırdıkça egosunu tatmin eder. Sorunun kaynağı kendisinin olduğunu bilmeden başkasını düşman beller. İletişime de kapalıdır. Kafasını kuma gömen deve kuşu misalidir bunlar. Kendisini ekrana gömer, sağa-sola emirler verir. Orta yerde sorun olduğu zaman da suçu kendisinde bulmaz. Hırçınlığını, iç kavgasını başkasını ezerek unutmaya çalışır. Bu tipler bok böceği gibidir. Hani o böcek kendi pisliğini yuvarlarken bir taraftan da etraf ne kadar pis kokuyor diye burnunu tıkarmış. Maalesef sorunun kaynağı olduğunu nasıl bok böceği bilmiyorsa bunlar da bilmiyor. Yine iki ayaklı eşekliklerine devam ediyorlar. Bu tiplerin üzerine altın semer de vursan eşek yine eşektir. Ama suç bunlarda değil, hiçbir kriter koymadan alıp bunlara koltuk verenlerdedir. Sayıları çok mu dersen çevreni biraz gözlemle, mutlaka bulursun böylelerini. Sözüm meclisten ve görevini yapan kişilerden dışarıdır. 28/04/2017

27 Nisan 2017 Perşembe

8.sınıflar bundan sonra ne yapacak? *

Sekizinci sınıf öğrencileri Kasım ayında birinci TEOG, Nisan ayının son haftasında da ikinci TEOG sınavlarına girdiler. Öncelikle çocuklara geçmiş olsun diyelim. Bir geçmiş olsun da okullara diyelim.

Çocukları anladık da okullara niye geçmiş olsun dediğim garibinize gidebilir. Okulların kapanmasına daha 1,5 ay gibi bir zaman var. 8.sınıf öğrenciler liseye yerleşmede yüzde yetmiş etkisi olan birinci ve ikinci sınavlarını oldular. Bu çocuklar aylarca çalışıp didindiler. Bütün bildiklerini de 26 ve 27 Nisan’da ortaya döktüler. Bundan sonra derslere nasıl adapte olacaklar, nasıl okula devam edecekler, nasıl ders dinleyecekler, öğretmen bunlara nasıl ders anlatacak? Artık top ders öğretmeninde. Odaklandığı sınavlara girmiş, hedefini bitirmiş bu çocuklar okullarda hayredecekler mi?

Sınavlardan sonra derslere odaklanmak zor. Çünkü bizde eğitimden ziyade sınavlara odaklanılır. Sınav merkezlidir bizde eğitim. Sınavlardan sonra  öğrencilerin çoğunda bir boş vermişlik olacaktır. Sınıfta ders dinlemek istemeyen öğrenciye ders anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Çünkü öğrencilerin karnı bundan sonra ders dinlemeye toktur. Tok misafiri ağırlamak nasıl zorsa sınavdan sonra bu çocukları derse motive etmek de bir o kadar zordur. Allah bundan sonra bu çocukların dersine giren öğretmenlere ecir ve sabır versin.

Çoğu öğrenci okula doğru dürüst gelmeyecek, gelen de dersi işletmemek için her yolu, her kozu oynayacak. Öğretmen ise dersi anlatmak için didinip duracak. Sınavları bitirdikten sonra hedefi olmayan öğrenciye kim ne verebilir? Okula doğru dürüst gelmeyen öğrenci sağda-solda gününü gün edecek. Okula geldiğinde ise dersi dinlemeye karşı kulağını kapatacak. “Söz dinleyene göre söylenir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker” der Celalettin Rumi. “Marifet iltifata tabidir.” Yine “Müşterisiz meta zayidir” denir bizde.

O zaman ne yapmalı? Öğrencileri dönem bitinceye kadar okula ve derse bağlamanın yolu ikinci TEOG sınavlarını MEB’in olabildiğince geç yapmasıdır. Mayıs’ın son haftası aslında sınav yapmak için en uygun ortamdır. Nedense MEB, dönemin ortasında yapmak suretiyle işin içinden çıkmaktadır. Sanırım Bakanlık, sınava giremeyen öğrenciler için yapılacak telafi sınavını ve sorulara yapılacak itiraz süresini de dikkate alarak Nisan ayının son haftasında yapıyor. Bakanlık bu gerekçesinde haklı olabilir. Ama sınavını bitirmiş bir öğrenciye Nisan ayından sonra yapılacak eğitim ve öğretimin verimini de düşünmelidir. 

MEB'in önceliği sınavı yapıp işi bitirmek olmamalı, okullardaki eğitim ve öğretimi de düşünmeli. Mayıs ayının son haftasında yapılacak sınavın okunması, sonuçların açıklanması, tercih süreci var denirse MEB mutlaka bir yolunu bulur. İnanın şimdi sonuçları okumak ve açıklamak fazla bir zaman almıyor. Birkaç günde okunabiliyor. Yerleşme sürecini biraz uzun tutuyor. Pekala tercih süresi kısaltılabilir. 27/04/2017

*06/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.