26 Nisan 2017 Çarşamba

Dört doğruya bir doğru da bizden

Türkiye sınav ülkesi dense yeridir. Ortaokulu bitirince başlayan merkezi sınav maratonu üniversiteye girme, sonrasında da devlette bir işe girmek için KPSS ile devam eder. Sınavların genelinde dört yanlışın bir doğruyu götürmesi şeklinde bir sistem uygulanır. Bildiğim kadarıyla bunun tek istisnası TEOG sınavıdır. Bu sınavda yanlışlara verilen cevaplar doğruyu götürmüyor.

Bugün milyonlarca ortaokul öğrencisinin ter döktüğü TEOG sınavları yapılıyor. Bir gün öncesinde televizyonlarda ne var ne yok diye kanalları gezinirken sahasında uzman biri sınavla ilgili öğrenci ve anne-babalara tavsiyelerde bulunuyordu. Biraz dinleme imkanım oldu. Konuşmasının sonlarına doğru “Bu sınavda dünyada bir ilk olarak yanlışlar doğruyu götürmüyor. Yani yanlış yapmanın öğrenciye bir zararı yok. Öğrencinin boş bırakmamasını öneririm. Yapamadıklarını rastgele atmaktan ziyade doğru yaptıkları seçeneklere bir göz atmasında fayda var. Diyelim ki öğrenci en fazla işaretlediği doğru seçenekler  A ve C seçeneklerinde yoğunlaşmış ise boş bıraktığı seçenekleri B ve D seçeneklerine paylaştırması yerinde olur. Çünkü üç aşağı beş yukarı doğru seçeneklerin dağılımında bir oran vardır. Doğru olarak tutturma ihtimali daha yüksek…” şeklinde tüyolar veriyordu. Bu şekil kopyayı vermek için işin uzmanı olmak gerekmiyor. Bizde zaman zaman öğrencilere bu şekilde yol gösteriyoruz. İşin garibi buna yol gösterme diyoruz. Atmanın ve sallamanın mantıklıcası da denebilir buna.

İşin uzmanı olanların veya uzmanı geçinenlerin gösterdiği bu yöntemi görünce doğruyu bulma yöntemlerimize şaşırmadım değil. Maalesef eğitimde geldiğimiz nokta bu. Doğruyu bul da nasıl bulursan bul. Atmanın acaba başka yöntemi olamaz mı? Aşağıda sanal alemden alıntıladığım fikir babasının kim olduğunu tespit edemediğim bir öneri var. Üzerinde düşünmeye değer. “Neden sınavlarda ‘4 yanlış bir doğruyu götürür’ şeklinde bir uygulama ile
öğrenciler cezalandırılırlar da; ‘4 doğru bil, bir doğru da bizden’ şeklinde bir kampanya başlatılıp zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?” Öneriyi nasıl buldunuz bilmiyorum ama kanaatimce uygulanmaya değer. Çünkü bilinçli yapan, doğru yapacağım diye kendini riske atan öğrenciye bir ödül söz konusu burada. Öğrenci boş bıraktıklarını rastgele işaretlemektense bilerek işaretlemesine bir katkı var. Tamam, yanlış yapan öğrenci yaptığı yanlıştan dolayı cezalandırılmasın. Ama atmaktan ziyade “Ben bu soruyu bilmiyorum” diye boş bırakmasında fayda var. Çünkü bilmiyorum demek ilmin yarısı denir bizde. Kişinin kendisini bilmesidir bu. Hatta “Lâ edri” diye ifade edilir çoğu kimse tarafından.

“Dört doğruyu bil, bir doğru da bizden” uygulaması puan eşitliğinin de önüne geçebilir. Öğrenci merkezi sınavlarda 100 tam puan alacaksa bu şekilde 125 tam puan almış olur. Eğitim sistemimizde uygulamadığımız sistem kalmadı. Bir de bunu uygulasak sanırım kıyamet kopmaz. Eksileri çıkarsa atarız çöpe. Yerine yeni bir sistem buluruz. Bu konuda çok tecrübeliyiz değil mi? 26/04/2017


Endişenizde haklısınız bayım! *

Hepimiz biliriz ki Kandil PKK'nın yuvalandığı yer. PKK şimdi ikinci bir karargah için Sincar'ı üst seçmiş durumda. Türkiye, PKK'nın ikinci bir yerde yuvalanmasının önüne geçmek için hava harekatı düzenledi. ABD Dışişleri Bakanlığı, “TSK'nın Sincar'a yaptığı operasyon sonrası endişeli olduğunu” belirten bir açıklamaya yer verdi.

Türkiye'nin stratejik ortağını endişelendirmeye hakkı yok diye düşünüyorum. Sonra biz kimiz ki operasyonumuzla dünyaya dizayn veren büyük bir ülkeyi endişelendirmek. Ne haddimize. Derhal Türkiye hava harekatını durdurmalı. Türkiye'nin dostlarımızın midesini bulandırmaya hakkı yok. Yerini ve haddini bilmeli. Stratejik ortağımız az mı çaba sarf etti, az mı masraf etti PKK'yı kurmak, beslemek ve büyütmek için. Sonra insafa sığar mı daha yeni yerleşen örgütü daha tam yerleşmeden bombalamak. Bizde su içerken  bile yılana dokunulmaz.  Ayrıca dostumuza lazım bu örgüt. Onlar oraya iyice yerleşecekler ki efendilerinin hizmetine koşacaklar. Yerine iyice yerleşemeyen amirinden aldığı emirleri nasıl yerine getirecek? Türkiye sınırlarını aştı iyice. Bir defa sınırları dışında bir yere Türkiye’nin operasyon düzenlemesi hoş değil. Bu, Türkiye’nin işi değil. Türkiye’nin işi ülke sınırları içerisine bir terörist girerse ya o teröristi görmezden gelecek, ya “Beyefendi! Lütfen silahını indirir misin,” diyecek. Teröristle asker veya polis arasında çatışma çıkacak. Terörist elindeki silahla karşısındakileri tarayacak. Yeterince güvenlik kuvvetlerimizi öldürdükten sonra canı alınacak. Çatışma sonucunda şehit olan güvenlik güçlerimiz için siyasiler: “Bunun kanı yerde kalmayacak” şeklinde açıklama yapacak. Ardından şehitlerin cenaze törenine katılacak. Yaralı ailesine baş sağlığı dileyecek. Şehit ve gazi ailelerinin özlük haklarını iyileştirecek…Bu, yıllardır böyle idi. Şimdi ne oldu da Türkiye değişti. Hem içerideki teröristlere göz açtırmıyor, hem de ülke sınırları dışarısında operasyona imza atıyor. Bir defa Türkiye çizmeyi aştı. Türkiye’nin görevi pansuman tedbirlerle uğraşmak. Terörü kesin yok etme gibi bir görevi yok. Sonra bir örgüt kolay mı kuruluyor? Maliyetini hiç düşünüyor mu Türkiye. Bu böyle gidemez.

Türkiye kabuğuna çekilmeli, kendi başına ülkesini korumak için inisiyatif almamalı. Başta stratejik ortağımız olmak üzere 1963 yılından beri kapısında beklediğimiz AB ülkelerini endişelendirmeye mahal vermemeli. Hatta gidip Sincar’ın alt yapı vb hizmetlerini kendi elleriyle yapmalı. Attığı her bir bomba, öldürdüğü her bir terörist için binlerce kez özür dilemeli; verdiği zarardan dolayı örgüte, öldürdüğü her bir can için ailelerine yüklü maddi tazminat ödemeli. Bir terörist kolay mı yetişir sanıyor Türkiye. Bundan sonra da bir harekata kalkışmamalı. Eğer iç siyaset için bir operasyon yapacaksa önce stratejik ortağımıza günler öncesinden haber vermeli. Ortağımız da örgütün ileri gelenlerine haber uçurmalı. Örgüt de geçici bir süreliğine Sincar’ı boşaltmalı. Türkiye uçakları da boşaltılmış karargahın taşını toprağını bombalayarak zayiat vermeden geri gelmeli.

Ben bugüne kadar ülkemin başka ülkeden hiç özür dilemesini istemedim. Ama bu defa durum farklı. Türkiye dostlarımıza endişe veren bu haddini bilmez operasyonundan dolayı mutlaka birinci elden özür dilemelidir. Bir defa Türkiye’nin sonuç alma gibi bir görevi yoktur. Önemli olan dostlarımızı memnun etmektir. Hasılı yıllardır peşinden koştuğumuz, bir dediklerini iki etmediğimiz ağabeylerimize karşı çok ayıp etmiş oluyoruz. 26/04/2017



* 29/04/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bizde seçim kaybetme gerekçeleri

Ülkemizde yapılan seçim veya referandumlarda kazanan ve kaybeden partiler, seçim sonrası seçim analizlerine yer verir. Analizlerin bir kısmı makul olmakla beraber özellikle seçimi kaybedenlerin analizleri iyi bir öz eleştiri yapmaktan ziyade nesnellikten uzak, kazananı ve seçmeni suçlar nitelikte olur hep.

Kaybedenlerin veya kaybedenleri destekleyenlerin seçim değerlendirmesi diye ortaya koydukları kendilerini ve seçmenini tatmin etmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü yaptıkları, değerlendirmeden ziyade mağlubiyete gerekçe bulmak, bahane üretmek ve mağlubiyete kılıf bulma amacı taşır. Her mağlubiyetten sonra her türlü alternatif düşünülür, sonuçlar enine boyuna tartışılır. Burada mindere çıkıp kaybeden asla kendisinde bir hata bulmaz. Her bahane ile koltuğunu garanti altına alır ve partisinde tartışılmaz tek adam olmaya devam eder. Akıllarına gelmeyen tek şey partide bayrağı bir başkasına vermedir.

Mağlubiyet gerekçelerinin bir kısmına göz atalım. “Efendim, seçim eşit şartlarda yapılmadı. İktidar orantısız bir güç kullandı, devletin tüm imkanlarını seferber etti. TV kanalları bizi yeterince göstermedi, propaganda yapmamıza izin verilmedi…vs.” Bizde yapılan her seçimde ben hiç seçim ekonomisi uygulamıyorum diyen iktidar mutlaka devletin imkanlarını seçimlerde kullanır. Muhalefetin söylediği bu gerekçe makul ve mantıklı görünmekle beraber iktidarın bu yaptığı seçim sonuçlarını etkilemez. Eğer öyle olsaydı hiçbir iktidar muhalefete düşmezdi. Geriye dönük Türkiye seçimlerini incelersek arka arkaya seçim kazanan iktidarın sayısı fazla değildir. Gerekçe bulanların gözden kaçırdığı bir şey var. Bu millet sağduyu sahibidir. Feraset ve basirete göre oy verir. Oy verirken de iktidar olanaklarını fazla kullanana, her ilde miting yapana göre vermez. Vatandaşın oy vermede genelde tercih ettiği mağdur olan veya mağdur olduğuna inandığı bir parti varsa oyu o tarafa doğru kayar. Bu millet hapiste yattığı halde bazı kişileri vekil seçmiştir. Televizyonların bir iki cümleyle geçiştirdiği partileri iktidara taşımıştır. Türkiye siyaset tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bu yüzden bu bahane seçmen nezdinde genel geçer bir mazeret değildir. Seçimde hile var, oylar değiştirildi…vb gerekçeler ise mazerete kılıftan başka bir şey değildir. Şunu herkes bilir ki sandık kurullarında her partinin temsilcileri olur. Birlikte tutulan tutanak sandık başkanı tarafından ilçe seçim kuruluna teslim edilmeden sandık üyeleri veya parti müşahitleri tarafından partilere ulaşıyor. Bence seçim kazanamayan siyasi partiler mazerete kılıf bulacağım diye halkın gözünde gülünç duruma düşüyorlar.

Muhalefetin niyeti gerçekten seçim sonuçlarını enine boyuna nesnel bir şekilde değerlendirmek ise bunun için Amerika’yı yeniden keşfe, öyle uzun uzadıya toplantı yapmalarına gerek yok. Oturup adamakıllı, “Seçmene kendimizi yeterince anlatamadık, anlattıklarımızda seçmen bizi ikna edici bulmadı, biz bu seçim atmosferinde şu şu hataları yaptık, aday tercihinde isabet ettiremedik, seçmenin dilini anlayamadık, vatandaş bizi değil, x partisini seçti. Seçim sonuçlarına saygı duyuyoruz…” deseler inanın vatandaş onları takdir eder. Seçmenin istediği siyasi partinin,  kendi öz eleştirisini yapmasıdır. Her seçimden sonra yenilgiye gerekçe üretmek bir sonraki seçimi de kaybetmektir. Çünkü kendini görmüyor demektir. Kafasını kuma gömen deve kuşu misalidir bu. İyi bir öz eleştiri bir sonraki seçimin ucundan tutmak demektir. Kazanmaya odaklanma demektir.
İktidara gelen parti de kendisini yenilemez ve zafer sarhoşluğuna devam ederse vatandaş onu da sandığa gömer. Vatandaşın önünden giden partiler hep el üstünde tutulur. Kendini seçmenini anlamaya adayan partiler sürekli çıtasını yükseltir. Hep aynı yerinde duran, seçmenin gidişatını okuyamayan siyasi partiler ise her seçimde bildik oylarını almaya devam ederler. 26/04/2017