Ana içeriğe atla

Bizde seçim kaybetme gerekçeleri

Ülkemizde yapılan seçim veya referandumlarda kazanan ve kaybeden partiler, seçim sonrası seçim analizlerine yer verir. Analizlerin bir kısmı makul olmakla beraber özellikle seçimi kaybedenlerin analizleri iyi bir öz eleştiri yapmaktan ziyade nesnellikten uzak, kazananı ve seçmeni suçlar nitelikte olur hep.

Kaybedenlerin veya kaybedenleri destekleyenlerin seçim değerlendirmesi diye ortaya koydukları kendilerini ve seçmenini tatmin etmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü yaptıkları, değerlendirmeden ziyade mağlubiyete gerekçe bulmak, bahane üretmek ve mağlubiyete kılıf bulma amacı taşır. Her mağlubiyetten sonra her türlü alternatif düşünülür, sonuçlar enine boyuna tartışılır. Burada mindere çıkıp kaybeden asla kendisinde bir hata bulmaz. Her bahane ile koltuğunu garanti altına alır ve partisinde tartışılmaz tek adam olmaya devam eder. Akıllarına gelmeyen tek şey partide bayrağı bir başkasına vermedir.

Mağlubiyet gerekçelerinin bir kısmına göz atalım. “Efendim, seçim eşit şartlarda yapılmadı. İktidar orantısız bir güç kullandı, devletin tüm imkanlarını seferber etti. TV kanalları bizi yeterince göstermedi, propaganda yapmamıza izin verilmedi…vs.” Bizde yapılan her seçimde ben hiç seçim ekonomisi uygulamıyorum diyen iktidar mutlaka devletin imkanlarını seçimlerde kullanır. Muhalefetin söylediği bu gerekçe makul ve mantıklı görünmekle beraber iktidarın bu yaptığı seçim sonuçlarını etkilemez. Eğer öyle olsaydı hiçbir iktidar muhalefete düşmezdi. Geriye dönük Türkiye seçimlerini incelersek arka arkaya seçim kazanan iktidarın sayısı fazla değildir. Gerekçe bulanların gözden kaçırdığı bir şey var. Bu millet sağduyu sahibidir. Feraset ve basirete göre oy verir. Oy verirken de iktidar olanaklarını fazla kullanana, her ilde miting yapana göre vermez. Vatandaşın oy vermede genelde tercih ettiği mağdur olan veya mağdur olduğuna inandığı bir parti varsa oyu o tarafa doğru kayar. Bu millet hapiste yattığı halde bazı kişileri vekil seçmiştir. Televizyonların bir iki cümleyle geçiştirdiği partileri iktidara taşımıştır. Türkiye siyaset tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bu yüzden bu bahane seçmen nezdinde genel geçer bir mazeret değildir. Seçimde hile var, oylar değiştirildi…vb gerekçeler ise mazerete kılıftan başka bir şey değildir. Şunu herkes bilir ki sandık kurullarında her partinin temsilcileri olur. Birlikte tutulan tutanak sandık başkanı tarafından ilçe seçim kuruluna teslim edilmeden sandık üyeleri veya parti müşahitleri tarafından partilere ulaşıyor. Bence seçim kazanamayan siyasi partiler mazerete kılıf bulacağım diye halkın gözünde gülünç duruma düşüyorlar.

Muhalefetin niyeti gerçekten seçim sonuçlarını enine boyuna nesnel bir şekilde değerlendirmek ise bunun için Amerika’yı yeniden keşfe, öyle uzun uzadıya toplantı yapmalarına gerek yok. Oturup adamakıllı, “Seçmene kendimizi yeterince anlatamadık, anlattıklarımızda seçmen bizi ikna edici bulmadı, biz bu seçim atmosferinde şu şu hataları yaptık, aday tercihinde isabet ettiremedik, seçmenin dilini anlayamadık, vatandaş bizi değil, x partisini seçti. Seçim sonuçlarına saygı duyuyoruz…” deseler inanın vatandaş onları takdir eder. Seçmenin istediği siyasi partinin,  kendi öz eleştirisini yapmasıdır. Her seçimden sonra yenilgiye gerekçe üretmek bir sonraki seçimi de kaybetmektir. Çünkü kendini görmüyor demektir. Kafasını kuma gömen deve kuşu misalidir bu. İyi bir öz eleştiri bir sonraki seçimin ucundan tutmak demektir. Kazanmaya odaklanma demektir.
İktidara gelen parti de kendisini yenilemez ve zafer sarhoşluğuna devam ederse vatandaş onu da sandığa gömer. Vatandaşın önünden giden partiler hep el üstünde tutulur. Kendini seçmenini anlamaya adayan partiler sürekli çıtasını yükseltir. Hep aynı yerinde duran, seçmenin gidişatını okuyamayan siyasi partiler ise her seçimde bildik oylarını almaya devam ederler. 26/04/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde