8 Nisan 2017 Cumartesi

Cuma Mesajları

Haftada bir telefonumdan uyarı gelir: Telefonunuzda güncellenmeyi bekleyen programlar var. Hafızanız dolu olduğu için güncelleme yapılamıyor diye. Kullandığım ve işimi gören programların nesini güncelliyorlar. Bunu da anlamış değilim ama neyse. Derdim şimdi bu değil.

Derdim telefonumun hafızasının dolması. İçinizden bu da sorun mu? Alırsın bir hafıza-bellek, olur biter diyebilirsiniz. Onu da alıp taktım. Üstelik 32 gb. Fakat telefonun özelliğinden midir bilmem. Telefonuma gelen her türlü bilgi, doküman ve belge dahili bellekte depolanıyor. Bilgisayar mı bu, bu kadar belge ile işin ne diyebilirsiniz? Belge dediysem fotoğraf. Yani belirli günler için özellikle cuma günler adına gönderilen, "hayırlı cumalar" mesajları.

Bir hafta on gün geçti mi, gelen fotoğraf görünümlü mesajlar telefonun belleğini dolduruyor. Sık sık gelen hafızanız dolu uyarısından sonra işi-gücü bırakıp gelen cuma mesajlarını silmeye oturuyorum. Üstelik bu defa telefonumdaki tüm fotoğrafları da silerek hafızayı sıfırladım. Artık bundan sonra dostlar rahat bir şekilde cuma mesajları gönderebilirler.

Sağ olsun, eş-dost bıkıp usanmadan haftada bir cuma ile ilgili hayır dileklerini gönderirler bana. Dertleri benim cumamı mı kutlamak, yoksa belleğimi mi doldurmak...bunu da anlamış değilim. Tek mesaj gönderse yine gam yemeyeceğim. İyi dilek ve temennileri hem whatsapp, hem mesaj yoluyla geliyor. Anladığım kadarıyla kime ne gönderdiğini bilmiyor. Telefonundaki kayıtlı herkese aynı anda gönderiyor. Bazıları ile aynı zamanda whatsapp grubumuz var. Aynı mesajı hem whatsapp grubundan hem de özelden gönderiyor. Telefonun aynı anda iki defa gönderme özelliği yoksa öyle zannediyorum, filtrelemeden, kime gönderdiğine bakmadan bulduğu hayırlı cumalar şablonunu gönderiyor. Üstelik perşembe akşamından başlıyor bu tip mesajlar gelmeye. Bu adam gece yatacak mı falan demeden gece boyunca gelmeye devam ediyor. Telefonu kapatamıyorum da…olur ya ölüm-kalım, önemli bir durum olur, eş-dost ulaşabilsin diye. Tam yatıyorsun hemen bir mesaj. Hayırlar getire! İnşallah ölüm-kalım olmaz deyip kalkıyorsun: Gelen cuma mesajı. Beni hiç yanıltmadı bu zamana kadar. Bir gün gelen cuma mesajıdır diye kalkıp bakmayacağım. O zaman da önemli bir haberleşmeyi atlamış olacağım.

Dert edindiğine bak. Adam senin iyiliğini istiyor. Ha gelsin diyebilirsiniz. Haberleşmeyi, hayırlaşmayı, hal-hatır sormayı, anmayı ve anılmayı severim. Ama gelen mesajların çoğu sanal alemden kes-kopyala-yapıştır marifetiyle elde edilenler. Kişilerin doğru-yanlış kendi ürettikleri bir şey olsa, onu gönderse inanın daha çok sevineceğim. İnternete bakınca güzel cuma mesajları diye sayfalar bile var. Yani bana gelen mesajların ekseriyetini sanal alemden kendim bulabiliyorum. Üstelik bu tür mesajlar telefonumun hafızasını da doldurmuyor. Yine bu konuda da hazırcıyız. Kendimiz bir şey üretmiyoruz. Başkasının hazırladığını gönderiyoruz… bunu da anlamadım gitti. Kimse kusura bakmasın, bana bu şekil gelen mesajlar kuru ve bayat geliyor. Eskiden eşe-dosta mektup göndermek için çizgisiz kağıt ve zarf alır, içini içimizden geldiği gibi tükenmez veya dolma kalemle doldurur, göndermek için postaneye götürürdük. Bayramlar geldi mi postanenin önünde satışa sunulan kartpostal veya bayram tebriklerinden göndereceğimiz kişi sayısınca alıp arkasını el emeği göz nuru ile doldurur, postalardık. Kendimize de bu şekil geldiğinde dünyalar bizim olurdu. Şimdiki anma, hatırlama, hayırlar dileme sanaldan olduğu için midir bana duygulu anlar yaşatmıyor, soğuk geliyor. Çünkü gelen mesajlarda ne adım var, ne de soyadım. Hal-hatır sorma yok. Başkasının ürününü bana gönderme var. Üstelik bir defa basılan ‘gönder’ tuşuyla. Bazıları bu işi rutine bindirdi. Hiç şaşmıyor. Eskiden mesajların bir maliyeti vardı, şimdi o da yok. İşi de yok sanırım. Oturup kalkıyor mesaj gönderiyor. Hele bazılarının başkasından gelen mesajı yönlendirmesi yok mu? İnsan altındaki başkasına ait ismi siler bari gönderirken.

Bu şekil hayır dileklerini mesaj gönderenler twitter veya facebooktan bir sayfa oluştursa veya whatsapp marifetiyle durum denilen yerden paylaşsa aslında daha iyi olur. Hem bu vesileyle daha fazla kişiye ulaşma, daha fazla kişinin görme ve faydalanma imkanı olur. Bana gönderdiğine göre acaba benim cuma ile ilgili bir sorunum var da beni yola mı getirmeye çalışıyor diye düşünmeden edemiyorum bazen. İnanın cumaya gidiyorum, hiç kaçırmıyorum. Cumasız falan değilim. Üstelik cumayla ilgili sorunum da yok. Seksenlerden sonra “Bu ülkede Cuma kılınır mı kılınmaz mı” tartışmalarının olduğu dönemde “Bu ülkede cuma namazı kılınmaz” zehabına kapılarak birkaç hafta cumaya gitmediğim onun yerine öğle namazını kıldığım olmuştur. Bu yanlıştan çabuk döndüm. Seferi olduğum zamanlar da bile cumaları kaçırmamaya çalışıyorum. Eğer dostların böyle bir düşüncesi varsa vazgeçsinler bundan. İsterlerse cuma namazını kılarken bir selfi çekip sanal alemden paylaşayım. Şimdi saçmaladın diyebilirsiniz. Kusura bakmayın, saçmaladığım falan yok. Sadece bu konuda ne yapacağımı bilemiyorum.

Sonuç olarak, eş-dost bana cuma veya bir başka gün adına mesaj göndereceklerse kendi el emekleri, göz nurları olsun. Başımın üstünde yerleri vardır. Gece gündüz gönderdiklerini okumaya hazırım, hem de bıkmadan usanmadan. Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Anlatabildiysem ne mutlu bana! Yok, anlatamadıysam zaten anlaşılmamak benim kaderim. Çekerim yine çekmesine. Kaderim der devam ederim yoluma. 08/04/2017

Trafikte saç-baş yolduran tipler

08/04/2017 günü yayımlanan "Tabakhane yolcuları" başlıklı yazımdan sonra trafiğimizi felç eden bir başka kesim daha var. Onlardan da bahsetmesek olmaz. Bunlar da trafikte saç-baş yolduran kesimdir. Bu güruhu da bilirsiniz aslında. Çünkü pek yabancınız değildir. Her cadde ve sokakta karşılaşırsınız böyleleriyle. Yeter ki siz trafiğe çıkın.

Bir cadde veya sokakta trafiğin belirlediği hız sınırıyla yol alıyorsunuz. Trafik fazla yoğun değil. Frene basmak ve yavaşlamak durumunda kalıyorsunuz. Çünkü önünüzde bir faciayla karşı karşıyasınız. Adam hız sınırının altında aracını stop ettirmeden götürmeye çalışıyor. Bu da ayrı bir maharet.  Ne sağından geçebilirsin, ne de solundan. Çünkü şeridin tam ortasında yol alıyor. Eğer buna yol alma denirse. Yol versin diye selektör yaparsın, olmadı korna çalarsın. O hiç istifini bozmadan gitmeye devam eder. Ne sağa yanaşır, ne de sola. Yolların hakimi. Kime yol verirse huzursuz olur. Çünkü geçilmeye tahammül edemez. İşi yok gayri, belli. Akşama kadar şu cadde, şu sokak senin gidecek gidebildiği kadar. Çünkü avare adam. Gezmeye çıkmış. Bizde araç sadece iş icabı kullanılmaz. Gezme ve avare avare dolaşmak için de araçlar elimizde bir oyuncaktır. Hız sınırına göre hareket etse sağı-solu seyredemeden gidecek. O zaman da gezdiğine değmeyecek. Önündeki bu bencilden kurtulmanın tek çaresi var. Yaklaşmakta olduğunuz ışıktan belki adam senin gittiğin yöne gitmez. Öyle ya! Önünde üç tane seçenek var. Ya sağa, ya sola döner, ya da düz gider. Yüzde yetmiş de olsa bir şansın var. Umutla ışığın yanmasını ve bu adamdan kurtulmayı beklersin. O da ne! Adam senin içini okumuşcasına senin döneceğin yola dönmez mi? Ya sabır çeker, ardına takılırsın. Artık o gider, sen gidersin. Sanki aracın arızalanmış da adam hayrına çekiveriyor. Bereket inip "Beni niye takip ediyorsun" demiyor. Saçını-başını yolsan da, dişlerin boğazına dökülse de, içinde 'La havle' çeksen de bu adam senin imtihanındır. Çaresiz takip edeceksin. Dua et ki yakıtı bitmesin. Biterse yolun tam ortasında kalır. Yine geçemezsin. Şu anda en azından iyi-kötü yol alıyorsun, kağnı gibi de olsa. Sonunda ağzından ta derinden gelen bir 'şükür' çıkar. Çünkü adam dönmüştür bir yere. Sen yoluna devam edersin. Hatta biraz da hızlanırsın. Bu duruma çok sevinmemek lazım. Çünkü her daim böyle biriyle karşılaşma durumun söz konusu. Hatta daha beteri bile çıkabilir. Çünkü bunlar tek kişi değildir.  İnsanların sabrını ölçen, hemen hemen her yol ve caddede karşına çıkan koca bir ordudur. Hatta içlerinde öyleleri var ki, sen yol alırken ara yoldan kafasını çıkarır. Tam yaklaşmışken hızını yavaşlatacak şekilde önüne kırar. Sanırsın ki acelesi var. Yola çıktıktan sonra su koyuverir. Aheste aheste yol alır. Sanki önüne özel çıkarılmış gibi. Yine böylelerini sen ara yoldan ana caddeye çıkarken de görebilirsin. Yol onundur, geçişini bekleyeyim dersin. Sen bekleye dur, adam senin çıktığın ara yola sapar, sinyalini vermeden. Yine hiç istifini bozmadan yoluna devam eder. Burada da maksat hasıl olmuştur. Sonunda seni sinirlendirdi ya. Zaten bunu asıl görevi de buydu. Seni kızdırmak.

Trafikte gidiyor mu gitmiyor mu belli olmayan bu tiplerin de tabakhane yolcularından fazla bir farkı yoktur. Her ikisi de trafiği felç eder. Biri hızıyla diğeri de yavaşlılığıyla. Her ikisi de Türkiye’yi temsil eder. İfrat ve tefrit yani. Bu ülkede hiçbir şeyin ortası olmaz. Orta yolu takip edenlerin sayısı fazla olsa da bunların sesi pek çıkmaz. Hep aşırıların sesi çıkar. Gündemi de hep bunlar belirler. Sağ olsunlar, bu tiplerin iyi yönleri de var. Bize sabır göstermeyi, olaylara kaşı tahammüllü olmayı öğretirler. Ağzımızdan duanın hiç eksilmemesini de sağlarlar. Hal ve tavırlarıyla bizi ağzı dualı insan yaparlar.

Çok beğendiyseniz bu tipleri, isterseniz bulunduğunuz muhite yönlendirebilirim. 08/04/2017

Futbol ve seçimler *

Referanduma ramak kala yediden yetmişe milletçe sandık gününe ve akşamında açıklanacak olan sonuçlara kenetlendik. Evde, çarşıda, pazarda…işte ortak gündemimiz bu. Zaten başka bir gündem ortaya çıksa yönümüzü dönüp de bakmayız. Milletçe siyaseti seviyoruz vesselam. Sandıktan çıkacak sonuçları görmek için çoğumuz seçim gecesini TV ekranında geçiririz. Sonuçlar geldikçe kimimiz dört köşe olur, kimimiz de sinirinden dudaklarını ısırır. Ardından uykusuz geçen gecenin gündüzünü -gece kaim, gündüz naim misali- uykuya ayırırız.  Birkaç hafta da sonuçları değerlendirir, TV'lerde yapılan yorumları dinleriz.  

Bizdeki seçim öncesi ve sonrası bu -kırıcı- muhabbet, derbi maçlarına benzer. Bu tip maçlarda da maç öncesi tansiyon yüksek olur. Tansiyonu da yetkili taraflar oluşturur. Maç gergin başlar, gergin biter. Maç bittikten sonra da birkaç gün  maçın sonucunu değerlendiririz. Genelde de yenilen taraf hakemin taraflılığına dem vurur. Hele bir de tartışmalı pozisyon varsa televizyonlarda ağır çekimini defalarca izler, bunun üzerine yorum ve değerlendirmeler yaparız. Nedense o kadar tekrar tekrar izlemeye rağmen kafamızda daha önce oluşturduğumuz yargılardan kendimizi kurtaramayız.

Seçimler de böyle bizde. Seçim çalışmaları siyasilerin kendilerini anlatmasından ziyade rakibini eleştirmesiyle geçer. Toplum iyice kutuplaştırılır. Seçim günü milletin hakemliliğine gidilir. Akşamında açıklanan sonuçları, yenilen kabul etmez. Birçok seçim kuruluna itirazlar yapılır. Bundan bir sonuç alınamazsa bu sefer; seçmenin yanıltıldığı, seçime eşit şartlarda girilmediği vb açıklamalara yer verilir. Nedense seçimi kaybeden çıkıp dobra dobra, "Halkımıza kendimizi tam anlatamadık, halkımız tercihini bu şekilde verdi, saygı duyuyoruz, biz bundan sonra yetkili organlarımızı toplayarak nerede hata yaptık konusunu irdeleyeceğiz" demez. Mutlaka suçlu aranır. Suçu da hiç üstlerine almazlar. Nasıl ki maçlarda suçlu olarak hakemin kararlarını gösteriyorsak, sandık sonucunda da yine hakemi yani milleti suçlarız. Ben siyasi olsam  ben de aynı -suçlu bulma- stratejisini izlerdim herhalde. Açıklamalarımı, yenilgimi ikna edici bulup ardımdan gelenler oldukça aklıma da bir başka şey gelmez. 

Siyasiler seçim sonuçlarını değerlendirirken eskiden kalma alışkanlık olarak seçmeni suçlamamalıdır. Bir defa seçim sonuçlarını hazmetmeliler. (Politikacılarımızın bu durumu aynı zamanda dersinden başarılı olamayan öğrencinin okulunu ve öğretmenini kötülemesine benzer.) Başarılı olamayanlar iyi bir öz eleştiri yapabilmelidir. Sonucunda da bayrağı partisinden birine bırakmak için partisini olağanüstü kongreye götürmelidir. Bunun için dünyayı yeniden keşfe gerek yok. Her şeyimizle örnek aldığımız Batı'nın siyasetine baksınlar. Bu yeterli. Oralarda hangi bir siyasi yenile yenile 'Yenilen güreşçi güreşe doymaz' misali  hala partisinin başında kalır. Dünyanın neresinde hep muhalefette kalınarak saltanat sürülür? Bizimkiler de aynısını yapmalıdır. Seçim sonuçlarını değerlendirmede dürüst olsunlar. İnanın siyasetimiz temizlenir. Yok arkadaş! Biz durumumuzdan memnunuz. Çünkü muhalif olmak sorumluluk gerektirmiyor. Bir elimiz yağda, diğeri balda zaten saltanat sürüyoruz deniyorsa onlara size iyi saltanat sürmeler demekten başka bir söz bulamıyorum. Yenilmelerine rağmen yine partilerinin başında kalmaya devam edeceklerse tek istediğim seçmene karşı dürüst olsunlar. Çünkü bu millet sağduyuda birleşir, yanlış üzerine isabet etmez. Seçmenine dürüst olmayan, onlara saygı göstermeyi bilmeyen siyasilere Türkiye siyasetinde yer yoktur.

Seçim ve seçim sonuçlarını değerlendirdikten sonra ne yapacağız? Beni de şimdi bu düşünce aldı. Nereden bakarsak daha 2019 seçimlerine iki yıl var… Bu da bir şey mi? İki yıl öncesinde araziye çıkmış, olayları enine-boyuna daha iyi irdelemiş oluruz. Bizde ne seçim biter, ne de muhabbeti… İnanın seçime verdiğimiz ve üzerine konuştuğumuz kadar kendimizi, yaptığımız işe versek her birimiz işimizde bir numara oluruz.


Seçimin sonuçlarıyla birlikte ülkemize hayırlar ve huzurlar getirmesini diliyorum. 08/04/2017 

* 15/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.